Sosyal Medya

Makale

Resul’ün İzinden Bir Avuç Toprak Almak

Musa (as), kardeşi Harun (as)’un desteğiyle uzun ve yorucu bir mücadelenin sonunda İsrailoğulları’nı özgürlüklerine kavuşturmuştu. Firavun ve sistemi denize gömülmüş. İsrailoğulları artık erkek çocuklarının öldürülmeyeceğinden emin kılınmış, bildırcın ve kudret helvasıyla ödüllendirilmişlerdi. Vahyi ulaştırma heyecanıyla gittiği Tur dağından Allah’tan, kavminin onun yolunu terk ettiği ve buzağıya tapmaya başladıkları kendisine bildirilen Musa (as) hışımla geri döner. Önce kavmini sonra kardeşi Harun’unu hesaba çeker. Böğüren altın buzağı imal eden Samiri’yi ise en sona bırakmıştır.

Musa, “Ya senin derdin neydi ey Sâmirî?” dedi. (Sâmirî) dedi ki: ‘Onların görmediklerini ben gördüm. Resulün izinden bir avuç (toprak) aldım da onu attım. İşte böylece nefsim böyle yapmayı bana hoş gösterdi.’ (Taha / 95–96)

Yaptığı totemin içeriğini açıklarken Samiri âdeta şöyle demektedir: “Kavmimin kölelik zamanlarından kalma bir arayış/beklenti içinde olduklarını fark ettim. Musa (as)’nın öğretilerinden, onun tebliğ ettiği mesajdan, özellikle tevhidi din anlayışından öğrendiğim şeyleri, insanların değer verdiği sahte değerlerin içine kattım. Yani putumu kutsallaştırmak ve halkın gözünde değerli kılmak için Musa’nın(as) davetinden işime gelen kısımlarını bu şeytani karışıma ilave ettim. Böyle yapmamın nedeni aklımın değil heveslerimin peşinde koşmamdı.” Böylece Sâmirî, şirkin kaynağının akıl değil, hevâ ve heves olduğunu ilan etmiştir. İnsan, akletmeyi bırakıp heva ve hevesin peşine düşünce, şirk ortaya çıkmakta ve nefis, adeta sahte tanrıların mabedine dönüşmektedir.

Burada asıl üzerinde durulması gereken konu daha hayatta iken Musa (as) farklı tanıtma ve zulme alet etme gayretkeşliğidir. Putun yapılma zamanlamasının Tevrat’ın indirilmesine denk getirilmesi ise oluşan boşlukta vahiyden bağımsız kültürel öğelerle bezenmiş yeni bir Musa tanımlaması hedeflenmektedir. Bu şeytanilik Musa’yı (as) dahi şaşkına çevirmiştir. Böylece (Sâmirî) böğürme sesi çıkaran bir buzağı heykeli yapıp halkın huzuruna çıkardı. (Sâmirî ve ona uyanlar) “İşte bu bizim de Musa’nın da gerçek tanrısıdır. Ne var ki Musa, gerçek tanrısını unuttu (da Sina dağına onu aramaya gitti)” dediler. (Taha / 88)

Samiri, heykelinin aslında Musa’nın ilahı olduğunu fakat onun Tanrı’yı yanlış yerlerde aradığını iddiasına inanalar, getirdiği kitabın hükümleriyle hükmeden bir peygamber yerine kültürel öğeleri kutsallaştıran bir peygamber profilini yeğlemişlerdir. Bu, Tevrat’ı tahrif eden zihnin kodlarıdır. Bugün de Musa üzerinden meşrulaştırılan Siyonizm putuna tapan Yahudiler kendilerini üstün ilan etmiş ve din adına(!) dünyayı kana bulamayı görev bilmektedirler.

Kitabın anlamsızlaştırılması ve peygamberliğin putperestliğe malzeme kılınmasını Musa(as) üzerinden anlatan Kuran’ı, günümüze ışık tutacak biçimde okumazsak, bu ayetlere müşriklerin dediği gibi “geçmişlerin masalları” demiş olmaz mıyız? Sahabe, bu ayetler ışığında Resulullah’ı (sav) ne sözleri, ne de davranışları üzerinden putperestliğe alet etmemişlerdir. Aksine, Kuran’a tabi olan Resul’ün izinden giderek, geçmişten devredilen bütün putları devirmiş. Bu totemler vasıtasıyla nemalanan Samirileri ortaya çıkarmışlardır. Kitap getiren peygambere tabi olmadıkları dönemleri ise “cahiliye” diye adlandırmışlardır.

Ne yazık ki örnek neslin bu konuya gösterdikleri hassasiyetler sonra gelenler tarafından bu oranda kabul görmemiştir. Arap örfünü, saltanat zulmünü, mezhepleri, büyük önderleri, destekleyen birçok iftira, hadis formunda uydurulup sünnete ilave edilmiştir. Hadis âlimi Buhari’nin kitabında yayınladığı 5000 hadisi 200000 hadis arasından seçmiş olması olayın vahametini göstermesi açısından can alıcı bir örnektir. Gerçi âlimler Resulullah’a (sav) atılan bu iftiraları ve sahiplerini belgeleyen “Mevzu Hadis” kitapları yayınlamışlardır. Mevzu hadislerin belgelenmesine rağmen çoğunluk, bu iftiralara rağbet etmeye devam etmişler. 

Abdullah İbni Amr İbni As (ra)’ın rivayet ettiğine göre Nebi (sav) şöyle buyurmuştur:

“Kim bile bile bana yalan isnat ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Buhârî /Enbiya 50, Tirmizî / İlim, 13).

Bu uyarıyla, söylemediği sözleri ve yapmadığı eylemleri O’na isnat etmenin asıl sakıncası, Resulullah(sav) ile Kuran’ı birbirinden ayrı düşünme sapkınlığıdır. Ağzından ayetler dökülen, hevasından konuşmayan Nebi’nin(sav) diğer söylediklerinin Kuran’a aykırı olması düşünülemez. Zira Allah, şahdamarı kadar yakın olandır.

Kutlu Doğum haftası ve sonradan icat edilmiş geceler üzerinden Kuran’dan bağımsız yerel bir peygamber tanımlama/tanıtma gayreti içinde olanlardan Allah’a sığınmalıyız. Bu projeleri yapan içimizdeki Samirilerin normal karşılanmasının nedeni, hiçbir yanlışı terk etmeden O’nun şefaatiyle cennete gireceğini ve işlediği haramlardan bir tövbe cümlesiyle sıyrılıp yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını sanma aymazlığıdır.

Peygamberi, laik ve demokratik sistemi reddetmeyecek kültürel bir figüre indirgeyen, İslam’ı, finansal kapitalizmi ve tüketimi hoş gösteren bir afyona çevirmeye çalışanların asıl gayeleri Kuran’ın hükümleriyle hükmedilemeyeceği iftirasını zihinlerimize yerleştirmektir.

O zaman beraberce “Ne yapmalıyız?

Buna ilave olarak “Ne yapmamalıyız?”

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.