Makale
Yavaşlık için darmadağınık notlar
Reha ÇamuroÄŸlu'nun 'İsmail'de anlattığı bir mesele vardır. Åžeyh Cüneyd, halifeleri ile divan toplar. Halifeler, divan saati gelirler, diz kırıp otururlar. Diz üzerinde sekiz saat aralıksız susulur. Tek bir cümle, tek bir kelime çıkmaz ağızlardan. Sekiz saatin sonunda Åžeyh Cüneyd 'baÅŸka bir ÅŸey yoksa divan bitmiÅŸtir' der. Elbette baÅŸka bir ÅŸey yoktur ve divan biter.
Bir Kızılderili reisini otomobile bindirirler. Reis had safhada mustarip olur bu yolculuktan. Nedenini sorarlar. Cevap çok güzeldir: 'O kadar hızlı gidiyoruz ki, ruhum arkada kaldı.'
Ve Picasso'ya sorarlar: 'Resimleriniz niçin böyle? GerçekliÄŸi niçin kırıyorsunuz? Nesneleri niçin çarpıtıyorsunuz?' Picasso duraksamadan cevap verir: 'Çünkü otomobille seyahat ediyorum.'
Åžurası kesin. İnsanlık tarihinde hiçbir çaÄŸ insanları bu denli hızlı yaÅŸamak zorunda bırakmamıştı. Her ÅŸeyin baÅŸ döndüren bir hızla ilerlemek zorunda olduÄŸu bir çılgınlık çağında yaÅŸayıp gidiyoruz.
Hız demek, ayrıntıların ve inceliklerin giderek kaybolması demek… Ayrıntıların ve inceliklerin kaybolması ise sürekli ruhumuzu geride bırakmamız demek… Hız 'anısızlık', hatta 'ansızlık' demek.
Milen Kundera ÅŸöyle diyor: 'YavaÅŸlığın düzeyi anının yoÄŸunluÄŸu ile doÄŸru orantılıdır; hızın düzeyi unutmanın yoÄŸunluÄŸuyla doÄŸru orantılıdır. YavaÅŸlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir iliÅŸki vardır. Bir ÅŸey anımsamak isteyen kimse yürüyüÅŸünü yavaÅŸlatır. Buna karşılık, az önce yaÅŸadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan elinde olmadan yürüyüÅŸünü hızlandırır.'
Hızla baÅŸ etmenin yolu yavaÅŸlamak elbette. Ancak bu, artık baÅŸarılması oldukça zor bir mesele. Çünkü yavaÅŸlamak demek, aynı zamanda 'rekabet çağı' olan bu çaÄŸda geride kalmak, unutulmak, yok sayılmak da demek. 'YavaÅŸlayarak direnmek', modernitenin önerdiÄŸi hızlı hazlardan da vazgeçmeyi göze almak demek. Modern insan bu yoksunlukla sürdürebilir mi hayatını?
Asıl soru budur.
Her zaman savunduÄŸum bir ÅŸey var. Modern hayatın dayattığı ihtiyaçlarla baÅŸa çıkabilmenin yolu çok çalışmak deÄŸil az tüketmektir. Çünkü modern hayatın her bir yeni kuruÅŸunuz için belirlediÄŸi bir ihtiyaçlar listesi vardır. Kazandığınız her bir lira için bu liste kabarır.
Et üzerinden gidelim. Modern ihtiyaçlar listesinde biraz paranız varsa bilmem ne köftesi, biraz daha çok paranız varsa bilmem ne usulü biftek, çok daha fazla paranız varsa altı ay boyunca eksi bilmem kaç derecede özel olarak bekletilmiÅŸ bonfile sizi beklemektedir. Bu çıldırmış döngüyü kırmanın yolu altı ay eksi bilmem kaç derecede özel olarak bekletilmiÅŸ bonfileyi yiyebilmek için çılgınlar gibi çalışmak deÄŸil, evde köfte yoÄŸurmayı öÄŸrenmektir. Evet: Kapitalizm evde usul usul köfte yoÄŸuran insanlardan nefret eder.
YavaÅŸlamak, aynı zamanda olan bitenin farkına varabilme yeteneÄŸini de geliÅŸtirir. Modernite bir unutturma biçimidir ve bunu 'hız'la saÄŸlar. (İlgilisi, Paul Connerton'ın 'Modernite Nasıl Unutturur?' isimli muhteÅŸem kitabına baÅŸvurabilir.)
İki sene önce kızım 'baba, hadi sokakta keÅŸif yürüyüÅŸü yapalım' dediÄŸinde, 'bizim sokakta keÅŸfedilecek ne var ki' diye düÅŸünmüÅŸtüm. Kızımın temposu yüzünden oldukça yavaÅŸ geçen o keÅŸif gezisinden döndüÄŸümde de kendimden çok utanmıştım. Çünkü bizim sokakta kırkı aÅŸkın farklı çiçek ve bitki, onu aÅŸkın farklı hayvan yaşıyordu. 10 yıldır hiç fark etmemiÅŸtim.
Hadi ÅŸunun adını da ÅŸöylece koyalım. BaÅŸta namaz olmak üzere bütün ibadetler birer yavaÅŸlama biçimidir. Zira sizden yaÅŸayıp gittiÄŸiniz hayata ara vermenizi isterler. Seneler önce bir 'muhafazakar patron'un 'günde 15 dakikamı alıyor. Namaz hiçbir iÅŸime mani olmuyor, beni iÅŸimden alıkoymuyor' deyiÅŸini bu yüzden kahkahalarla karşılamıştım. Adamcağızın 'namazın temel olarak bizi alıkoymayı' önerdiÄŸini hiç düÅŸünmeksizin ibadet etmesine hayıflanmıştım da.
Bir de tabii 'pazarlanan yavaÅŸlık' var. 1999 yılında ortaya çıkan Cittaslow (YavaÅŸ Åžehir) Organizasyonu gibi mesela. Temelde fena halde desteklediÄŸim bu organizasyonun bir tarafının bir 'pazarlama hareketi' olduÄŸunu düÅŸünmeden edemiyorum. Hızlanan modern insana geçici bir yavaÅŸlık önererek yeniden hızlanması için motivasyon saÄŸlamaktır belki de yapmak istedikleri ÅŸey. Yine de, kendilerini tanımlarlarken kurdukları ÅŸu cümleleri çok önemsiyorum: 'YaÅŸamın hızlanması sonucu insanlar daha hızlı yemek yemek, daha hızlı alışveriÅŸ yapmak, gidecekleri yere daha hızlı varmak için belli bir tempo içinde koÅŸturup durmaktadırlar. Bu yaÅŸam tarzı bakkallar, manav, terzi gibi küçük esnaf yerine AVM'leri, çocuklarımızın oyun oynayacağı alanlar yerine otoparkları, daha çok park ve yeÅŸil alan yerine geniÅŸ otoyolları hayatımıza sokmuÅŸtur. İnsanın en önemli deÄŸeri olan kısıtlı yaÅŸamını saÄŸlıksız yiyecekler, hava kirliliÄŸi, trafik, yalnızlık ve tüketimle harcaması modern yaÅŸamın vazgeçilmezi olarak sunulmuÅŸtur.
Popüler kültürün de desteklediÄŸi hayatı yaÅŸamak için zamanı olmayan, iÅŸine arabasıyla hızla giden, oturup kahve içecek bir yarım saati bile olmadığı için yürürken kahvesini içen, yetiÅŸmesi gereken bir yerler olduÄŸu için yemekten zevk almak yerine ayakta hızlı bir ÅŸekilde “beslenen", komÅŸularını veya yerel esnafı tanımayan modern insan modelinin sürdürülebilir olmadığı ortadadır…'
Söz konusu 'yavaÅŸlık' olunca Kemal Sayar'ın kitabı 'YavaÅŸla'yı hatırlamadan geçmeyelim. Çünkü ÅŸöyle diyordu bize: 'Hız eksenli bir hayata eklemlenmek durumunda kalan ve bu kısır döngüden rahatsız olanlar YAVAÅžLAYIN! Bu dünyadan bir kere geçeceksiniz.'
Yusuf Kaplan, içinde yaÅŸadığımız çağı 'hız ve haz çağı' olarak tanımlıyor ve ekliyor: 'Tek bir zeitgeisti(zamanın ruhu) olan ilk çaÄŸ da bu çaÄŸdır. Bu durum dünyayı bir felakete sürüklüyor. Mutlaka alternatif zeitgeistlar baÅŸ göstermeli.'
Zamanın ruhuna bir alternatif geliÅŸtireceksek onlardan daha hızlı deÄŸil, daha yavaÅŸ olmayı öÄŸrenmeliyiz. Hem de büyük bir hızla.
Peki, ben yavaşlamayı başarabiliyor muyum? Elbette hayır. Modernitenin oyuncakları her seferinde galip geliyor.
YavaÅŸlamak, aynı zamanda olan bitenin farkına varabilme yeteneÄŸini de geliÅŸtirir. Modernite bir unutturma biçimidir ve bunu 'hız'la saÄŸlar.
Minareleri, Sen ezansız bırakma Allah'ım
Tuncay Birkan'ın özenli çalışması ile Refik Halit Karay'ın İstanbul yazılarından derlenen 'Hep İstanbul' kitabını bütün Refik Halit kitapları gibi ayıla bayıla okuyorum.
Kitapta üstadın 1947 yılında AkÅŸam Gazetesi'nde yayınlanan 'ÅžiÅŸli'de Ezan Sesi' baÅŸlıklı bir yazısı var. Buyurun yazıdan bazı paragraflar okuyalım: '…İstanbul'un İç Yüzü adlı romanda ÅžiÅŸli semtinden bahsetmiÅŸtim: …'Åžimdi kulağıma bu alaca karanlığın içinden bir temcit yahut ezan sesi gelse ve gözüme ÅŸöyle, uzaktan eski İstanbul'un bir parçası görünse ne kadar memnun olacağım. Gurbette, yabancı diyarlarda kalmış gibiyim; yerime, evime, membaıma dönmek arzusunun bir açlık gibi içimi bayılttığımı duyuyorum.' …O devirde zenginleÅŸerek İstanbul'un mescitli minareli kenar mahallelerinden moda semt ÅžiÅŸli'ye taşınan bir kadın aÄŸzından yazılmış bu satırlar ezan iÅŸitmek, ezan dinlemek ihtiyacını gayet doÄŸru tasvir ediyordu.
Netekim aynı ihtiyacı yıllardan sonra aynı yerde ben de duymakta idim; erken kalktığım günler, durgun havalarda kulağıma ezan sesi gelmemesi çocuklu ve gençlik hatırlarımın canlanmasına mani oluyor, marÅŸ makinesi iÅŸletilmeyen bir otomobil gibi dimağımı hareketsiz bırakıyordu. Biz buralarda, TeÅŸvikiye ve Feriköy camilerinin uzağında, iman ve ananeye adeta yüz çevirmiÅŸ bir vaziyette idik; ne görüyor, ne iÅŸitiyorduk; mazimizi ve ruh terbiyemizi hatırlatacak sesten, manzaradan tamamen uzak düÅŸmüÅŸtük. Bu bayram sabahı idi; alacakaranlıkta ilk defa kulağıma tatlı bir ezan naÄŸmesi geldi; yarım asır önceki iç tadı, iç ezgisiyle uyanıyordum. Neler düÅŸündüm, ne hatıralara daldım. ÅžiÅŸli Camii'ni yapan ve bu iÅŸe önayak olan hemÅŸehrilere ÅŸükran! Ruhaniyetsiz koca bir semte nihayet nur inmeÄŸe baÅŸladı.'
Ezanı duyarak uyanmanın, gün ortası koÅŸturmacasında birden güzel bir öÄŸle ezanının sizi yakalamasının, akÅŸam ezanını duyunca adımlarınızı sıklaÅŸtırarak evinize yetiÅŸmeye çalışmanın ne denli 'lüks' bir duygu olduÄŸunu ancak 'ezansız ÅŸehirlerde' anlıyorsunuz.
Hele Üsküdar'da Mihrimah Sultan ve Yeni Camii müezzinlerinin birbirlerini bekleyerek ve adeta güzel okuma konusunda birbirlerine nazire yaparak okuduÄŸu ezanları duyduÄŸunuzda ÅŸundan emin oluyorsunuz: Burası Türkiye'dir ve bir İslam yurdudur. Bu ezanları böylece duyabildiÄŸimize göre endiÅŸe edilecek bir vaziyet yoktur. Hayat, kendi olaÄŸan düzeni içerisinde dertleriyle, sevinçleriyle, rutinleri ve sürprizleriyle akıp gitmektedir.
Ezan, bir memleketin 'selam yurdu' olduÄŸunun iÅŸaretidir. 'Esenlik'in önsözüdür ezan.
Buradaki 'esenlik' kavramını 'sıfır sorun' manasında ele almanın yanlış olacağını söylememe bilmem gerek var mı? Sorunlara, dertlere, halledilmesi gereken problemlere raÄŸmen 'esenlik' demektir ezan.
ZarifoÄŸlu, tersinden ÅŸöyle anlatıyordu bu duyguyu: 'O sabah ezan sesi gelmedi camiimizden / Korktum bütün insanlar, bütün insanlık adına'
YENİŞAFAK
Henüz yorum yapılmamış.