Makale
Terbiyeyi Korku Tüneline Çevirmek
İnsan, tekdüze bir ömür süremediği gibi her zaman benimsediği değerlere de sadık kalamaz. Bu yüzden bizi en çok şaşırtanlar daha çok tanıdığımızı sandığımız kişiler arasından çıkar. İnsanoğlunun istikamette sabit, istikrarda daim olamadığını bilmek bile onun sergilediği tezatlar karşısında hayretten hayrete düşmeyi engelleyemez. Korkudan uyuyamayacağını bile bile korku filmi seyretmek, korkutulmaktan nefret ede ede korkutmaktan zevk almak hayret verir. Şakasına bile tahammül edemeyenin korkutarak çocuk büyütmesini akıl almaz.
Korku, varlığı idame ettirmekten had bilmeye, kendini korumaktan disiplin altına almaya pek çok hususta âdemoğluna yardımcı olur. Ne yazık ki içine doğulan çevre, bu gerekli duyguyu kendi haline bırakmaz, pek çok korku objesi icat ederek onu besleyip semirtir. İnsan sanki dünyaya değil her köşesini bir devin tuttuğu korku tüneline doğar. Terbiye adına bu dehlize tıkılan kişi yüreksizliğe mahkûm ve korkulara esir edilir. Haklı haksız pek çok kaygıyla başvurulan ve kısa vadede işe yarayan bu yol, kalabalığa uyanların âdetidir. Atalarını taklit edenler arasından, sözünü neden geçiremediğini, tehlikeyi fark ettirmenin sağlıklı yolunun ne olduğunu merak eden az çıkar. Uyarılanın savunması hazırdır; yaramazdır, haylazdır, tembeldir, asidir, bilmem daha nedir; o halde korkutulmaya müstahaktır. Korku sopasının kullanılmasının doğru olup olmamasından daha önemlisi, istenilen davranış değişikliğine yol açıp açmadığı, menzile erdiriyorsa kişiliğin çizilmesine değip değmediğidir.
Doğuştan getirilen korku ne kadar gerekli ise aşılanmış diğer bir ifadeyle öğretilmiş olan da o kadar lüzumsuzdur. Doğalını yönetmek kolay değilken hormonlusuyla uğraşmak daha zordur. Hormon azgını korkunun altında ezilen insanın onun hakikisini sahtesinden ayırması hem zordur hem de bir hayli vaktini alır. Bilgi ile buluşmak, onu özümsemek ve gereğince davranmak bir süreç işidir ve bir alışkanlığı yenisiyle değiştirmek uzun ya da kısa bir süreye ihtiyaç duyar. Aşılanmış korkudan kurtulmanın ilacı doğru bilgidir ve varlığın hakikatine eren kişi bu gücü kendinde bulur ve bu, hayal mahsulü olanlardan kurtulmayı sağlar fakat bu arada hayat zehir olur.
Masum ve anlaşılır kaygılardan kaynaklansa da ‘cıs’ ile baÅŸlayıp ‘öcü’ ile devam eden korkutma ameliyesinin yaşı yoktur sadece korku objesi deÄŸiÅŸir. Korkunç nesneler bulmakta gösterilen maharet takdire ÅŸayandır. Bu yüzden babadan amcaya, terlikten sopaya, fareden köpeÄŸe, hortlaktan hayalete, devden gulyabaniye, iÄŸneden doktora, polisten askere, baÅŸarısızlıktan geleceÄŸe, cinden cehenneme zaten kabarık olan listeye her geçen gün yenileri eklenir. ArkadaÅŸ ÅŸakalarından eÄŸlence/oyun sektörüne, edebiyattan sanata pek çok etkinlik ve eser, korku havasını hem artırır hem de yayar. Söz konusu hava, yaÅŸanmış korkuların bire bin katılarak anlatıldığı sohbetlerde demlenir. Böyle böyle tam teçhiz edilen ve gündemin deÄŸiÅŸmez maddesi kılınan korku karşısında ona teslim olmaktan baÅŸka seçenek kalmaz.
Gece gündüz korkutulan, gün gelir kendisi de çocuklarını korkutarak yetiştirir çünkü en iyi bildiği şey korkutmaktır. Kabul etmek gerekir ki iyi bir talimden geçmiştir. Dur dediğinde durmuyorsa, yap dediğinde yapmıyorsa, ye dediğinde yemiyorsa, çalış dediğinde çalışmıyorsa bildik yol kendiliğinden devreye girer. İlginç olan her sıkıştığında korkutulan sabinin korkusuz olmasının istenmesidir fakat bu imkânsızı istemektir. Hayatın merkezine kendisini koyan zat, muhali istediğini fark etmez bile. Korkulması istenmiyorsa korkulmamalıdır. Kendisine rağmen korkan horlanır, ayıplanır, ödlek diye azarlanır. Ne çelişkinin farkına varılır ne de muhatap umursanır. Onun insan olduğu gerçeğine uyanma, onu girdaba attığını görme umudu her zaman vardır. Umulur ki bu iş işten geçmeden olsun!
Korkulması gereken şeyler vardır ve bunlardan korkmak makul kabul edilir. Aksi genellikle yadırganır, delilik olarak nitelenir ve onaylanmaz. Sahici korkular, kişiden kişiye değişse de liste pek kabarık değildir. Üstelik onlardan duyulan korku, akıbetin hayır olmasına, hayatın sağ ve salim sürmesine vesile olur. Bu durumda asıl sorun gereğinden fazla ya da korkunç olmayan bir şeyden korkmaktır. Bilinir ki aşırı korku, hayatın akışını bozar, kişiliği tahrip eder, insanın ezik, silik ve güvensiz olmasına neden olur. Eğer terbiye bir insanı bu hale getiriyorsa gelecekten korkmak gerekir zira bunlar, ne peygamberlerin ne onların yoluna tabi olan önderlerin ne de salihlerin nitelikleri değildir.
Korkutmaktan vakit kalırsa asıl üzerinde durulması gereken, doğuştan olan korkuyu zayıflatmanın mı beslemenin mi daha hayırlı olduğudur. Bir formül vermek zordur fakat fazla ise azaltmak az ise çoğaltmak makul olmalıdır. Onun gerekli olduğu kadar güçlü veya güçsüz olmasının vereceği zarar göz önünde bulundurulmalıdır. Tehlikesiz bir dünya mümkün olmadığına göre tehlikeden korunmaya vesile olan ve dolayısıyla varlığa hizmet eden bu duygu, tahrip makinesine dönüştürülürse yaratılış amacının dışında işlev görür ve sahibinin elini kolunu bağlar.
Bu durumda korku propagandistlerinin propagandalarının taze gönülleri endişeyle doldurmalarına izin verilmemelidir. Unutulmamalıdır ki yetişkinler için sıradan olan bir cümle bile onlar için yıpratıcı olabilir. Ağızdan çıkan masum bir sözün muhatabı derinden sarsması, onların büyüklerine sınırsız güven duymasından kaynaklanır. Bu haldeki bir yavru, diliyle olmasa da haliyle kendisini belli eder. Bu nedenle bakışına, duruşuna, sesine dikkat eden iç dünyasında kopan fırtınayı sezebilir. Bakışlardaki ürkeklik, omuzlardaki düşüklük, ellerdeki kararsızlık, sesteki titreklik vs. okumasını bilene çok şey söyler. İncinmekten çekindiği için halini dile getiremeyenleri fark etmek, yetişkinlerin dikkati ve duyarlılığıyla mümkündür. Bilinir ki her kaygı, tutukluk vb. zaaflara yol açar ve rahat hareket etmeye izin vermez. Bu yüzden kaygılı kişi dost meclislerinde bile fikir beyan etmekte zorlanır. Cesaretini toplayana kadar ya konu değişir ya tavı kaçar. Yerinde sohbete dâhil olduğunda gerginlikten kastını derli toplu ifade edemeyebilir. Anlayış göremediğinde ya içine kapanır ya da meramını anlatmak isterken konuşma arzulamadığı bir mecraya girebilir. Velhasıl iki çift laf edebilmek için elini kolunu bağlayan korkularla boğuşur ve boş yere eziyet çeker. Bu hal kemikleşirse dünya zindana döner.
Tabii ki tehlikenin farkına vardırmak, görülebilecek zarara dikkat çekmek farkında olanın sorumluluğudur. Uyandırmanın bazen en iyi yolu korkutmak da olabilir ancak miktar iyi ayarlanmalıdır. Her doz aşımı umulanın ve beklenenin aksine neticeler doğurur; duyarsızlaşmak, tehlikeye aldırmamak gibi yan etkilere yol açar. Sigaranın ölümcül rahatsızlıklara neden olduğu hatırlatılan bir tiryakinin, atın ölümü arpadan olsun, diyebilmesi duyarsızlaşmaya bir örnektir. Bu, onun tehlikesinin yerli yersiz, gerekli gereksiz gündeme getirilmesine karşı verilmiş bir tepki olabilir. Yoksa cehalet ve gaflet vaki değilse kolay kolay hayati bir tehlike espriye kurban edilmez. Eğer uyarılar, inat etmeye neden oluyorsa bu daha vahimdir ve uyarana düşen, zamanlamadan üslubuna kendisini gözden geçirmek, yanlışlarını tespit etmek ve gereğini yapmaktır. Endişesinde haklı olmak, tek başına amelin doğru ve yerinde olmasının garantisi değildir zira o, sahibini harekete sevk eden bir saikten ibarettir.
Her âdemoğlu gibi ebeveyni de korku, endişe ve kaygıları harekete geçirir. Bu anlaşılabilir bir durumdur ancak hareket tarzı doğru olmazsa bir taraftan ezik, diğer taraftan gerçek tehlikeleri umursamayan, onlara karşı şerbetlenip direnç kazanmış şahıslar yetiştirme riski taşır. Her iki sonuç da ne arzu edilir ne de amaca hizmet eder; aksine değerler aşındırılıp itibarsızlaştırılır. Değersizleştirilen duygu, nitelik, kelime kısaca her türlü değer, hayatın dışına atılamazsa bile etkisiz elemana dönüşür. Bu durumda edip eylerken, konuşup susarken, yiyip içerken, korkutup cesaretlendirirken, terbiye edip yetiştirirken kısacası her ne yapılırsa kıvamını gözetmeyi, tavını beklemeyi ve tadında bırakmayı öğrenmelidir zira tarla tavında ekilir, ürün olgunlaştığında hasat edilir ve ancak böyle yapıldığında verim alınır.
Korkutmak bu kadar sevilirken korkaklığın sevilmemesi ve korkusuzluÄŸun erdem kabul edilmesi apaçık çeliÅŸkidir. Gözlerinin içi gülen çocukları yersiz endiÅŸelere gark eden, kaygı deryasında boÄŸan, cesaret tohumları ekmeyen terbiye, cesur yürekler deÄŸil ödlekistan’a eleman yetiÅŸtirir. Ä°nsanın zararlı ve tehlikeli olandan korkmaya ihtiyacından daha çok, yüz yüze geldiÄŸinde kendisini koruyacak, onu savuÅŸturabilecek bilgi, görgü ve cesarete ihtiyacı vardır. Korkak, hakkı bilse de haklıdan yana, mazlumdan taraf; zulme, haksıza, zalime karşı olma gücü bulamaz; aksine birisi höt dediÄŸinde ödü patlar. Korku, hakka sevk ederse, haksızlığı engellerse deÄŸerlidir. Hakkı korumak, haksızlığa karşı çıkmak, adaleti kaim kılmak, zulme direnmek, hakkı zalimin yüzüne haykırmak yiÄŸitlerin harcıdır. Ä°nsan, bir ÅŸeyden korkacaksa hak yemekten, haksızlık yapmaktan, adaletsizlikten, haddini bilmemekten, hukuku çiÄŸnemekten ve hududu aÅŸmaktan korkmalıdır.
Henüz yorum yapılmamış.