Sosyal Medya

Makale

Çözüm Seküler Bakışta Mı?

15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden daha çok geçmeden bu milletin niye bu darbeye karşı çıktığı unutularak bu milletin bağrında yer almış yapılara yönelik saldırı gittikçe çirkefleşiyor.

Bu saldırı bazen gericilik bağlamında akıl ve bilim noksanlığı üzerinden yapılıyor. Bazen bunlar rivayet dininin müntesipleri olarak betimlenerek yapılıyor. Her iki halde de kendini aklın ve bilimin yegane sahibi farz ederek saldırıyı yapanlar aynı zamanda bu yapıları adam etme, eğer adam olmazlarsa onları tehdit kategorisinde  tanımlayarak onları imha etme tehdidi yapılabilmektedir.

Hâlbuki batı’da son yıllarda sürekli vurgulanan bir şey var; batı kendi barışını ve özgürlüğünü 30 yıl savaşları sonrası gerçekleştirdiği gibi Ortadoğu’ya da ancak barış bu sekülerleşme süreci içinde gelebileceğine dair yaptıkları vurgulardır. Yani bölün, parçalanın ve en küçük parçalara dönüşün ki sizi rahat harcayalım arzusu demokrasi, özgürlük ve laiklik olarak vurgulanmaktadır.

Şimdi vicdanımızı dikkate alarak düşünelim: Fetö denilen örgüt, salt dini düşüncelerinden dolayı mı bu hainliği yapmıştır. Yoksa aslında ta başından itibaren istihbarat örgütleri ile ilişkili olarak güç devşirmeyi bir eksen ve prensip olarak kabul ettiği için mi hainlik yapabilmiştir. Zaten bu hainliği yapabileceğini daha önce deklare etmiş ve bu hainliğin daha büyük bir güce sahip olunabileceği varsayımına da dayamıştı. Bütün bu gerçekleri bir tarafa bırakarak bu meselenin teolojik boyutu falan denilerek sekülerleşmeye yeşil ışık yakmanın Müslümanlık ile herhangi bir bağının olmadığını burada deklare etmeliyim…

Çünkü din, teolojik veya kelam olarak açıktır ki tercihsiz sadece Allah’a teslimiyeti içerir. Bu yüzden eğer bazı sapkınlıklar varsa bu dinden neşet eden bir durum değil bilakis dinin yanlış algılanmasından neşet etmektedir. Ve bunun aklı kullanmakla ya da kullanmamakla bir ilişkisi de yoktur, velev ki varsa da çok zayıftır. Bu durumu kavramak için seküler düşüncelerin de aslında bir gücü ele geçirme isteği karşısında benzer tavırlara yöneldiğini gözlemleyebiliriz. Demek ki mesele teolojik değil mesele iktidar ve güç devşirme meselesidir. Ve maalesef bugün neredeyse her meşrep ve hareket bu gücü devşirme konusunda pek istekli durmaktadırlar. Ve bu gücü teolojik eleştiriye tabi tutanlarda farklı düzeylerde aslında aynı gücün peşine takılı olduklarını gözlemek zor olmasa gerek!

Bugün tartışılması gereken şey akli selim ile cemaat ve siyaset arasındaki ilişkiyi konuşmaktır. Cemaatin hangi ilkeler üzerine kurulu olması gerektiği konusunda doğru ilkeleri tartışmaya açabilmektir. Ve en önemlisi de cemaat olmak ile örgüt olmak arasındaki farkları dikkate sunarak bu sorunu kökünden çözüme kavuşturmaya yardımcı olmaktır. Yoksa mevcut cemaatleri ve tarikatları eleştirerek kendini temize çekemezsin. Eğer böyle temize çekme ihtiyacını samimi bir şekilde hissediyorsan o zaman mevcut yapını dağıtacaksın ve tek başına kalarak bu samimiyetini de izhar edeceksin. Hem bir yapıyı örgütleyecek ve oradan güç devşireceksin hem de diğer güç devşirmek isteyenleri eleştiriye tabi kılacaksın. Bu zaten yapıla gelen en büyük bidattir.

Sekülerleşme, akıl ve bilim üzerine vurgu yapar. Ve bu akıl ve bilim göndermesi de tırnak içindedir. İşte bu kavramlar aynı zamanda aşkınlık üzerinden oluşturulan bilgiyi yani vahyi reddetme üzerine kuruludur. Hem vahyi savunacaksınız hem de modern deyimi ile akıl ve bilim üzerine vurgu yapıldığında tavırsız kalacaksınız. Bu temelde birçok yanlışı beraberinde taşıyacaktır. İşte bu yüzden Kuran’ın akıl vurgusu ile modern batının akıl vurgusu ve hatta felsefenin akıl vurgusu arasında herhangi bir benzerlik yoktur. Önce bu gerçeği bir şekilde kavramalıyız. Çünkü Kuran’da akıl vurgusu işlevselliğine ve aradaki bağa bir göndermedir. Yani bilgi ile hayat arasındaki ilişkiyi görmeye davettir. Bu yaratılanın Yaratana işaret oluşunu görmeye davettir. Yani bir görme davetidir. Ama hem felsefenin hem de modern aklın ürettiği akıl bizzat bilginin kaynağı ve bu bilgi üzerinden oluşturulacak yorumun kutsallığına dayalıdır. O yüzden batıda yorum kutsaldır. Bilginin kendisi değişiklik arz edebilir. Bu çoğulcu yapıyla ilişkili bir tutumdur. Ama yorum her halükarda kutsaldır. Bu da göreceliliğin tabii sonucudur.

Felsefenin de bilimin de ve rasyonel aklında öncülleri vardır ve bu öncüller ancak iman üzerinden kabule şayan bir özellik taşırlar. Ama dini eleştirirken körü körüne iman edildiğini eleştiriye tabi kılarlar. Peki, kendileri o öncüllere körü körüne tabi olurlarken farklı bir şey mi yapıyorlar. Artık bu eziklikten kurtulmanın vakti geldi geçiyor da…

Bizim sorunlarımız var. İnanca taalluk eden, toplumsala taalluk eden, siyasete taalluk eden ve ahlaka taalluk eden bir sürü sorunumuz var. Ancak bu sorunlarımızı kadim tarihimizden ve kültürümüzden hareketle müzakereye açmalıyız. Elbette ki yeniliğe de açığız, ama bu yeniliğe açıklığımız geleneğimizi eleştirirken dayandığımız sahihlik ölçüsüne bağlılığımızla ilişkili olmalıdır. O zaman meselenin ne olduğunu tam olarak idrak edebiliriz. Ama işin kolayına kaçmak ve öteki nezdinde ‘adam’ kabul edilmek arzusu üzerinden ezilip büzülerek kendi sorunlarımızı hem doğru ortaya koyamayız hem de çözümü konusunda sahihliğimizi yitiririz.

Bugün temel meselemiz, bu ülkenin bekası sorunudur. Bütün göstergeler göstermektedir ki uluslar arası bazı güçler bu ülkeyi ve İslam Coğrafyasını bir kez daha bölme arzusundadırlar. O zaman bu bölünmeye karşı birliği savunmak temel ilke ve tavır olarak öne çıkarılmalıdır. Sorunlarımızı bile konuşurken hem içtenliğimizi ortaya koymalı ve hem öncelikli olarak kendi eleştirimizi ortaya koyarak içtenliğimizi muhatabımız nezdinde de görünür kılarak sözümüzün anlaşılabilmesinin doğru zeminini inşa edebilmeliyiz. O zaman birliğimiz ve dirliğimizi muhafaza ederek yanlışlar üzerine yapılacak vurguların bu yanlışları ortadan kaldıracak bir vasatı kurmasına imkân tanımış oluruz.

Bir önemli noktayı daha görüşlerinize sunayım: Müslüman yapıların büyük çoğunluğunun sorun olarak kabul edilen özelliklerinin beslendiği zemin geleneksel yapıdan neşet eden değil bizzat modernliğin ürettiği keskinlik, ideolojik aymazlık ve hakikatin tekelciliği meselesinden beslendiğidir. O yüzden kendi sorunlarımızı çözüme kavuştururken bile ciddi bir modernlik eleştirisi yapabilmeli ve bu modernliğin ürettiği algıdan nasıl beslendiğimizi tespit ederken bu algıdan kurtulabilmenin yöntemini de tartışmaya açabilmeliyiz.

Son söz olarak meselenin özü samimiyet ve yönelimdir. Eğer yönelimiz Allaha ve onun yolunda mücadele etmeye ise doğru yola çıkarılırsınız. Yok eğer yöneliminiz ve samimiyetiniz dünya hayatı ve onun devşirdiği güce ulaşmak ise o zaman yoldan çıkmayı da göze almış sayılırsınız… Allah bizi kendi yolunda samimi bir şekilde yürümeye ahdetmişlerle birlikte var kılsın…

Selam, hidayete tabi olanların üzerinedir…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.