Makale
Ânı yaşamak: Carpe diem
Carpe diem... Ânı yaşamak...
Bize anı yaşamak hiç öğretilmedi sanırım.
Biz anı değil, ya geçmişe takılı kalmayı öğrendik ya da geleceğe doğru uzun emeller ardında koşmayı...
Oysa an, elimizin altındaydı...
O anın değerini takdir etmeyi öğrenseydik, onunla, bir süre sonra geçmişi değerlendirmeyi de öğrenmiş olacaktık. Geçmişi değerlendirmeyi öğrenmekle belki bir gelecek inşa etmenin yöntemini de ele geçirecektik!
Anı yaşamak nedense gözümüzde hep küçük düşürüldü...
Acaba sorumluluğu Epikür'ün üstüne mi atsak?
Anı yaşamak hazcı felsefenin tekelindeymiş gibi algılandı...
Oysa bu deyim (carpe diem) ondan çok sonra yaşamış olan Latin şairHoratius'un bir dizesinde geçer ve yaygınlığını bu şiire borçludur...
Anı yaşamak, vur patlasın çal oynasın çağrışımıyla birlikte zihnimizde yer buldu...
Geçmiş geçmiştir; gelecekse henüz gelmediği için yoktur, öyleyse şimdinin tadını çıkar anlayışı ön aldı anı yaşama söyleminde...
Oysa neden, bu an, bir an sonra geçip gidecek, öyleyse onu kendine en faydalı hale getir anlayışını benimsememizden uzak tutuldu?
Acaba onun geçiciliği miydi, bizi anı yakalamaktan men eden?
Hatırlanmalıydı ki, geçmiş de zaten geçip giden anların bir birikimiydi. Gelecek olansa an be an yaşanıyordu. Ve içinde bulunulan her an, geleceğin zincirine bir halka ekleyerek geçip gidiyordu...
Peki, an nedir? An, zamanın kendinden daha küçüğüne inilemeyen en sondaki marjinal parçacığıdır... Nasıl mekânın bölünemeyen en küçük parçacığına atom diyorsak, zamanın daha küçüğüne inilemeyen, bölünemeyen en küçük birimine an (lahza) diyoruz.
Zaman... Öyle mi? Mekânda, bir noktadan başka bir noktaya intikal etme süresi... Yeni bir anlayış tarzına göre mekânın dördüncü boyutu...
Pratikte, bunu dünyanın hareketiyle ölçüyoruz. Dünyanın kendi çevresinde bir turu ikmal etmesini 24 saat kabul ederek akrep ve yelkovan saatini belirliyoruz. Tabii ki, bu belirleme bize sabit bir saat döngüsünü veriyor. Oysa dünyanın güneşe olan konumu her an değiştiğinden gerçek zaman ile bizim akrep ve yelkovanla belirlediğimiz sabit zamanımız birbiriyle uyumlu değil. Ama zamanı belli bir sabiteye bağlama zorunluluğu bize bu farkı göz ardı etmeyi dayatıyor.
Saatimizin tik takları ise geçip giden anları ihtar ediyor. Durmadan, bir anı daha savuşturduğumuzu yüzümüze vurup duruyor...
Henüz yorum yapılmamış.