Makale
Türkiye meydan okuyor
Türkiye, bir yandan kendi iç dinamikleriyle kendini değiştirmeye çalışıyor. Bir evreden bir başka evreye geçme çabasını gösteriyor. Bu çaba, değişimi isteyenlerle bu değişime karşı çıkanlar arasında ister istemez bir zıtlaşmanın doğmasına yol açıyor. Bu zıtlaşma veya belki daha isabetli bir deyimle bu zihinsel çatışma taraflar arasında gerginliğe yol açıyor.
Öte yandan bu iç değişmenin dışarıya, uluslararası ilişkilere de bir tür yansıması görünüyor. Türkiye, değindiğimiz değişimi kendi tarihsel konumunu dikkate alarak gerçekleştirmeye çaba gösteriyor. Tarihsel kimliğinin ona telkin ettiği istikamette bir değişime talip görünüyor. Bu kimlik bir bakıma ona çok yeni görünmüş olabilir. Fakat bir başka veçheden de bu geleneksel kimlik onun asal özniteliğinin ta kendisi olarak dışlaşıyor. Onun belki de temel özsel mayası İslam dininin isterleriyle örtüştürülebilir.
Eğer bu belirlememiz isabetli ise Türkiye'nin hâlihazırdaki dış politikada nasıl çetin bir mücadele içine girdiğini anlamamız ve açıklamamız kolaylaşır.
Söz konusu telakki tarzı, yani bu ülkenin asal kimliğini kendi özgeçmişinde arama ve orada bulma tutumu, halen içinden geçmekte olduğumuz dış politika sürecinde nasıl olup da ona vaktiyle dost görünenlerin bile muhalif bir tavır içine girdiğini anlamanın ipucunu veriyor. Şöyle ki, bu durum, Türkiye'nin Suriye konusundaki tutumunda onun yanında yer alması beklenen devletlerin bile ayak sürüdüğü, açık kalplilikle Türkiye'nin yanında yer almaktan çekindiği, fakat onun yerine münazaalı bir tutumu benimsediklerini açıklamaya yetiyor.
Burada, İslam'ın belli bir telakki tarzına değinmemiz gerekiyor. İslam, kendini bir millet olarak gördüğü gibi küfrü de bir millet olarak görüyor.
Küfrü tek millet olarak kabul ve tasdik etmek, Müslümanların onlara karşı olan tutumunda başlıca belirleyici faktör haline geliyor. İslâm kendi dışında kalan, hatta kendisinden önce gelmiş bulunan bütün dinleri batıl saymış ve onların topunu bir millet olarak ilan etmiştir. Bu belirleme, aslında İslam'ın onlara meydan okuma tavrını ortaya koyarken, bir yandan da küfrün kendisine karşı topluca cephe almasına açık kapı bırakıyor. Ne var ki, Müslüman politikacı ferasetini kullanmak suretiyle onların tek cephede buluşmasının önüne geçmenin imkânına yol bulabilir; bulmalıdır da... İslam tarihinde bu pozisyonun örneklerini bulmak zor değil...
Halen, NATO örgütü dâhil, Türkiye'nin dış politikasına muhalefet etme hususunda beis görmeyenler, tam da İslam'ın tespit ettiği küfür cephesini oluşturuyor. Ama bu, onların şerrini bertaraf etme adına onlarla diplomatik ilişki kurmaya ve iyi geçinmeye mani olmamalı: basiretli olunacak nokta da burada temerküz ediyor. Türkiye'nin önünde duran bu çelişki ancak İslam'ın diyalektik telakki tarzıyla aşılır.
Henüz yorum yapılmamış.