Sosyal Medya

Makale

Ütopyam…

İnsanın kendine has bir ütopyası olmalıdır. Bu ütopyayı kendi kavramları ile tanımlayabilmeli ve onu sistematik bir düzeyde inşa edebilmelidir. Kendi ruhunu ve bedenini giydirerek ütopyasını canlandırmalı ve kendi ikizi haline dönüştürmeye çalışmalıdır. Bu aynı zamanda kendisine yönelik bir ilginin, ilişkinin ve diyalogun neye tekabül ettiğini de gösterir.

Her ütopya bir kişilik gösterisidir. Kişinin hayalini soyuttan somuta indiren bir bakıştır. Ütopya, hem insanın kendisine nasıl davranılmasını hem de kendisinin başkasına nasıl davranmasını kodlayan bir yaklaşımı içerir. Ütopya metafizikten fiziki alana kadar geniş bir yelpazeyi kavramsallaştırarak insanlığın bu ütopyada kendi anlamını ve geleceğini selamet üzere kuracağına olan inancı temsil eder.

Benim ütopyamda metafizik şu kavramlar üzerine kuruludur:

Mutlak iyilik; bu kavram metafiziğimin temelini oluşturur. Buradan kastettiğim şey şu: her şeyin iyilik üzere olduğunu temel bir aksiyom olarak kabullenmektir. Böylece her varlık zerresi iyiliğin bir işareti olacaktır. Fiziki alanda da buna uygunluğun aranacağını peşinen kabullenmedir.

Merhamet ve şefkat metafiziğin üzerinde bulunacağı ilişkilerin mahiyetini belirler. Yani merhamet ve şefkat ilişkilerde temel bir aksiyom olarak düşünülecek ve buna uygun bir tavır alışı eksene alacaktır. Varlıkla ilişki ve varlığın birbiri ile ilişkisi bu iki kavramsallaştırma ile düzenlenecek ve her şey bu düzenlemeye uygun olmalıdır. Merhameti ve şefkati kuşanan birinin ilişkisinin mahiyeti de buna uygun olmalıdır…

Tevazu: varlığın ontolojisinin üzerine kurulu olduğu bir kavramsallaştırmadır. Tevazu aynı zamanda kişilerin kendi hadlerini; sınırlarını bilmelerine zemin oluşturur. Ve hem kendi acizliğini, eksikliğini, zaafını bileceği gibi muhatabının da aynı maluliyeti taşıdığını bilerek davranışlarını onaylamaktır. Bu eksikliği bilme insanı aynı zamanda müstağni; yani tekebbür etmekten kurtararak varlığını güvende hissedecek bir zemine yaslanmaya olan inancını artıracaktır. Tevazu ile birlikte varlığın hamd üzere oluşu ve bu oluş üzerinden varlığının anlamını kavraması üzerinden başkası ile kuracağı bağın gücünü dikkate aldığımızda ilişkinin seyrinin alacağı zemin barış olacaktır.

Fiziki alana yöneldiğimizde ise birey, toplum, bireyin psikolojisi ile toplumsal zeminde siyaset, iktisat ve toplumsallığın üzerinde bulunacağı zemini de kavramsallaştırmamız gerekmektedir. Bu kavramlarımız aynı zamanda da metafizik kavramlarımızla da örtüşmeli ve bir insicamı oluşturmalıdır.

Bireyin psikolojisi özgürlük üzerine bina edilmelidir. Yani bireysel psikolojinin ontolojisi özgürlük üzerine kurulu olmalıdır. Özgürlük, kişinin tüm tahakküm kurma edimlerinden azade olduğunu kavramasıdır. Yani davranışını ortaya koyarken kendi iradi varlığı olarak buna karar verdiğinin bilincinde olduğunu hem bilmesi hem de hissetmesidir. Tabii ki özgürlük salt bireyin psikolojik vasatını değil aslında insanın içinde bulunduğu bütün zeminlerde; yani siyaset, toplumsallık, iktisadi olarak da özgürlüğü esas almalıdır. Hiçbir tahakküm gücü kişiyi isteminin dışında bir rızaya yöneltmemelidir. Bu noktada da temel kavramım güven olacaktır. Özgürlüğü besleyecek olan şey bu güvendir. Eğer güven olmazsa ne kişi kendi özgürlüğüne sahip çıkabilir, ne de diğer ilişkilerdeki özgürlüğü savunabilir. Ancak güven ile bu vasat koruma altına alınabilir.

İlişkilerin en belirleyici zemini tabii ki siyasettir… Siyasetteki temel kavramımız ise rasyonelliktir. Ama rasyonelliği de hak kavramı üzerine bina edebiliriz. Hak burada verili olandır. Herhangi bir zeminde yeniden inşa edilen bir şey değil. Hak, aynı zamanda ilişkilerdeki sınırı belirler. Çünkü ilişki demek bir sınır çizmek demektir. O zaman bu sınırları hak mefhumu üzerinden temellendirebiliriz. Ama bu hak zaten verili olarak vardır. Ve kimse kimseden farklı değildir. Yani hak konusunda bir eşitlikten dem vurmalıyız. O yüzden de mutlak bir iktidar kurulamaz. İktidar kendisine verili olarak sunulan haklara riayet etmelidir. Ama bu kullanımını hegemonyaya dönüştürerek özgürlüğe zeval veremez. Verdiği zaman meşruiyetini kaybedecektir.

İktisatta ise adalet geçerlidir. Herkes kendi çabası kadar kazanacaktır. Bir başkasının haklarına tecavüze yeltenmeyeceği gibi kendi hakkından fazlasına tamah göstermeyecektir. Yukarıdan itibaren kurduğumuz kavramsallaştırma bunu engelleyecektir zaten! Ama aynı zamanda adalet duygusu karşılıklı üstünlük ve çatışma ya da kıskançlığı da ortadan kaldıracaktır. Buna uygun bir psikolojik zemin ve temel aksiyomlar bunu sağlayacaktır. Herkesin kendi çabasının sonuçlarına gönüllü katlandığında sorunun başlamadan biteceğini söylemek mümkün hale gelir. Tabii ki bu noktayı tamamlamak içinde toplumsallığın üzerinde bulunacağı zemini de tanımlamamız gerekmektedir.

Toplumsal zeminde ise paylaşım esas olacaktır. Ve bu paylaşımı da tamamlayan en temel aksiyom vermenin eksene alınması olacaktır. Yani alan el olmaktan çok veren el olmayı içerir. Burada sadece verenlerin zenginler olması gerektiği gibi bir kanı yanlış olacaktır. Vermek, kişinin sahip olduğu herhangi bir şeyi bir başkası ile paylaşmasını öncelemesidir. İktisadi olanı sadece bir kısmını içerir. Bu tutumun başat öğe olduğu bir vasat sorunların büyük bir çoğunluğunu ortadan kaldırır. Geriye kalan sorunları da yine bu temel aksiyomları oluşturan kavramlarla çözüme kavuşturmanın birçok imkânı olacaktır.

İlk kavramdan itibaren bir ruh halini işaret etmeye çalışıyorum… Kişi bir sorunun parçası olmaktansa o sorunu çözüme kavuşturmayı irade etmenin zemini olmalıdır. Her şeye rağmen yine kötü şeyler olacaktır. Ama bu kötü şeylerin etkisini asgariye indirecek bir toplumsal zemin inşa edilebilir. Ayrıca son olarak bütün bu olup bitenlerin hangi zeminde gerçekleştirilmesi içinde bir kavramımız olacaktır: o da açıklık kavramıdır.

Açıklığın ilişkilerin zemininde olduğu bir tutum, doğal olarak serbest müzakerelerle her şeyin tartışılabildiği bir toplumsallığı oluşturabilir. Mahrem; kişiye özel mahremiyet ki bu toplumsallığın böyle bir mahremiyeti taşımadığı anlamına da gelecektir. O yüzden gizlisi ve saklısı olmayan, birbiri ile merhamet ve şefkat üzerinden bağ kuran, paylaşımı eksene alan ve güveni temel aksiyoma dönüştüren bir toplumsallık hem özgürlük hem de barışı süreklileştirebilir…

İnsana güven, Allah’a güvenin teminatıdır…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.