Makale
Paylananların Terbiyeden Payına Düşen
Varlık âlemine teşrif eden her yavru terbiyeye muhtaç doğar. Yavrular içinde bu ihtiyacı en uzun süren âdemoğludur. Belki bu yüzden o, gözünü ebeveyni başta olmak üzere etrafında pervane olanların gözünden ayırmaz. Gözlerinin içine bakar ve baktıkça öğrenir; onun öğrenme iştiyakı öğretme arzusunu besler. Öğrenme ve öğretme isteğinin örtüştüğü anlarda, tam öğrenme ihtimali artar. Merakın, ilginin esas alındığı öğretim taraflara haz verir. Bu, ihtiyacı esas almanın, hali ve kapasiteyi gözetmenin sonucudur. İnsani ve tabii bir ortam, öğrenene de öğretene de doyumsuz haz vermekle kalmaz, bereketi ve verimi de artırır.
Yavru büyüdükçe çeÅŸitlenen öğretim merak, ilgi ve ihtiyaçları gözetmeyi sürdürmelidir. Aksi halde tabii mecrasından çıkar ve bunda ısrar edildiÄŸinde ‘dostlar alışveriÅŸte görsün’ zihniyetine hizmet eder. Talibi yarına hazırlaması umulan öğretim, yasak savma kabilinden sürdürülen bir uÄŸraÅŸa dönüşür. Ä°lgilinin ilgi alanına girmeyen, merakını celp etmeyen, bir ihtiyacını karşılamayan müfredat, beton bir kanaldan farksızdır. Suyu bir yerden bir yere götürür fakat ne doÄŸaldır ne de denize götürür. O, sadece açanların amacına hizmet eden katı, kuru ve yapay bir ark iÅŸlevi görür.
Muhatabın yaşı kaç olursa olsun, terbiyenin de talimin de olmazsa olmaz niteliÄŸi insaniliktir. Bu hüviyetini muhafaza etmeyen öğretim, ne ıslah eder ne de kemale erdirir. Ne yazık ki o, bebeklikten çocukluÄŸa, ilk gençlikten gençliÄŸe geçildikçe genellikle bu niteliÄŸinden uzaklaşır. Ä°lerleyen yaÅŸla birlikte muhataba gösterilen anlayışın yerini söz sopası alır. SaÄŸanağı andıran kırıcı ve sert sözler taptaze kalplere çizik üstüne çizik atar. Olmadı kınamaktan suçlu hissettirmeye pek çok yol devreye sokulur. Bağırıp çağırma, azarlama öylesine kanıksanmıştır ki azarlananın ÅŸahsiyetinde yol açılan tahribatın farkına bile varılmaz. Åžahsiyeti tahrip edici tarzı normalleÅŸtiren zihniyet, muamele yasal çerçeve ile sınırlı iÅŸyerlerinde bile had bildirmeye çok meraklıdır. Uysa da uymasa da dayanağı, Ziya PaÅŸa’nın “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir. / Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” dizeleridir. O halde ebeveyn bile çekinmeden bir yabancıdan yardım alabilir; “Hadi amcası ÅŸu haylaza bir kız!” Rica/Komut anında yerine getirilir ve yaramaz hizaya sokulur. Kızmak o kadar doÄŸal hale gelmiÅŸtir ki buz tutmuÅŸ yolda kayıp düşene de köpürülür; son anda arabanın önünden alınan da saÄŸ kaldığına piÅŸman edilir, tabağındaki yemeÄŸi bitiremeyene de yemek zehir edilir.
Demin patladığı küçüğü daha dakikası geçmeden sevgiye boğanlara sık sık rastlanması, azarlamanın ne kadar sıradanlaştığını gösterir. Sevgiyi kızarak göstermek gibi bir çelişkiyi sergilemek fıtratın ifsadına yorulsa yeridir zira dünya tatlısı miniği azarlayarak sevmekten daha garip olanı bunun yadırganmamasıdır. Annelerin yüreği burkulur fakat onu fark edebilmek için göze inen ve tutarsızlığı tutarlılık gibi gösteren perdenin yırtılması gerekir. Bir arada bulunması muhal olan iki zıt duyguyu mezcedebilen bir âdemoğlu, ıslaha niyet ettiğinde bile ifsada neden olur ve olan gözümüzün nuru yavrulara olur.
Her gün sayısız örneğiyle karşılaştığımız öfke patlamaları, sahibinin eğitici değeri olan amellerini etkisizleştiren çok ciddi bir sorundur. Buzlanmış bir yolda ayağı kaydığı için oğluna sinirlenen babanın hali, şaşılacak bir hal olmaktan öte nedenleri üzerinde kafa yorulması gereken bir kişilik sapmasıdır. Düşme tehlikesi geçiren de babasının azarını işiten de çocuksa bu en hafif ifadesiyle eğitim kazası demektir. Kazaların artması askeri tabirle eğitim zayiatlarının artması demektir. Ayrıca dünyada düşmek gibi bir suç varsa suçlanması gereken oğul değil ona nezaret eden baba olmalıdır. Yolların buzlanmasının sorumlusunun, yetkilisiyle yetkisiziyle şehir sakinleri olması bir tarafa öfkenin şehvetine kapılan er kişi, böyle bir yolda nasıl yürüneceğine dair talim fırsatını heba eder.
Ölüm tehlikesi geçiren yavrunun maruz kaldığı öfke patlaması, onu trafiğin tehlikeleri konusunda bilinçlendirmediği gibi sadece hatırlandığında iç burkan bir hatıra olarak hafızaya kazınır. Çocuğun ömrü oldukça iç içe yaşayacağı trafik gerçeğine karşı doğru davranışları öğrenmesi, ebeveynin sükûnetle tepki vermesine bağlıdır. Yavru, şükür cümleleri eşliğinde bağıra basılırsa tehlikenin daha iyi farkına varır. Üstelik ebeveyni için ne ifade ettiğini anlar ve onlardan gelecek her yönlendirmeye kapılarını sonuna kadar açar dolayısıyla trafik talimi için hazırdır. Talim olmadan hiçbir davranışın meleke haline gelmeyeceğini bilen böyle bir fırsatı kaçırmaz.
Yemeğini bitir, diye çocuğuna baskı yapan her zaman kendi tabağını silip süpüremediğini hatırlamaması şaşırtıcıdır. Önüne konulan her yemeği yememe hakkını(!) kendinde gören bu hakkı çocuğuna neden çok görür? Baskı yapmanın zararının yararından çok olduğunu bilmez mi? Zorla yenen aş ya karın ağrıtır ya da baş, atalar sözünü duymamış mıdır? Yararlı olduğunda şüphe olmayan ve özene bezene hazırlanan her yemeğin görüntüsü, tadı ve kokusuyla her çocuğu çekmeyeceği dikkate alınmazsa o güzelim nimet eziyet aracına dönüşür. En kötüsü tiksinmeye yol açacak her yaklaşım, bir gün o yiyeceğin sevilme ihtimalini hepten yok eder. Yanlış davranışların kemikleşmesine neden olan baskı, başlangıçta kazandırsa da uzun vadede kaybettirir; üstelik kayıp kazançtan kat kat fazla olur.
Yerli yersiz, gerekli gereksiz hemen her zaman feveran etmek, bir terbiye yolu değil olsa olsa öfke bağımlılığıdır. Öfke, aklı kullanmayı engelleyen duyguların başında gelir, hele tiryakisi olunmuşsa. Böyle olmasaydı, yolun buzlanması normal mi, evladımın ölüm tehlikesi geçirmesinde asıl kusurlu kim, çocuğun yemeği bitirmek istememesinin nedeni nedir vb. sorular sorulurdu. Sorusu olan paylamanın değil cevabın peşine düşer, sorunu tespit etmeye uğraşır, çözüm üzerinde kafa yorar. Ulaşılan sonuç öfkelenmeyi gerektiriyorsa çocuğa değil ilgiliye patlamak anlaşılabilir bir durumdur ancak hak etse bile paylamak sorunu çözmeyeceğine göre asıl olan çözüme odaklanmaktır. Bu da öfkeyi kontrol edebilmekle mümkün olur. Öfkeyi kontrol altına almayı, sükûneti korumayı meleke haline getiren fertlerden oluşan bir toplumda ne çocuklar şamar oğlanına döner ne fertler birbirlerini paylar ne de öfke nöbetleri görülür.
Bir amelin haysiyeti, gerektiğinde gerektiği kadar yapılarak korunur. Gerekli gereksiz sürekli yapılarak tadı kaçırılan her eylem tesirini yitirmekle kalmaz, bir de muhatapta olumsuz izler bırakır. Mesela laf kalabalığına maruz kalan veya sürekli azarlanan kişi söz arsızı olur ve söze karşı duyarsızlaşır. Üstelik Ökkeş diyeceği dudağını büzüşünden belli olduğundan kastını anlayan muhatap anında gardını alır ve kendini kapatır ya da o anki ruh haline göre tepki verir ve bu tepkiler tekrarlandıkça kemikleşir. Bunlar yalan söylemeden gerçeği gizlemeye, ağzını bozmaktan isyan etmeye pek çok davranıştır. Amaçlanmamasına rağmen yol açılan netice terbiye adına tek kelimeyle bir faciadır.
Asabı bozuk olan kiÅŸi, söz ve tavırlarıyla sinirleri hoplatmada birebirdir. Sanki Allah onu, bağırıp çağırsın, asap bozsun, önüne geleni hırpalasın diye yaratmıştır. Neden olduÄŸu nizadan, hır gürden, tartışmadan, kavgadan konuÅŸmaya, sohbete, düşünmeye ne sıra gelir ne mecal kalır. Oysa kerim kitap Kur’an, öfkeyi kontrol altına almayı ve affetmeyi muttaki olmanın bir gereÄŸi sayar. Muttaki haddini bilendir ve Allah onları muhsin olarak niteler ve muhsinleri sevdiÄŸini belirtir (3/Ali Ä°mran 134). Aynı surenin 154. ayetinde peygamberin hilmi, Allah’ın ihsan ettiÄŸi rahmet olarak övülür. Ayrıca Yunus peygamberin, öfkeyle verdiÄŸi kararını zulüm saydığı ve kendisini zalimlerden biri kabul ederek piÅŸmanlığını dile getirdiÄŸi haber verilir(21/Enbiya 87). Örneklerin en güzeli Muhammed sav hilmi, anlayışı, affediciliÄŸi ile de numunedir ve o, rakibini yeneni deÄŸil öfkesine hâkim olanı yiÄŸit ve güçlü sayar(Kütüb-i Sitte, Çev. Ä°. Canan, C. 12, s. 294, AkçaÄŸ Yay. Ankara 2012). “Gerçekte öfke, kısa süren bir deliliktir(Ahlakı OlgunlaÅŸtırma, Ä°bni Miskeveyh, Ç. A. Åžener, Ä°. KayaoÄŸlu, C. Tunç, Kültür ve Turizm Bak. Yay. s. 173 Ankara 1983).” diyen üstat Ä°bn Miskeveyh onu, “bir çeÅŸit zulüm ve ölçüsüzlük” sayar(Ä°bni Miskeveyh, age, s. 180,).”
Sözün özü histeriye dönüşen öfke, bir anafor gibi içine çektiği herkesi yutar. Baldan tatlı gelse de keskin sirke işlevi görür. Yırtınan biri, kendinden başlayarak dokunduğu her canı acıtır. Öfkesini dizginlemeyen, onun esiri olan, çevresini kendinden ve temsil ettiklerinden soğutur.
Henüz yorum yapılmamış.