Sosyal Medya

Makale

Çok âşıksın, keşke olsan

Ah şu kullanılmaktan sakıza dönmüş, tadı geçince bir kaldırıma tükürülmüş, gelip geçenin üzerine üzerine basmasından dümdüz bir leke olarak hayatımıza asılı kalmış kelime: Aşk.

Ne çok çekiştireni, ne çok tanımlayanı, ne çok söz alanı var üzerine. Kelime de ne denli mübarekse hiç kimseye 'üzerime bunca gelmeyin, sizin beni tarif edeceğim diye tahrif etmenizden bıktım usandım' demiyor. Sessizce katlanıyor başına gelenlere.
Serde sofilik varsa da sakın ola ki size bir 'ilahi aşk tiradı' patlatacağımı sanmayasınız. O işin hem iyi hem de hokkabaz uzmanları var. İyilere kulak kesilir, hokkabazlara da 'selam' der geçeriz.

Ben bugün bir erkeğin bir kadına yahut bir kadının bir erkeğe duyduğu biçimiyle aşktan söz açma niyetindeyim. Daha doğrusu, her seferinde kendimizle kurduğumuz 'benlik ilişkisini' aşk sanmamızdan.

Sizce de öyle deÄŸil mi? Kendini bu denli seven, bu denli önemseyen, her durumun kendisinde baÅŸlayıp kendisinde bittiÄŸini düşünen… Düpedüz 'kendinde olan biten'e gömülü yaÅŸamaktan mutlu ve mesut olan çaÄŸ insanının kendisinden baÅŸkasına âşık olması, olabilmesi mümkün mü?

Hadi şunun adını dürüstçe koyalım: 'İyi hissetmek masalı' sadece kendimizle ilgili bir düzlem oluşturmadı mı? Ve biz artık sadece iyi hissetmek için yaşamıyor muyuz?

Sahi nedir iyi hissetmek? Yaşadığımız, daha doğrusu yaşamamız istenen küçük anlar üzerinden kendimizi 'iyi' olmaya ikna etmek bence. Dünyanın hâkim anlayışı 'iyi hissetmek için bol seçenekli listeler' koyuyor önümüze. Bazen bilmem nereden denize bakmak, bazen bir partiye katılmak, bazen bir milyon kez keşfedilmiş turistik bir şehri keşfetmek. 'İyi hissetmek için' yaptığımız şeylerin neredeyse hiçbiri bize ait değil. Benzersiz değil.

Sosyal medyada özellikle ergen ve genç kategorisine giren insanların aşk üzerinden yazdıklarına dikkat edince korktum gelecek adına. Aşkı bile bu denli bencilleştirmek, iki kişilik bir çoğulluk inşa etmek yerine tek kişilik bir yalnızlığa bir kızı ya da bir delikanlıyı dekor olarak dikivermek. Çok tehlikeli.

Uyandırayım gençler: Gerçek aşk bu değil.
Mesela birini yazayım buraya: 'Kalbinizi yoranları deÄŸil, onaranları sevin' yazmış delikanlının biri. AÅŸkın bir çeÅŸit terapi olduÄŸunu falan düşünmüş anlaşılan. Havalı da bir söz deÄŸil mi? Oysa aÅŸk, insanı yormaktan baÅŸka bir alanla iÅŸtigal etmez. Ä°nsan yorulur aÅŸkla. Hem yorulur, hem de yoÄŸrulur. Kalbinizi falan da onarmaz. Sizi dalgınlaÅŸtırır, hırçınlaÅŸtırır, sarsar falan. Fakat çaÄŸ insanının buna dayanacak gücü yok. O, kendi hayatını yaÅŸarken yanına 'paralel' ÅŸekilde yakışan ve mümkünse 'temas etmeden' yaÅŸayabileceÄŸi bir konu mankeni arıyor altı üstü. Böyle olunca da 'iliÅŸki' asla aÅŸka dönüşmüyor. Fakat burada duralım. O iliÅŸkiyi 'aÅŸk' saymanın havası öyle fazla ki… Dolayısıyla sürekli, aslında aÅŸk hakkında en küçük fikri olmayan 'âşıklar' görüyorum etrafta. En temel diÄŸerkâmlıkları göstermekten aciz, en küçük fedakârlıklardan kaçınan ve en küçük olumsuz hadisede 'aÅŸkı biten âşıklar.'
İşte benim en sevdiğim sosyal medya sloganlardan biri daha: 'Üzülen taraf biz olduktan sonra kimin kaybettiğinin bir önemi yok.' Bu da çok havalı duruyor değil mi? Fakat çok temel bir sorun var ortada. Zira aşk bir kazanma biçimi olmadığı gibi, bir kaybetme biçimi de değil.

Bize durmadan kodlanan 'kazanma-kaybetme' düzleminin aşka uyarlanmasının vahim sonuçları var. İnsanı kazandığından sıkılan ve hep yeniden kazanmak zorunda hissettiren o açmazın aşka da bulaşıyor olması büyük sorun.

Ezcümle… AÅŸk seçebildiÄŸin deÄŸil, başına öyle durduk yerde gelendir. Biri sana âşık olursa 'kazanmış' deÄŸil, 'yanmış' olursun genellikle. O yandığın ateÅŸ seni ya piÅŸirir ya yakıp küle çevirir.

'Bu kız / bu delikanlı benim olmalı' diye çıktığın seferin aşkla sonuçlanmayacağı kesindir. Yarışmadır onun adı. Ticarettir. Yatırımdır falan. Aşk olsa duramazsın, durduramazsın.
Ne yoralım aşkı, ne durduk yerde yorulalım aşktan.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.