Sosyal Medya

Makale

Ölür oğlum bu kuş

 8 yada 9 yaşında olmalıyım. O yıl sabahçıyım. Dedemin tabiriyle 'yarım'da bitiyor okul. Mahallenin uygun arsalarında çılgın maçlar için yeteri kadar süre var yani.

O gün okul dönüÅŸü beyazlı grili bir güvercin çekiyor dikkatimizi. ArkadaÅŸlarımdan biri 'kumru oÄŸlum bu' diyor. 'Kumru' ne demek bilmesem de bayılıyorum bu uçmayan kuÅŸa. Uçmuyor, çünkü kanatlarından birini çırpamıyor. Biraz da kan görüyoruz kanadının altında. Yürümeye dahi mecali yok. O tümsekte öylesine duruyor.

'Yukarı mahallenin bebeleri vurmuÅŸtur la' diyor bir arkadaÅŸ. 'Yok oÄŸlum. Kedi kapmış bunu' diyor bir baÅŸkası. Benimse aklımda bir cümle: 'Ölür oÄŸlum bu kuÅŸ.'

ArkadaÅŸlarımdan birinin kurduÄŸu 'piÅŸirek mi la?' cümlesiyle kulaklarım zonklamaya baÅŸlıyor. Sapandaki taşı sadece cansız hedeflere atabilen bir çocuÄŸum zaten. O küçücük kuÅŸu 'piÅŸirme' teklifi beni çileden çıkarıyor. ArkadaÅŸlarımdan kuÅŸa bir zarar gelebileceÄŸini düÅŸünüyorum: 'Kimse dokunmasın. Ben ona bakarım.'

Bir koli yetiyor aklımdaki yuvayı yapmaya. Altına gazete seriyorum özenle. Koliye, kuÅŸ hava alabilsin diye küçük delikler açıyorum.
Annem, kuÅŸun yaralı olduÄŸunu görünce eve getirmeme ses etmiyor. Hatta nerden buluyorsa buÄŸday buluyor biraz. Eline alıp ıslak bir bezle kanını siliyor. Yaramazlığı ile meÅŸhur kardeÅŸimi sıkı sıkıya tembihliyorum: 'Sakın kuÅŸa dokunma.'

 

 

 

 

 

 
 



Sabah bakıyorum. Sanki biraz toparlanmış. Önündeki buÄŸdayları da yemiÅŸ epeyce.
O gün okulda ne yaptığımı bile bilmiyorum. 'Bir an önce zil çalsa da eve gitsem' diye bekliyorum. Bir vaktin gelmesini bu denli beklediÄŸim tek bir hadise olmuÅŸtu daha önce. Dedemlerin hacdan dönüÅŸünü beklemiÅŸtim.
Nihayet zil çalınca ok gibi fırlıyorum yerimden. Bütün bir yolu koÅŸarak dönüyorum eve. Merdivenleri ikiÅŸer ikiÅŸer çıkıp kuÅŸun yuvasına yetiÅŸiyorum.
'Anne, niçin hareket etmiyor kuÅŸ?'

Çenem titriyor. O an gözyaÅŸlarımı salıvermiyorsam tek bir umudum olduÄŸundan… Annem mutfaktan gelecek, koliye bakıp 'uyuyor yavrum' diyecek.

Bunun yerine elini başıma götürüp saçımı okÅŸuyor annem. 'ÖlmüÅŸ' kelimesini duyup sarılıyorum anneme. Dakikalarca hıçkırarak gözyaşı döküyorum.

Kendimi toparlıyorum. Koliyi öylece alıp karşıdaki arsaya gidiyorum. Elimle bir çukur kazıp kuÅŸu gömüyorum. Toprakla mezarını yükseltip bir Fatiha okuyorum. Mezarını okÅŸuyorum ellerimle. 'Sana söz, seni hiç unutmayacağım' diyorum.
Hayat o an çok anlamsız geliyor. Maç yapmak istemiyorum. Yukarı mahallenin çocuklarıyla kavgaya tutuÅŸmak istemiyorum. Hani o dakika babam gelip 'Gençlik Parkı'na gidelim mi?' dese kabul etmeyeceÄŸim.

Çok sonraları, Peygamber Efendimiz(sav)'in Medine'de kuÅŸu ölen bir çocuÄŸa taziyeye gittiÄŸini öÄŸrendiÄŸimde tam olarak kavrıyorum Efendimiz(sav)'in bunu niçin yaptığını… O, kuÅŸu ölen çocuklar adına, o esnada yaşıtımız olan bir çocuÄŸa gitmiÅŸ ve hepimize en derin, en kalbi taziyelerini sunmuÅŸ. Çünkü çocukların hayatı, hayatın elinizden kayıp gittiÄŸini, ölümü, ölümün benzersizliÄŸini en çok kuÅŸları öldüÄŸünde anladığını biliyor.

Hep söylüyorum. Yine tekrar edeceÄŸim. Bugünkü hayatımızın tamamını Efendimiz(sav)'in çocuklara ve hayvanlara karşı davranışlarından hareketle yeniden kurgulayabiliriz. Evinin kapısında beslediÄŸi çöl parsının ipini geniÅŸ tutmasındaki hikmetten baÅŸlayabiliriz iÅŸe. Kedisi Müezza'yı nasıl sevdiÄŸiyle baÅŸlayabiliriz. Develere fazla yük yüklenmesini yasaklamasından baÅŸlayabiliriz. Torunlarının namazda nasıl sırtına bindiklerinden baÅŸlayabiliriz. Bir bayram günü mahzun olan bir yetim çocuÄŸa 'istemez misin senin baban ben olayım' deyiÅŸinden baÅŸlayabiliriz. Kedileri çok seven bir arkadaşına 'kedi babası' lakabını takmasından baÅŸlayabiliriz. Kedilerin parayla alınıp satılmasına niçin karşı olduÄŸundan baÅŸlayabiliriz. DaÄŸlanmış bir hayvan görünce hiddetlenip 'kim bu hayvanı çirkinleÅŸtirdi. Kimse kimseye ateÅŸle eziyet edemez' deyiÅŸinden baÅŸlayabiliriz.

Bütün bunlarla baÅŸlayacağımız bir yolculuk bizi 'bu kocamış ve köhnemiÅŸ dünyayı kurtaracaksa merhamet kurtaracak' cümlesine götürür. Ve o cümlenin bizi götürdüÄŸü yer ne güzel bir yerdir.

Haylaz da olsalar

 

 

 

 

 

 
 



KendiliÄŸinden, bir sivil inisiyatif olarak geliÅŸen ve toplumun karşısına çok güzel bir öneriyle çıkan sosyal sorumluluk kampanyalarına bayılıyorum. Sahip olduÄŸu logoyu yaptığı kampanyadan çok daha fazla önemsiyor görünen bir takım sivil toplum kuruluÅŸlarının aksine böylesi iÅŸler bana çok daha fazla desteklenmesi, önemsenmesi gereken iÅŸler olarak geliyor.

Sevgili dostum Necmettin Asma'nın beni haberdar ettiÄŸi kampanya, tam da sözünü ettiÄŸim türden bir kampanya. AfiÅŸinde bir sivil toplum kuruluÅŸunun logosu yok. DoÄŸrusu, kampanyanın önermesi düÅŸünüldüÄŸünde buna gerek de yok.

Nedir peki o kampanya? Gelin afiÅŸinden okuyalım: 'Çocuklar mutlu olsun. Haylaz da olsalar onlar bizim çocuklarımız. Sen de aracının torpido gözünde süt, meyve suyu, çikolata bulundur; ışıklarda bekleyen Suriyeli çocukları mutlu et.'

Yalın ve net deÄŸil mi? Dileyen herkesin katılabileceÄŸi, dileyen herkesin yaygınlaÅŸtırabileceÄŸi bir kampanya. Kendisini 'büyük insanlık ailesi'nin bir ferdi sayan herkesin gönül rahatlığı ile uygulayabileceÄŸi bir iÅŸ.

Üstelik sadece mülteci çocuklara yönelik olması da gerekmez. Selpak aldığınız yaÅŸlı bir teyzeye parasının yanı sıra bir kutu süt de ikram edebilir, bir hayır dua alabilirsiniz. Yahut ışıklarda yanınızdaki aracın arka penceresinden size bakan bir prense ya da prensese bir gofret uzatabilirsiniz. Maksat, yüzlerde hoÅŸ bir tebessüm bırakmak…

Siz de bir çocuÄŸu, bir yaÅŸlıyı, bir mülteciyi sevindirmek isterseniz buyurun lütfen. Doldurun aracınızın torpidosunu.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.