Sosyal Medya

Makale

Sana bu mektubu

Sana bu mektubu uzun bir kışın sonundan yazıyorum. 'Gecenin üçüdür bahse girerim' dizesinin bitişiğinden...

Sana bu mektubu günde on dört saat çalışan ve yemek için bile kendisine sadece on beş dakika verilen bir Çinlinin dünyaya yorgun bakan gözleriyle yazıyorum. Sığındığı kömürlüğü 'ev' haline getirmek için komşularının verdiği eski püskü buzdolabının üzerine dantel ören bir Suriyeli annenin hatırlamaktan örülü zihninden yazıyorum.

Sana bu mektubu işleyip duran rotatiflerin arasında sevdiği ortacı kızı düşünen bir matbaa işçisinin elleriyle yazıyorum. Babası geceleri eve gelmeyince yorganına sımsıkı sarılıp 'canavar birazdan gelecek' diye tir tir titreyen bir oğlan çocuğunun kalbiyle...

Sana bu mektubu yazıyorum. Çünkü bu kelimeler olmasa, bu cümleleri kurmasam sana, yaşamaya devam etmenin bir anlamı kalmayacak.

Dünya zor. Dünya yangın.

Son zamanlarda o eskiden tanıdığım delikanlıyı düşünüyorum sıkça. Hayatının bütün hikayesini on iki koliye sığdırabilen o delikanlıyı. Satmaya kıyamadığı kitapları eve götüren, sonra parasız kaldıkça birer birer çocuklarını yetiştirme yurduna vermek zorunda kalan bir annenin hüznüyle o kitapları tezgaha koyan delikanlıyı.

Yeni Harman ve şiir eşliğinde yavaş yavaş ölmeyi düşünüyordu. Şimdilerde diyet listeleri ve romanlar eşliğinde uzun uzun yaşamayı planlıyor.

O köşede seni beklerdi. Ellerini beklerdi. Yeşil eteklerini, eşsiz gülümsemeni beklerdi. Osmanağa'da ezan okununca namaza gider, Akmar'da Therion çalınca biraz daha dinlemek için adımlarını yavaşlatırdı.

Sana bu mektubu şiirlerini yazarken tırnaklarını yiyen, şiiri bitirince parmaklarını kütleten o delikanlının yanı başından, yani çok uzaktan yazıyorum.

Sana bu mektubu o Karacaahmet gününün eşsiz göğünden yazıyorum. Dört saat boyunca ölümün yanında dolaşıp da yaşamaktan, birlikte yaşlanmaktan başka hiçbir şeyi kendimize azık etmeden dolaştığımız o günden.

Delikanlı ne vakit bunca yoruldu, ne vakit çözüldü dizlerinin bağı hiç bilmiyor. İstekle, şevkle, hatta şehvetle istediği yaşamanın onu bu kadar yorgun düşüreceğini niçin hiç katmadı hesaba acaba?

Dünya zor. Dünya yangın.

Sana bu mektubu yazmak istediğim şiirlerin, ezberime almayı arzuladığım dizelerin, okumayı planladığım kitapların içinden yazıyorum. Gözlerimi kapatınca gözümün önünden kırlangıçlar geçsin istiyorum. Gözlerimi kapatınca gözümün önünden hızlı trenler geçiyor oysa. Elmanın, narın, incirin ve incinin üzerine yeminler etmek istiyorum. Ellerinin üzerine yeminler etmek istiyorum. Yeşil eteklerin üzerine yeminler. Ve yeminler etmek istiyorum her şeyin çok daha iyi, çok daha güzel olacağına dair okkalı yeminler. Olmuyor. Ne her şey daha iyi oluyor, ne her şey daha güzel.

'Kışın sonundan' dedim, ama yaz bir türlü gelmiyor anlıyorsun değil mi? Düğmelerini çözen, ceplerini boşaltan, ovalara ve tren katarlarına kavun yuvarlayan, nane seccadesinde başı dönen, boş salıncakları sallayan, metruk merdivenleri bir başına dolduran 'o yaz' bir türlü gelmiyor.

Kış geldi ve bir türlü gitmiyor.

Sana, 'bu mektubu sana yazıyorum' deyip duruyorum. Oysa ben bütün mektuplarımı sadece kendime yazıyorum. Zarfı da mazrufu da benim bu bitmek bilmeyen bezginlik öyküsünün.

Selam ederim.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.