Sosyal Medya

Makale

007 James Bond’un Ninesinin Stratejik Derinliği

    Tarihimizle hatta dinimizle ters düşmek bahasına yıllarca kapılarında kul olduğumuz, fakat kabul görmediğimiz Avrupa barış(!) adasına şimdi de Suriyelileri sokmamak için memur kılındık. Üstelik sığınmacı kardeşlerimiz, çocuklarının geleceği adına denizlerde boğulmak bahasına batılılardan kabul görmeye çok isteklilerken. 50 yıl öncesinde Türkleri, kendilerine layık görmedikleri işleri gördürmek için çağıran batılılar, şu anda ikinci sınıf görülmeye bile razı olan sığınmacılara sırt dönüp yaşanılan gayri insani durumları görmezden geliyorlar. Adalı mantığıyla meseleye yakalaşan batılılar, Suriye’deki savaşı bitirmeye yanaşmadıkları gibi katliamdan kaçanların mağduriyetlerini de gidermeye çalışmıyorlar.

    Yaşanan bütün mağduriyetlerin müsebbibini konuşurken batılılardan hiç bahsetmiyor oluşumuzun yanında sığınmacılara sınırların kapatmaları insafsızlığını görmeyip, gâvurdan dost olunamayacağı idrakimizi tazelemiyoruz. Hala kendini muasır medeniyetinin bir parçası gören çift kıbleli muhafazakârlığımızın Suriye bağlamında orta doğuya bakışı bir batılıdan farklı değil. İşte bu sancılarla boğuştuğum günlerden birinde“Skyfall 007 James Bond” filmindeki bir diyalogu, adalıların nasıl düşünsel bir arka plana sahip olduklarını anlamamız açısından çok aydınlatıcı buldum. Filmin bir bölümünde İngiliz istihbaratı MI6’nın genel direktöriçesi, ajan 007 James Bond’a ninesine ait önemli bir stratejik derinliği(!) hatırlatıyor.

    “Büyükannenin bir adası vardı. Öyle ahım şahım bir şey değildi.

    Bir saatte tamamı dolaşılıyordu. Yine de bizim için bir cennetti.

    Bir yaz oraya uğradığımızda adanın sıçanlarla dolu olduğunu gördük.

    Sıçanlar adaya bir balıkçı teknesiyle gelmişler.

    Ve Hindistan cevizi yiyerek semirmişlerdi.

    Bir ada dolusu sıçanı oradan nasıl uzaklaştırırsın?

    Büyükannen bana, bu sorunla nasıl bahşedileceğini gösterdi.

    Önce bir petrol varilini gömdük. Sonra bu varilin kapağına bir düzenek yaptı.

    Ve kapaktaki düzeneğe yem olarak Hindistan cevizi koyduk…

    Hindistan cevizini yemek için gelen sıçanlar varilin içine düşüyorlardı.

    Bir ay sonra bütün sıçanları varilin içinde yakalamış olduk.

    Sen olsan bu sıçanla dolu varili ne yaparsın?

    Varili okyanusa mı atarsın? Yoksa ateşe verir de mi yakarsın?

    Hayır, hiçbir değil. Öylece bırakırsın.

    Günler geçtikçe acıkan sıçanların gözleri hiçbir şey görmez olur.

    Ve teker teker birbirlerini yemeğe başlarlar.

    Geriye iki tane kalana kadar bu devam eder.

    Kurtulan ikili… Sen olsan bu iki sıçanı öldürür müsün? Hayır.

    Onları alıp ağaçlara bırakırsın.

    Artık onlar Hindistan cevizi yemiyorlardır. Sadece sıçan eti yiyorlardır.

    Bu şekilde düşmanın olan sıçanların tabiatlarını değiştirmiş olursun.

    Kurtulan ikili birbirini yemek için amansız bir takibe başlar.

    Biri diğerini yediğinde ise adada sıçan kalmadığından geride kalan da açlıktan ölür.”

    “Sıçanlar adaya bir balıkçı teknesiyle gelmişler.” cümlesi, botlarla Avrupa’ya gitme hayalinde boğulan Aylan bebeğe, kibir kokan batılı bakışını gösteren iğrenç bir diyalog. Sığınmacıları sıçan gibi görenlerin derin stratejik hesaplarında bir kabul ve uzlaşı yoktur. Şimdilik değerli paralarıyla bu akını durdurdular. Kapağına Avrupa hayali düzeneği konulan bu varil, 3 milyar avro karşılığında bu topraklara da gömüldü. Türkiye’de, Avrupa’ya gitme hayaliyle bekleştirilenler, savaş uzadıkça birbirlerini tüketmekten başka çare bulamayacaklar.

    Irak ve Suriye bağlamında mezhep için birbirlerini yiyip bitirenler, artık ekmekle değil ötekileştirdiklerinin kanıyla beslemeye alıştırılmışlardır. Biz de yaygın kara propagandaların bir parçası olmaya yatkın olduğumuzdan dolayı, helal olan koyun ve inek eti yerine bizden olmadığını ilan ettiğimiz kardeşlerimizin ölü etini yemeye alıştırılıyoruz. Üstelik bu leşçil arzumuzdan iğrenmek yerine onun lezzetini sanal âlemde dillendirmeye başladık bile.

    Ümmeti bu fıçının içine mahkûm kılan dünyaya ait dizginlenmeyen hırslar değil mi?

    Bir yerde yapılan her şey insafsızca bir rekabeti gerektiriyorsa orası da bir fıçıdır?

    Allah ve Resulü üzerinden bile birbirini yiyip tüketmek fıçıdakilerin kaderi midir?

    Cihad, fıçının içinde ötekileştirilenlerin kanıyla beslenmenin dini kılıfı mıdır?

    Fıçının içinde en çok kan döken gazi, diğerleri tarafından yenilen şehit mi sayılmalı?

    PKK bahanesiyle Kürtlere bakışımız batılının insafsız nazarına benzemiyor mu?

    Bizi fıçıya mahkûm edenler sizce ırkımızla veya mezhebimizle ilgileniyorlar mıdır?

    Allah’tan beklediğimiz yardım, fıçıdan son çıkan iki fareden biri olmak mıdır?

    Her türlü emniyetli ortamından düşmanlık üretiyor olmamız fıtratımızın bir gereği mi?

    Niçin her cemaat, yoluna öleceğimiz yeni fıçı stratejileri için dini referanslar sunuyor?

    Mehdi, bizi fıçıdan sağ salim çıkaran mı yoksa fıçıyı yok edip gâvura karşı bir kılan mı?

    Dünya içinden çıkılmaz bir fıçı ise, biz kardeşkanı dökmek için mi hidayete erdirildik?

    Fıçıda kardeşkanıyla beslenenler bir gün ülkelerine döndüğünde ne yemek isteyecekler?

    ‘Fıçının kapağını açarım ha’ diye batılıları tehdit emek sizce İslami bir strateji midir?

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.