Sosyal Medya

Makale

Satranç dersleri

Derler ki İslam ülkesinin bir ucunun Hindistan'da, bir ucunun Afrika'da, bir ucunun İspanya'da olduğu o mesut günlerde iki âlim yaşarmış. Âlimlerden biri Kurtuba'da, diğeri Şam'da ikamet edermiş. Birbirleriyle ilmi meseleleri müzakere etmeyi çok seven bu iki kadim dostun aynı zamanda ortak bir tutkuları da varmış: Satranç.

Şöyle oynuyorlarmış: Şam'da oturan âlim, yolu Endülüs'e düşecek kafilelere oynayacağı hamleyi yazıp veriyormuş. İki ay, üç ay, dört ay süren yolculukların ardından kafile Endülüs'e iniyor, diğer âlime hamlenin yazıldığı pusulayı teslim ediyormuş. Endülüslü âlim de Şam'a giden kafilelere veriyormuş pusulasını elbette.

Anlatılanlar doğruysa bu yöntemle 19 sene süren oyun, bir kazananı olmadan, beraberlikle sona ermiş. Vakıa, Endülüslü âlim bir ara Şamlı dostunu epey sıkıştırmış; lakin yaman bir satranç oyuncusu olan Şamlı, ne yapıp edip kurtulmuş cendereden.

'19 yıl süren bir oyundan ne anlamamız gerekir' sorusunun cevabını okurlara bırakmak niyetindeyim. Ancak şu kadarını da söylemek isterim: 'Sabır, öyle kolayca elde edilebilecek bir haslet değildir.'

Tabii, söz konusu satranç olunca Türk şiirinin göğekini İlhami Çiçek'i de mutlaka rahmet ve hasretle anmak gerekir. Yaman bir satranç oyuncusu olan İlhami Çiçek, oyunun ruhu üzerinden de enfes bir şiir yazmış ve adını 'Satranç Dersleri' koymuştur.

Şöyle demektedir mesela: 'uzun bir nehirdir satranç / kıvrak ve uzatarak boynunu / nice güneş batışını yerinde görmüş boynunu / oysa veba tarihçileri bilmemişlerdir / her karenin bir karşı veba girişimi olduğunu / göğe bezgin bakanların bir türlü öğrenemediği / bir oyundur satranç'

Satranç, İlhami Çiçek için kocaman bir dünya, bir evren halini almıştır. Şiiri okudukça satrancın gözünüzdeki değeri büyür ve bir süre sonra dünyayı sadece satrançla izah edebileceğinizi düşünmeye başlarsınız. Eh, iyi şiir yapar bunu insana: 'artık anlaşılmıştır günün akşamlılığı / kesin mat yok / iyi oyun vardır sadece / ve satranç aslında dalgınların oyunudur / dalgının ölüm karşısındaki sükuneti / düşmana / ölümün dehşetinden korkuludur'

Satranç deyince Zweig'ın muhteşem öyküsünü anmadan olmaz. Bir gemide geçen bu güçlü anlatıda Zweig, Gestapo tarafından hapsedilen ve satrancı hücresinde kendi kendine öğrenerek tam bir usta oyuncu olan 'Dr. B' karakterini ne de güzel anlatır. Öyküde benim asıl ilgimi Dr. B değil de, satrançta dünya şampiyonu unvanını elinde bulunduran Czentovic çeker. Kendini güçlükle ifade eden, anlama konusunda sıkıntılar yaşayan bu köylü karakter, bütün saygınlığını muhteşem oynadığı satranca borçludur.

Bir de 'ariflerin satrancı' var tabii. Ol rivayet odur ki büyük mutasavvıf İbn Arabi, tasavvuf yolunun inceliklerini talebelerine kolayca anlatabilmek için bulmuştur bu oyunu. 'Zillet'ten 'visal'e 101 basamaktan oluşan oyun bir oyundan çok daha fazlasıdır.

Bana gelince… Kurallarını bilirim satrancın, ancak hiçbir zaman 'ortalama bir oyuncu' dahi olmayı baÅŸaramamışımdır. Stratejik düşünmek, sonraki hamleleri planlayarak hamle yapmak, rakibi de sürekli hesaba katmak gibi satrancın olmazsa olmaz kuralları bana hiç uygun deÄŸildir ne yazık ki. YetiÅŸkin bir hiperaktif olarak sonuca doÄŸrudan gidebileceÄŸim, konsantre olmamı gerektirmeyecek oyunları daha çok severim.

Aslında bu yazı kendisini bir fetvaya borçlu biliyor musunuz? Suudi Arabistan baş müftüsü Şeyh Abdülaziz, satrancı 'haram' ve 'vakit kaybı' olarak nitelendirip yasaklanmasını talep etmiş. Tabii, 'kumara teşvik' ile 'insanları düşmanlığa sevk' de şeyhin satranç için bulduğu tehlikelerin diğerleri.

Bense şöyle diyorum: Yüzyıllar boyunca 'öğrencilerin zihinleri gelişsin, karar verme yetenekleri pekişsin' diyerek onların satranç ve dama oynamalarını teşvik eden Kürt ve Türk medrese geleneği var olsun. Bana, insanlık ve İslam adına umut veren budur. Penceresinden bakınca içerideki aydınlığı gördüğüm yer bu gelenektir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.