Makale
Bin yıllık çınarı kurutmaya çalışıyorlar!
Batılılar, İslâm'ın hem tarih yapan bir aktör olarak tarihten uzaklaştırılması hem de yeniden tarih yapacak bir konuma ulaşmaması için savaşıyorlar. Bütün küresel stratejilerini bu iki mesele üzerinde yoğunlaştırıyorlar iki asırdır.
Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı'nın durdurulması ve Ä°slâm'ın -tarihi ÅŸekillendiren bir aktör olarak- tarihten uzaklaÅŸtırılması için baÅŸlatılmıştı. Birbirleriyle emperyalist paylaşım savaÅŸları veren bütün “düvel-i muazzama” bu süreçte Osmanlı'ya karşı birleÅŸmiÅŸti.
Ama bu iki süreçte de özellikle İngilizler kilit rol oynadılar.
İki büyük sanayi devrimini yapanlar, kapitalist sistemi kuranlar, küresel sistemin önceliklerini ve hegemonik stratejilerini belirleyenler İngilizlerdi. O yüzden iki asır boyunca küresel sistemin, dolayısıyla Batı hegemonyasının önündeki en büyük engelin İslâm olduğunu en iyi İngilizler biliyordu.
Ä°KÄ° Ä°NGÄ°LÄ°Z STRATEJÄ°SÄ°: ZÄ°HNÃŽ VE FÄ°ÃŽLÃŽ Ä°ÅžGAL
Bu nedenle, 19. yüzyıldan itibaren iki ana strateji geliştirdi İngilizler:
Birinci strateji, Osmanlı'nın, dolayısıyla Ä°slâm›Ä±n içerdençökertilmesi stratejisiydi. Bu çerçevede, Ä°slâm dünyasındaki, münhasıran da Osmanlı, Arap dünyası ve Hindistan'daki temel stratejileri, Ä°slâm dünyasının aydınlarının, elitlerinin zihnen teslim alınması, zihinleri tarumar eden bir aÅŸağılık komplesinin, dolayısıyla Batı hayranlığının yukarıdan aÅŸağıya doÄŸru köksalmasıydı.
Bu, Müslüman elitlerin ve aydınların zihinlerinin körleşmesi, köleleşmesi ve teslim alınması anlamına geliyordu.
İkinci stratejiyi bundan sonra hayata geçirmek daha da kolaylaşacaktı:
İslâm dünyasında etnik, ulusal, meşrebî ayrılıklar körüklendi.Vehhâbîlik icad edildi. Osmanlı'yı, Müslüman Hindistan'ı parçalayacak, Arap dünyasını paramparça edecek ayrılıkçı ulusçu akımlar beslendi, büyütüldü, öne sürüldü.
Zihnen tepeden yerli sömürgeciler vasıtasıyla teslim alınan İslâm dünyasının fiilen de teslim alınmasının bütün yapı-taşları döşenmiş oluyordu böylelikle.
Vehhâbîlikle, Müslüman toplumların akîdevî sütunları yerle bir edilecekti.
Ulusçuluk akımlarıyla da İslâm dünyası siyasî olarak parçalanacak; kolaylıkla kontrol edilebilir, küçük yapay devletlerin, yine kolaylıkla kışkırtılabilir hâricî hareketlerin mantar gibi bitmesi imkân dâhiline girecekti.
İNGİLİZLER, VEHHÂBÎLİĞİN VE HÂRİCÎ MANTIĞININ ÖNÜNÜ BOŞUNA AÇMADILAR!
Buradan geleceğim nokta çok hayatî:
Vehhâbîliğin sonuçları sanıldığından da yıkıcı olacaktı: Vehhâbîlik, Müslümanların 1200 yıllık akîdelerini sarsacak, akîdenin sarsılmasıyla ulusçu, meşrepçi, kabileci sahte devletçiklerin icat edilmesi, dolayısıyla İslâm dünyasının hem paramparça edilmesi hem de kaynaklarının talan edilmesi daha da kolaylaşacaktı.
Zira akîde çökertilince, siyasî bütünlük de kolaylıkla yerle bir edilecekti: Önce Müslüman ZİHNİ, Müslümanların müslümanca düşünme melekeleri yok edilecek; ardından Müslümanca varolma ve yaşama ZEMİN'leri de ortadan kaldırılacaktı.
Küresel sistemin ve zihnî kodlarının kurucusu İngilizler, sistemin önündeki en büyük engelin hem zihnî / entelektüel muhkemliği hem de bunun tabiî sonucu olarak siyasî-sosyal bütünleştiriciliği bakımından İslâm olduğunu çok iyi biliyorlardı. Hinduizm, Budizm, Konfüçyanizm, Taoizm ve Şintoizm'in bu iki açıdan da Batılı küresel kapitalist sistemin hegemonyasını sarsacak dinamiklerden yoksun olduğunu da çok iyi biliyordu İngilizler.
Vehhâbîlik, son derece sığ, kışkırtılmaya, dolayısıyla akîde sarsıldığında protestanize edilmeye çok müsait, dolayısıyla Batılıların kendi çıkarlarını pekiştirmekte maşa olarak kullanmalarını kolaylaştıracak bir hâricî mantık icat etti.
Yarım asır boyunca çeşitli Suud kurumları vasıtasıyla bu hâricî mantık, Müslüman toplumların omurgası konumuna yükseltildi. İslâm tarihinin hiç bir döneminde hâricî mantık, omurga konuma yükselebilmiş değildi; hep marjinaldi.
İngiliz kuklası Vehhâbî rejimi, bu neo-selefî hâricî mantığı, Hint-Pakistan altkıtasından Arap dünyasına, oradan Afrika'ya ve Balkan'lara kadar yaydı.
BİN YILLIK ÇINARI KÖKÜNDEN SÖKMEYE ÇALIŞIYORLAR!
Hâricî mantığının önünün sonuna kadar açılmasının, tarihte ilk defa Müslüman toplumların omurgası katına yükseltilmesinin ana hedefi, bin küsur yıldır bizim onca çileyle kurduğumuz irfana dayalı Ehl-i Sünnet Omurga'nın çökertilmesidir.
Niçin peki?
İrfana dayalı bu Ehl-i Sünnet omurga, İslâm dünyasını hem akîdevî hem fikrî hem de siyasî olarak birleştiren, bütünleştiren; İslâm'a yönelik bütün saldırıları püskürten kurucu, taşıyıcı ve koruyucu muhkem bir kaynak ve sarsılmaz bir kalkan olduğu için.
Tam da insanlığın sapmalardan arınmış bu irfanî kaynağa ihtiyaç hissettiği bir zaman diliminde bu kaynağı kurutmak, bin yıllık çınarı kökünden sökmek için İngilizler iki asır boyunca Vehhâbiliğin, selefsizlik demek olan neo-Selefiliğin, hâricî mantığının önünü sonuna kadar açtılar.
Şunu aslâ unutmayalım:
Akîdeyi bu bin yıllık irfan çınarı korudu.
Fikrî istikameti bu bin yıllık irfan çınarı korudu.
Siyasî bütünlüğü bu bin yıllık irfan çınarı korudu.
Akîdeye, mezheplere, hadislere, Ehl-i Sünnet omurga'ya yapılan saldırıları, dün olduğu gibi bugün de bu bin yıllık irfan çınarı püskürtebilir.
Bu kaynak, yeniden gürül gürül akmasın, İslâm dünyasını toparlamasın diye Türkiye'yi hem içerden hem de dışardan kuşatıyor emperyalistler!
O yüzden basiret ve feraset diyorum
Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı'nın durdurulması ve Ä°slâm'ın -tarihi ÅŸekillendiren bir aktör olarak- tarihten uzaklaÅŸtırılması için baÅŸlatılmıştı. Birbirleriyle emperyalist paylaşım savaÅŸları veren bütün “düvel-i muazzama” bu süreçte Osmanlı'ya karşı birleÅŸmiÅŸti.
Ama bu iki süreçte de özellikle İngilizler kilit rol oynadılar.
İki büyük sanayi devrimini yapanlar, kapitalist sistemi kuranlar, küresel sistemin önceliklerini ve hegemonik stratejilerini belirleyenler İngilizlerdi. O yüzden iki asır boyunca küresel sistemin, dolayısıyla Batı hegemonyasının önündeki en büyük engelin İslâm olduğunu en iyi İngilizler biliyordu.
Ä°KÄ° Ä°NGÄ°LÄ°Z STRATEJÄ°SÄ°: ZÄ°HNÃŽ VE FÄ°ÃŽLÃŽ Ä°ÅžGAL
Bu nedenle, 19. yüzyıldan itibaren iki ana strateji geliştirdi İngilizler:
Birinci strateji, Osmanlı'nın, dolayısıyla Ä°slâm›Ä±n içerdençökertilmesi stratejisiydi. Bu çerçevede, Ä°slâm dünyasındaki, münhasıran da Osmanlı, Arap dünyası ve Hindistan'daki temel stratejileri, Ä°slâm dünyasının aydınlarının, elitlerinin zihnen teslim alınması, zihinleri tarumar eden bir aÅŸağılık komplesinin, dolayısıyla Batı hayranlığının yukarıdan aÅŸağıya doÄŸru köksalmasıydı.
Bu, Müslüman elitlerin ve aydınların zihinlerinin körleşmesi, köleleşmesi ve teslim alınması anlamına geliyordu.
İkinci stratejiyi bundan sonra hayata geçirmek daha da kolaylaşacaktı:
İslâm dünyasında etnik, ulusal, meşrebî ayrılıklar körüklendi.Vehhâbîlik icad edildi. Osmanlı'yı, Müslüman Hindistan'ı parçalayacak, Arap dünyasını paramparça edecek ayrılıkçı ulusçu akımlar beslendi, büyütüldü, öne sürüldü.
Zihnen tepeden yerli sömürgeciler vasıtasıyla teslim alınan İslâm dünyasının fiilen de teslim alınmasının bütün yapı-taşları döşenmiş oluyordu böylelikle.
Vehhâbîlikle, Müslüman toplumların akîdevî sütunları yerle bir edilecekti.
Ulusçuluk akımlarıyla da İslâm dünyası siyasî olarak parçalanacak; kolaylıkla kontrol edilebilir, küçük yapay devletlerin, yine kolaylıkla kışkırtılabilir hâricî hareketlerin mantar gibi bitmesi imkân dâhiline girecekti.
İNGİLİZLER, VEHHÂBÎLİĞİN VE HÂRİCÎ MANTIĞININ ÖNÜNÜ BOŞUNA AÇMADILAR!
Buradan geleceğim nokta çok hayatî:
Vehhâbîliğin sonuçları sanıldığından da yıkıcı olacaktı: Vehhâbîlik, Müslümanların 1200 yıllık akîdelerini sarsacak, akîdenin sarsılmasıyla ulusçu, meşrepçi, kabileci sahte devletçiklerin icat edilmesi, dolayısıyla İslâm dünyasının hem paramparça edilmesi hem de kaynaklarının talan edilmesi daha da kolaylaşacaktı.
Zira akîde çökertilince, siyasî bütünlük de kolaylıkla yerle bir edilecekti: Önce Müslüman ZİHNİ, Müslümanların müslümanca düşünme melekeleri yok edilecek; ardından Müslümanca varolma ve yaşama ZEMİN'leri de ortadan kaldırılacaktı.
Küresel sistemin ve zihnî kodlarının kurucusu İngilizler, sistemin önündeki en büyük engelin hem zihnî / entelektüel muhkemliği hem de bunun tabiî sonucu olarak siyasî-sosyal bütünleştiriciliği bakımından İslâm olduğunu çok iyi biliyorlardı. Hinduizm, Budizm, Konfüçyanizm, Taoizm ve Şintoizm'in bu iki açıdan da Batılı küresel kapitalist sistemin hegemonyasını sarsacak dinamiklerden yoksun olduğunu da çok iyi biliyordu İngilizler.
Vehhâbîlik, son derece sığ, kışkırtılmaya, dolayısıyla akîde sarsıldığında protestanize edilmeye çok müsait, dolayısıyla Batılıların kendi çıkarlarını pekiştirmekte maşa olarak kullanmalarını kolaylaştıracak bir hâricî mantık icat etti.
Yarım asır boyunca çeşitli Suud kurumları vasıtasıyla bu hâricî mantık, Müslüman toplumların omurgası konumuna yükseltildi. İslâm tarihinin hiç bir döneminde hâricî mantık, omurga konuma yükselebilmiş değildi; hep marjinaldi.
İngiliz kuklası Vehhâbî rejimi, bu neo-selefî hâricî mantığı, Hint-Pakistan altkıtasından Arap dünyasına, oradan Afrika'ya ve Balkan'lara kadar yaydı.
BİN YILLIK ÇINARI KÖKÜNDEN SÖKMEYE ÇALIŞIYORLAR!
Hâricî mantığının önünün sonuna kadar açılmasının, tarihte ilk defa Müslüman toplumların omurgası katına yükseltilmesinin ana hedefi, bin küsur yıldır bizim onca çileyle kurduğumuz irfana dayalı Ehl-i Sünnet Omurga'nın çökertilmesidir.
Niçin peki?
İrfana dayalı bu Ehl-i Sünnet omurga, İslâm dünyasını hem akîdevî hem fikrî hem de siyasî olarak birleştiren, bütünleştiren; İslâm'a yönelik bütün saldırıları püskürten kurucu, taşıyıcı ve koruyucu muhkem bir kaynak ve sarsılmaz bir kalkan olduğu için.
Tam da insanlığın sapmalardan arınmış bu irfanî kaynağa ihtiyaç hissettiği bir zaman diliminde bu kaynağı kurutmak, bin yıllık çınarı kökünden sökmek için İngilizler iki asır boyunca Vehhâbiliğin, selefsizlik demek olan neo-Selefiliğin, hâricî mantığının önünü sonuna kadar açtılar.
Şunu aslâ unutmayalım:
Akîdeyi bu bin yıllık irfan çınarı korudu.
Fikrî istikameti bu bin yıllık irfan çınarı korudu.
Siyasî bütünlüğü bu bin yıllık irfan çınarı korudu.
Akîdeye, mezheplere, hadislere, Ehl-i Sünnet omurga'ya yapılan saldırıları, dün olduğu gibi bugün de bu bin yıllık irfan çınarı püskürtebilir.
Bu kaynak, yeniden gürül gürül akmasın, İslâm dünyasını toparlamasın diye Türkiye'yi hem içerden hem de dışardan kuşatıyor emperyalistler!
O yüzden basiret ve feraset diyorum
Henüz yorum yapılmamış.