Makale
Değerler Eğitimi, Eğitim/in Açığını Kapatır mı?
Eğitim dünyasında son yılların gözde yaklaşımlarından biri değerler eğitimidir. Son asrın ikinci yarısında bu sektörde pek çok fikir üretilmiş, bazısı moda rüzgârları estirmiş fakat saman alevi gibi sönmüştür. Yeri, gereği ve önemi tartışmadan beri olan eğitimin, eksikliklerini tamamlamak, açıklarını kapatmak, fazlalıklarını atmak niyetiyle çözüm aramak elbette takdire şayandır. Yanlış olan bunların her derde deva gibi takdim edilmesidir. Söz konusu yaklaşımlar, boyundan büyük iddiaları, ya da pazarlama teknikleriyle sihirli değnek gibi lanse edilmeleri ciddiyetlerine halel getirse de bir soruna dikkat çekme, tartışmaya zemin oluşturma, düşünceyi canlandırma vb. sebeplerle değerlidir.
Değerler eğitimini öneren akıl, ona verdiği isimle eğittiklerine değer kazandırmayı amaçladığını peşinen açıklamakla birlikte bu, uygulayıcıların niyetleriyle her zaman örtüşmeyebilir. Kimi kendince bir açık kapatmayı kimi de inancının tahsili önündeki engelleri aşmayı amaçlayabilir. Dolayısıyla nazariye ile ameliye arasında niyet, yaklaşım ve anlayış farkı olması uzak bir ihtimal değildir. Her insani eylem gibi bu yaklaşım da insaf ve izan elden bırakılmadan eleştirilmelidir lakin yama çözümden önce cari eğitimin kendisi masaya yatırılmalı, yatağını bulması sağlanmalıdır.
Adı eÄŸitim olmasına raÄŸmen yapılanların neredeyse tamamının öğretim olduÄŸu bir yerde davranış kazandırılamaz. Ä°yi vatandaÅŸ yetiÅŸtirmeyi amaçlayıp maarifi tekeline alan bir sistem sadece bilgi veriyorsa mezunları iyi deÄŸil bilgili vatandaÅŸ olur; bu da müfredat ilgisini çeken ve kapasitesine uygun olan öğrenci ile sınırlı kalır. Bilgi sahibi olmanın tek başına davranış kazandırmadığını söylemeye bile gerek yoktur. Buna raÄŸmen zorunluluk süresi artırılarak okula silo, âdemoÄŸullarına çuval muamelesi yapılmasını anlamak zordur. Öğrencileri bilgi ile buluÅŸturmaktan baÅŸka marifeti olmayan okul, bir de kendi insan tasavvurunu ve ideolojik kalıplarını dayatıyorsa bu daha da kötüdür zira iradesi ve ihtiyarı hesaba katılmayan genç katıksız ideolojik propagandaya maruz bırakılır. Bu ÅŸartlarda tahsilin sonunda bazı davranışlar kazanılsa da bunların çoÄŸu eÄŸitimin hedefleri ve toplumun deÄŸerleri deÄŸil aksine onları rahatsız eden davranışlar olma ihtimali kuvvetlidir. Okul ve aileye raÄŸmen hayatın doÄŸal akışı içinde oluÅŸan alışkanlıkların çoÄŸu kimseyi memnun etmemektedir. EÄŸitimi “istendik davranışlar kazandırma süreci” olarak tanımlamakla davranış kazandırılamaz. Bile bile öğretimle yetiniliyorsa istenmeyen davranışlar kazanılması kaçınılmazdır zira boÅŸ bırakılan alanı bir dolduran çıkar. O, ister beÄŸenilsin ister beÄŸenilmesin her kiÅŸinin bizatihi kendi çevresidir. Gençler toplumun aynasıdır ve ona var olan yansıdığına göre görünen o ki aykırı ortamlar onlar üzerinde okuldan ve toplumdan daha etkili olmaktadır. Bunun bir nedeni de okul ile toplumun deÄŸerleri arasındaki örtüşme oranının düşük olması hatta zıt deÄŸerleri önermesidir. Birbirine zıt deÄŸerler arasında kalanların tepkisel davranıp ikisinin dışındaki seçeneklere yönelmesi kuvvetle muhtemeldir. Neticede mezunların velilerin onaylamadığı alışkanlıklar edinmesi, okulun iÅŸlevini ve amaçlarını tartışılır hale getirmektedir.
Ä°lginç olan eÄŸitimden ÅŸikâyetçi olan velilere bir hayli öğretmen de hayal kırıklığı içinde katılmaktadır. Yıllarca okula mahkûm edilen gençlerin toplumun pek çok deÄŸerinden yoksun olarak mezun oldukları kanaati her iki kesimde de yaygınsa ortada doku uyuÅŸmazlığı gibi ciddi sorunlar var demektir. EÄŸitimin bırakın yerel olanı, ortak ve evrensel olanı bile davranış haline dönüştüremediÄŸi düşünülüyorsa ‘deÄŸerler eÄŸitimi’ vb. yamalara ihtiyaç doÄŸar fakat bunlardan maksat hâsıl olsun isteniyorsa alışılagelen hatalardan uzak durulması gerekir. Mesela o, bilgilendirme ile sınırlı kalır, velinin deÄŸerlerini hiçe sayarsa eÄŸitimin başına gelen çözümün de başına gelir. Daha da kötüsü olan gençlere ve yıpranan deÄŸerlere olur. Ne kadar ideal olursa olsun yapay ortam ve sentetik ürün alerjik reaksiyonlara yol açar.
Ayrıca ‘EÄŸitim kiÅŸiye özeldir.’ deniliyorsa, onun en doÄŸru zamanı talibin hazır olup talep ettiÄŸi an olmalıdır. Talebin vakitsiz olması mümkündür ancak veli dikkati ve hoca tecrübesi hata olasılığını azaltacaktır. Yine de söz konusu hatanın, her çocuÄŸa sanki aynı kalıptan çıkmış endüstri ürünü muamelesi yapılmasının yanında lafı bile olmaz. Hangi eÄŸitimin hangi yaÅŸta verileceÄŸini belirleyen kiÅŸisel farklılıktır ve bu deÄŸerli bir kıstastır. Uygulayıcıların anlayış ve insan tasavvuru farklı olabilir ve bir tasavvur, eÄŸitimi anne karnında baÅŸlatırken bir baÅŸkası bunu yanlış bulabilir. DeÄŸerler dâhil kimin hangi eÄŸitimi almaya hazır olduÄŸunu tayin ederken bizzat muhatabın kendisine bakılmalıdır. EÄŸitimin içeriÄŸini olduÄŸu gibi vaktini de talep eden ile talep edilen arasındaki iliÅŸkinin doÄŸal seyri belirlemelidir. DoÄŸrusu eÄŸitiminin ne yaşı ne zamanı vardır; onun zamanı en az iki kiÅŸinin bir arada olduÄŸu her zamandır; bu yüzden elma, aÄŸacından uzaÄŸa düşmez. Gerçekte dışındakileri algılamaya baÅŸlayan bebek, çevresindekilerden etkilenmeye baÅŸladığı anda eÄŸitim kendiliÄŸinden gerçekleÅŸir. KendiliÄŸinden baÅŸlayan eÄŸitim sanıldığının aksine tek taraflı deÄŸil karşılıklıdır ve ömür boyu sürer. EtkileÅŸim, her türlü eÄŸitimin imkânıdır; önemli olan onu doÄŸal seyrine bırakmak, her türlü yapaylıktan uzak durmak ve muhatabı sonuna kadar dikkate alıp ona raÄŸmen kendi tercihlerimizi ve önceliklerimizi dayatmamaktır.
Değerler, benimsenen din, ideoloji ve zihniyete dayanır ve bu yüzden de değeri olmayan toplumdan bahsedilemez. Dolayısıyla değerlerin neredeyse biricik kaynağı hayatın tanzim edildiği dünya görüşüdür ve bunların başında da din gelir. Hatta her eğitim anlayışı sahibinin inandığı dinden soyutlanmış değildir. Tanrıyla sorunu olanlar da son tahlilde birer inançtan ibaret olan dünyevi öğretileri esas alırlar. Bu nedenle eğitim faaliyetleri benimsenen dünya görüşüne istinat eder, onun kavramlarına dayanır, onun ilkelerini esas alır ve onunla kendisine sınır çizer. Aslında nasıl ve ne şekilde olursa olsun her eğitim, benimsenen dünya görüşünün önerilerini/değerlerini eğittiklerine benimsetmeyi iş edinir.
Bidayetten beri ve halen çocuğun yetiştirilmesinden ebeveyn sorumlu olmasına rağmen aşağı yukarı sanayileşmeden sonra devlet denilen aygıt eğitimi tekeline almakla kalmamış, sınırlarını ebeveyn aleyhine genişletmiştir. Oysa toplum, kimsesiz çocuklardan kendini sorumlu tutuyor; yetimlerin bakımını başta akrabaları olmak üzere o üstleniyordu. Akrabanın olmadığı, komşuların bu sorumluluğu yerine getiremediği hallerde o mahallin tüm fertlerinden elini taşın altına koyması bekleniyor ve onların bakımlarını kurdukları kurum ve kuruluşlara havale ediyorlardı. Kurum, ferdin gücünü aşan veya uzmanlık gerektiren alanlarda devreye sokuluyordu ve amaç sorumluluğu devretmek değil onun gereğini yapmaktı. Eğitim insan içinse, onun eliyle yapılmalı ve tam da bu yüzden insani olmalıdır.
Muhatabı insan olan eğitim, onun fıtratı, ilgi ve merakları üzerine bina edilmelidir. Bu da onun ihtiyaçlarını, ilgilerini, yeteneklerini, zaaf ve güçlerini bilmeyi gerektirir. Çocuğu tanımadan yapılacak her bir faaliyet onu mutsuz etme ve ifsat etme riski taşır. Kapasitesini, meraklarını ve önceliklerini bilmeden tabi tutulan müfredat arasından onun işine yarayanlar çıkabilir. Kemale doğuştan meyilli yolcunun yolculuğunu onun tercihlerini gözeterek kolaylaştırmak varken tesadüflerin insafına bırakmak insaflı bir tercih değildir. Doğuştan getirilenlerin hiç değilse baskın olanlarını fark etmeyen, meyil, yatkınlık ve ilgilerini bilmeyen, yaratılışını gözetmeyen bir eğitimin insani olabilme ihtimali düşüktür.
Merhamet eğitimine katı kalplinin, hilme ise sert olanın ihtiyacı vardır. Birincinin merhametli, ikincinin halim olması için uğraşmak gereksizdir. Merhametliyi daha merhametli, merhametsizi taş kalpli yapmamak onu tanıyıp tabiatını gözetmeye bağlıdır. Muhatabı iyi tanımak, eksikleri giderme, fazlalıkları törpüleme gibi doğasına uygun yaklaşımı belirleme imkânı verir. Değişmesi mümkün olanla olmayanı ayırabilmek ve değiştirilemez olanı kabullenmek itidalli olmayı sağlar. Tabiatı zorlamanın, ne pahasına olursa olsun değiştirmeye kalkmanın varacağı yer adalet değil zulümdür. Atı uçurmaya, balığı yürütmeye çalışmak tabiatı ifsat etmeye, tarafları yormaya ve birbirinden soğutmaya yarar. Tanrı olmadığını, sınırlı ve sorumlu bir beşer olduğunu aklından çıkarmayan mürebbi, kemal yolundaki yolcuya yardımcı olma imkânını elinde tutar. Ebeveyn dâhil eğitimcinin görevi, yaratılıştan geleni yok etmek değil zaafları imkâna çevirme, aşırılıkları kontrol etme yollarını talim ettirmektir.
Rağıp Ä°sfehani’nin benzetmesiyle çocuÄŸun potansiyeli, toprağın altında saklı su misali onun doÄŸasında gizlidir. Suyu bulmak, içkin olan nitelikleri keÅŸfetmek ilgiliyi izlemeyi, gözlemlemeyi, dinlemeyi, sorularını ve sorun edindiklerini görmeyi gerektirir. Gerisi tespit edilen potansiyelden kalkarak ve hayatın içinde kalarak gerektiÄŸinde bilgi vermek, ihtiyaç duyduÄŸunda yol öğretmek, istediÄŸinde yardım etmek, beklediÄŸinde hedef göstermek gibi o hazır olduÄŸunda veya talep ettiÄŸinde imkânlar ölçüsünde yardım edip desteklemekten ibarettir. Her beÅŸer öznedir ve doÄŸuÅŸtan getirdiklerine dayanarak kendine göre seçimler yaparak kemale ermek ister. TelaÅŸa kapılmadan, korkmadan ve korkutmadan seferde olanın çekimine çevresindeki genç umulandan daha çabuk kapılır ve ihtiyaç duyduÄŸunda ellerini er ya da geç uzatır. Onun, elini tutan büyüğünün önerilerini dinlemeye, deÄŸerlerini almaya en hazır, en yatkın, en istekli olduÄŸu an, o andır. Bu ideal an, tahsilin altın zamanıdır ve onu gözetene, sabırla bekleyene verim ve bereket bağışlanır; hâsıl olan neticeye dileyen tam öğrenme diyebilir.
Henüz yorum yapılmamış.