Sosyal Medya

Makale

Lisan-ı Hâl

2008 yılının ilkbaharın da yıllarca haram diye uzak durduğum sigortalılık ve emekliliğe yakın olmak, şükredilesi bir durum muydu yoksa bir eksen kayması mıydı ayırt edemiyordum. Zira inandığım bütün ulu çınarlar bir banka önünde küçücük bir maaşı almak için ip gibi uzun kuyruklarda çaresiz emeklemekteydiler. Hâlbuki ihtiyar olmayı pir olmak ve kemalât için bekleyen bizler küçücük bir maaş karşılığında yaşanmışlığın yaşlanmışlığa dönüştürülmesine razı olacak mıydık? Kavgamızın şehri İstanbul’da Eyüp el-Ensari gibi şehit olma özlemi yerini küçücük bir ulufe için her ayın 22. gününü beklemeye mi terk edecekti?

İşte böyle karmakarışık duygularla tekaütlük işlemleri için acele ettiğim ama bu koşuşturmama bir anlam veremediğim Pazartesilerin birinde Fatih’te bir Müslüman kardeşimin selamı beni kendime getirmişti. Sarıldık. Bana nereye gittiğimi sorana kadar her şey umulandan iyiydi. Emeklilik işleri için koşturduğumu öğrenince dedi ki;“Yahu senin saçın başın çoktan emekli olmuş.” Donup kalmıştım. Neden Hz. Ömer’in sakalının beyazlamaya başlaması ölümü hatırlatan bir kemâlata dönüşürken benimkisi geç kalınmış bir emekliliği çağrıştırıyordu? Hâlbuki konuşmaya “Selam” vererek başlamıştık. Selam vermek karşındakine senin canın, malın, ırzın benim tarafımdan her hangi bir tecavüze uğramayacak, endişe etmene gerek yok demek değil miydi? Ama dakika bir, gol birdi…

Üstelik bu kardeşim Buhari Hafızı idi. Yani Sahih Buhari’deki Resulullah’a(sav) ait binlerce sözü ve davranışı hafızasına silinmez bir şekilde kazımıştı. Ama o zarif ve ağzından bal dökülen Resulullah’ın (sav) sünnetini ezbere bilmesine rağmen ağzından çıka çıka bu incitici ve manasız söz çıkmıştı. Peki, bu arkadaş canı istediği gibi konuşacaksa niye Resulullah’ın o latif ve zarif sözlerini ezberlemişti? Aynı durum Hafız kardeşlerim için de geçerlidir. Zira vahiy inmeye başladıktan sonra Resulullah(sav), konuştuğu kelimeleri Kuran’ın kelimeleriyle değiştirmiş ve adeta yürüyen bir Kuran’a dönüşmüştü. Oysa ülkemizde hafız olmak insanımızın öncelikle lisanında olumlu bir gelişmeye neden olamıyor.

Peki, öyleyse niye ezberliyoruz bunca kutsal metini? Sevap kazanmak ve ölülerin arkasından okuyup maişeti sağlamak için mi? Yok ‘Lisan-ı Hâl’e ulaşmak içinse bu sözcükten de anlaşılacağı üzere önce Lisan değişmeli ve bu da halimize yansımalı öyle değil mi.? Yani çocuğumuz, o çok güzel, zarif ve bir o kadar da doğru sözleri ezberlesin ve bu önce lisanına, sonra halini ve ahvalini dönüştürsün diye hafızlığa göndermiyorsak ona eziyet ediyoruz demektir. Aksi halde bu mecburi ezberler Kuran’dan nefret eden birçok insan oluşturmaktan öte bir anlam taşımıyor.

Hele anadilini iyi bilmeyen ve bununla derdini anlatamayan bir kimseye yabancı dil öğretirseniz ne olur? Tabi ki bir papağana veya iyi bir mukallit olan maymuna dönüşür. Bunun üstüne bir de kutsal metinleri, yabancı olduğu bir dille ezberletirseniz ne olur? Daha doğrusu ne olmaz?

Konumuzu aslına uygun soru, “Selam verdikten sonra ilk olarak hangi sözcüğü kullanmalıyız?” olmalı. Bu sorunu cevabını bulamazsak “Çok şişmanlamışsın”, “Saçların dökülmüş”, “Saçlarını hangi değirmende ağarttın” gibi gereksiz bir o kadar da itici kelimeler nedeniyle ‘Selam’ın verdiği o güzel esinti gönüllerimize uğramadan uçup gitmektedir. Selam verdikten sonra öyle bir kelime bulmalıyız ki bu hem karşımızdakinin hoşuna gitmeli bir o kadar da yakınlığımızı arttırmalı hatta kardeşliğimizi perçinlemeli. Bu minvalde bigâne kalana henüz rastlamadım biri kelime önerebilirim. O kelime ne mi? “Özledim.”

Birçok kardeşime “Özlemek kelimesinin eş anlamlısı kelimeler biliyor musunuz” diye sordum. Çoğu üniversite mezunu arkadaşlarımdan birkaç kelime dışında bir cevap çıkmadı. “Bu normal bunda ne var ki?” diyorsanız size durumun vahametini anlatan bir örnek vereyim.

Geçenlerde en çok eş anlamlısını bildiğim kelimeler hangileri diye düşündüm. Bulduğum sonuç beni dehşete düşürdü. Örneğin Bevl etmek, def-i hacet etmek, ayakyoluna gitmek, küçük abdest bozmak, küçük su döküp gelmek, sıkışmak, gibi birbirine benzer yirmi yedi kelime biliyordum. Aynı konuda bu işin yapıldığı mekân ile ilgili olarak da; Abdesthane, ayakyolu, helâ, tuvalet, kenef, yüznumara, wc, gibi ise de yirmi üç kelime sayabiliyordum.

Defi hacet etmek için abdesthaneye gitmeye mecbur kaldım.

Geç kalmamın sebebi yolda çok sıkıştığımdan ayakyoluna gitmemdir.

Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi matematikte ikili permütasyon hesabıyla bu iki guruptan birer kelime seçerek yüzlerce cümle kurmam mümkündü. Ama bu kadar değişik cümle kuracak kelime bilerek yaptığım şey çok ta dillendirilecek bir şey değildi. Bu kadar kelimeyi bilme nedenim ise ilmihallerdeki ‘Sular ve taharet’ babının çok uzun işlenmesi midir, yoksa kabir azabına duçar olmamak için bu eyleme aşırı dikkat gerekir konulu yüzlerce hutbe dinlemem midir bilemiyorum. Ama sonuçta özlemek gibi sihirli kelimelerin eş anlamlılarını kaydetmemiş olan hafızam anlaşılan o ki helâda mahsur kalmıştı.

Ergün’ün Samsun’da ki anneannesini ziyarete gittiğimizde bu pamuk nine olanca sevimliliğiyle torununa sarılıp dedi ki; “Ben Ergün torunumu görmeye çok heves etmiştim” Bu söz sahibiyle o kadar uyum içindeydi ki gözyaşlarımıza mani olamamıştık. Yani anneannesi Ergün’e söylediği bir sözle sarılmış hatta onu öpmüştü. Ve biz de o sıcaklığı hissetmiştik. Fakat ne yazık ki modern eğitimle malul beyinlerimizde böyle sözler yerini birçok ruhsuz ve bize ait olmayan ciddi(!) sözlere bırakmış…

Özlemek, burnunda tütmek, heves etmek, göresi gelmek, hasretini çekmek, gözleri aramak, görmeyi arzulamak, yollarını gözlemek, gönülden arzulamak, bu gibi sözcükler selam sonrası kullanılarak kardeşlerinizle yakınlığınızı perçinlemek için sizlerin ilginizi bekliyorlar. Belki bu sözlerle başladığımız sohbetler muhabbete dönüşür ve incir kabuğunu doldurmayan saçma sapan ayrılıklar sona erer.

Gelin Kuran okumalarımızda bu sefer bir değişiklik yapalım. Adab-ı muaşeret (görgü) kurallarının ne olduğunu inceleyerek ve not alarak meal okumayı deneyelim. Belki bu okuyuşlarımız Resulullah’ın(sav) tamamen Kuran’dan neşet etmiş lisanına yaklaşmamıza neden olur. Sonra lisanına vakıf olduğumuz Resulullah’ın(sav) sıra haline ve ahvaline de vakıf olmaya gelir. Kim bilir…      

 

                                                        " Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
 
                                                          Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
 
                                                          Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!" 
 
                                                                            İsmet ÖZEL

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.