Sosyal Medya

Makale

Hicretimizi Anlamlandırmak

Kervan düzüp ticaret yapma hususundaki yeteneÄŸine raÄŸmen, esas isteÄŸinin bu olmadığını; kabilesinin tapındığı taÅŸ ve tahtadan putlara, köleci üretim anlayışına, güç ve itibara dayalı sosyal iliÅŸkilere, kızlarını diri diri topraÄŸa gömecek kadar küstahlaÅŸmış maddeciliÄŸe karşı gittikçe münzevileÅŸen ruhunun bir ÅŸeylerin olgunlaÅŸmakta olduÄŸunu fısıldaması ile anlar gibi olmuÅŸtu. Bir ÅŸeyler artık deÄŸiÅŸmeliydi. Ancak “Bu nasıl ve kiminle olacak?” diye düÅŸünürken kendini Hira’da küçücük bir maÄŸaranın içinde bulmuÅŸtu. Mekke ileri gelenlerinin kendilerinden biri saydıkları bir aristokrat olarak bu uzlet eylemini kimseye izah edemiyordu. Bir gece aniden sarsılmaya baÅŸlamış, “Oku” diyen bir ses duymuÅŸ, ne yapacağını bilmeden çaresizce ancak “Ben okuma bilmem” diyebilmiÅŸti. Ama ses ısrarla “Oku” diyordu. Sonra bu olay dayanılmaz hale gelince o da “Yaratan Rabbinin adıyla” okumaya baÅŸlamıştı. Sonrasında titreyerek evine gelmiÅŸ ve ancak beni örtün diyebilmiÅŸti.

 

Ey örtünüp bürünen (Peygamber!). Kalk da uyar. (Müddessir / 1–2)

 

Ä°ÅŸte bu ayet ve Varaka’nın “KeÅŸke genç olsaydım da kavmin seni yurdundan çıkarırken sana yardım edebilseydim” diyen manidar sözleri bu hicretin ilk ışıkları olacaktı.  Zira o, Mekke müÅŸrik toplumunun bir ferdi olmaktan çıkmış, vahyi ile hayatı okuyan Allah’ın kulu olmaÄŸa doÄŸru hicret baÅŸlamıştı. Artık yarın ne yapacağına, gece kalkıp dikkatlice okuduÄŸu Kuran’ın ayetleri yön veriyordu. Hayatı kırk yaşından önce durgun bir suya benzerken ÅŸimdi debisi gittikçe artan bir nehre dönüÅŸmüÅŸtü. Kabul gören her daveti sonucunda yeni yeni dereler coÅŸkuyla akarak bu nehirle birleÅŸiyordu. Hayatındaki bu önlenemez akış pek çok zorluÄŸu, çileyi ve yoksulluÄŸu getirmesine raÄŸmen Muhammed, Mekke’nin o eski kokuÅŸmuÅŸ, cahili hayatını özlemez olmuÅŸtu. Her haneye Ä°slam’ı ulaÅŸtırma gayreti sonunda onu, doÄŸup büyüdüÄŸü toprağı terk edip medeniyet kuracağı yere, Medine’ye doÄŸru hicret etmeye mecbur bırakmıştı. Bu hicret, atası Ä°brahim(as) ile baÅŸlayan, kardeÅŸim dediÄŸi Musa(as) ile devam eden ve en son halkası da kendisiyle son bulacak bir zincirdi. O hicret eden son peygamberdi…

 

Veda haccında sayılarının yüz bini geçtiÄŸi rivayet edilen sahabe’nin(rah) ancak on bininin kabri bugün Hicazdadır. DiÄŸerleri, Hz Osman’ın hilafeti sırasında, Ä°slam’ı yaymak için Resulullah’ın(s.a.v.) sünneti gereÄŸi yerlerini, yurtlarını ve tüm güzel anılarını geride bırakmayı göze alarak,  uzak, yakın her türlü coÄŸrafyaya hicret etmiÅŸlerdir. Ve gittikleri her yerde bütün kokuÅŸmuÅŸ, durgun ezberleri bozup, Kuran ile hicret devinimi kazandırmışlardır.

 

Daha sonra Müslümanlar, takvimlerine Resulullah’ın(s.a.v.) Mekke’den Medine’ye yaptığı hicreti bir baÅŸlangıç olarak kabul ettiler. Ama daha elli yıl geçmeden saltanat, Emeviler ve daha sonra Abbasiler ile yeniden hortladı. Ä°slam’ın, hicret emriyle dünyaya duyurulmasının yerini, herkesin belli sınırlar içinde bir vatandaÅŸ olarak yaÅŸaması aldı. Allah’ın kulları artık hicreti terk etmiÅŸ insanlar olarak sadece saltanatın vatandaşı vasıflarıyla anılma bahtsızlığına mahkûm olmuÅŸlardı. Devlet baÅŸkanları, “Resulullah’ın halifesi”  olmak yerine “Allah’ın dünyadaki gölgesi” diye anılmaya baÅŸlamıştı. Ve yönettikleri insanlara “kardeÅŸlerim” diyeceklerine “kullarım” diyorlardı. Sonra Kuran’ın rehberliÄŸinde kendisinden hicret edilerek dönülen o cahiliye hayatının bütün fitneleri tekrar zuhur etmeye baÅŸladı. Sınıf farkları, paranın sadece bir avuç insanın elinde dolaÅŸması, hâkim sınıfa karşı olan zayıf insanlara eziyetler, zulümler, sürgünler, ölümler… Müslümanların hicreti terk etmeleriyle ortaya çıkan ve günümüze kadar sirayet eden bu fitne, Ä°slam dininin bir ümit ve rahmet deÄŸil bir saltanat dini olarak algılanmasına sebep olmuÅŸtur.

 

Kendilerine zulmetmekteyken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara ÅŸöyle derler: “Ne durumdaydınız?” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı geniÅŸ deÄŸil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” derler. Ä°ÅŸte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.  (Nisa / 97)

    

Ayetinde de belirtildiÄŸi gibi insanların hicreti terk etmeleri, devlet zulmünü hayatın bir parçası kılmıştır. Ä°nsanların zihinlerinde oluÅŸturulan, sınırlarının dışındakileri düÅŸman görme ve yaÅŸadıkları yeri terk etmeme fikri milyonlarca insanın zulme uÄŸramasına ya da zulmün bir parçası olmasına sebep olmuÅŸtur. Asıl acı olan ise, bu zayıf ve güçsüzlük durumunun ahirette bir bahane olarak kabul görmeyecek olmasıdır. Öte yandan zulümden hicret etmek yani muhacir olmak bir mecburiyettir. Ama hicret edenlere Ensâr olmak her müminin vazifesidir.

 

Günümüzde 6 yaşında baÅŸlayan mecburi modern eÄŸitimde, çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaÅŸlılık birbirinden bağımsız kategoriler olarak ele alınır. Hâlbuki bu, hayat ırmağının hicret aÅŸamalarıdır. Ana karnından dünyaya baÅŸlayan bu hicret, ölümü bir bitiÅŸ deÄŸil, ahirete göç özelliÄŸi kazandırır. Modern eÄŸitim bu ırmağı, bir alabalık tesisi gibi bölünce su durur ve kokuÅŸmaya baÅŸlar. Hayattaki kokuÅŸmanın sebebi de kompartımanlara ayrılmanın hicreti, yani tecrübe akışının engellemesidir. Yan yana getirilmediÄŸinden dedenin tecrübesi toruna geçmez. Dedenin yaÅŸama mekânı ayrı, torununki ayrıdır. Onları bir araya getiren tecrübe köprüsü yıkılmış, hicret anlamsızlaÅŸtırılmıştır. BU öÄŸütümden geçen Modern Müslüman, hayattaki hicretinden uzaklaşıp gittikçe özüne yabancılaÅŸan ve sahte imajlara muhtaç bir hale gelmiÅŸtir. Artık Allah’ın kulu olmaktan çok, baÅŸka etiketlere ve maskelere muhtaçtır. Hicreti reddettiÄŸinden de muhacire ensar olmak yerine sığınmacı muamelesi yapar

 

Ä°ÅŸte yeni bir hicri yıla girerken kâh muhacir, kâh Ensar olarak yönelimimizi yani hicretimizi Allah’ın kitabına ve Resulullah’ın sünnetine uygun yaparsak artık biz, dünya için bir ümit, bir rahmet ve karanlıklardan aydınlıklara çıkaran bir nura dönüÅŸürüz.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.