Makale
Fî-Sebîlillâh!
YaÅŸadığımız coÄŸrafyanın bir zamanlar bir insan tipi, bir dünya tasavvuru vardı. Her iÅŸe bu tasavvur damgasını vururdu. Mescidinde dergahında, çeÅŸmesinde hamamında, gergefinde nakışında, türküsünde ilâhisinde bu tasavvur karşılaşırdı insanı.“Fütüvvet” dediÄŸimiz, ne yazık ki bugün sadece araÅŸtırma konusu olan deÄŸerler hayatın içinde kuvvetle hissedilirdi. ‘Fetih’ bir ele geçirme deÄŸil, gönül kapılarını açmak, zulüm kapılarını kapamak anlamına gelirdi.Yıkmak deÄŸil yapmak, kaygılandırmak deÄŸil neÅŸelendirmekti niyet. Ä°lk Osmanlı vakıfnamelerindeki “Toprağı ÅŸenlendirmek” deyimi, ıssızı insanların hizmetine açmaktı.
Sade ve basit görünen bu tasavvur insana ve dünyaya dair derin bir görüÅŸün dışavurumuydu. Åžatafatın, kibrin, bencilliÄŸin, riyanın yer bulmadığı bir dünya görüÅŸüydü. Ä°slamın merkezi topraklarında yaÅŸanan kaos, uygarlığımızın temelini oluÅŸturan fütüvvet deÄŸerlerinden uzak düÅŸtüÄŸümüzü gösteriyor bize. Sömürü, bencillik, riya, yaÄŸma ve talan üzerine bina edilmiÅŸ Batı uygarlığı çökerken, insanlığın son ümidi olan bu topraklarda kirli savaÅŸlar neyin nesi?
Dünyaya ve insana fütüvvet deÄŸerleri üzerinden bakabildiÄŸimiz takdirde bu karanlık bulutların çekip gitmesi mukadderdir. Bizans ve Pers Ä°mparatorluÄŸu gibi iki büyük dünya gücüne raÄŸmen, çöle kapatılmış bir dünyadan yepyeni bir inançla yola çıkan atlıların çok kısa sürede Yemen’den Orta Asya’ya, Mısır’dan Kafkaslara, Bilad-ı Åžam’dan Fransa’ya kadar Ä°slam uygarlığının sınırlarını geniÅŸletmesi baÅŸka türlü nasıl izah edilebilir? Ya da “vatan ÅŸairi”ne “Cihangîrâne bir devlet çıkardık bir aÅŸiretten” dedirten bu ‘ruh’ neydi?
Geç tanımış olmaktan üzüntü duyduÄŸum sanat tarihçisi merhum Sezer TansuÄŸ 1959’da “Cumhuriyet” gazetesindeki “Bütün hanları dolaÅŸtım” baÅŸlıklı yazısında bu insan tipinin ipuçlarını arıyordu. TansuÄŸ, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da inÅŸa edilen hanların ifade ettiÄŸi dünya ve insan tasavvurunu ihtiyar bir han ustasının aÄŸzından resmeder:
“En çok Orta Anadolu’da hanlar gördüm. AÄŸzıkara hanı, avlusundaki köÅŸk mescidi gördüm. Selçuk deyince yol demek, han demek olduÄŸunu Orta Anadolu’da öÄŸrendim. Sarıhan'da gördüÄŸüm ihtiyar, AÄŸzıkara'nın köÅŸk mescidinde isteyen namaz kılar, isteyen kılmaz dedi. Bak bütün gördüÄŸün hanların sahibi benim. Bunları yapan da benim, mahsus böyle yaptım dedi. Önlerine avlu kondurdum, içlerini direklerle böldüm, üçe ayırdım, beÅŸe ayırdım. Duvar kıyılarına peykeler yaptım. Hanlarımın üzerini tonozla örttüm, kimine kubbe bile koydum. Her birine mescid de, hamam da yaptım. Kimseyi ne yıkanmaya, ne namaz kılmaya zorladım. Geleni gideni bu hanlarda ağırladım. Tahta imbiklerde keskin arıttığım üzüm suyunu bile gelene gidene sundum. Ä°çmeyeni zorlamadım. Pekmez ve bazlama da sundum. Yemeyeni zorlamadım. Cenneti bu cihanda sayanlara karışmadım. Ötede sayanlara da karışmadım. Hanlarımı fisebilillah kurdum, fisebilillah konuklarımı ağırladım.”
Ä°htiyar, han duvarlarının üzerini sadece soÄŸuÄŸa, yaÄŸmura ve kara karşı korunaklı olsun diye örtmediÄŸini belirterek, “Ä°stedim ki hanlarım yaÅŸanır yer olsun, dünya içinde dünya olsun. KonuÄŸum sadece ÅŸükretmesin sığındığına, biraz da mutluluk alıp gitsin” diyor. “Sırf Allah için” anlamına gelen “Fî-Sebîlillâh” kavramı ancak bu kadar güzel anlatılabilir.
Bu topraklar omuz üstünde baÅŸ, taÅŸ üstünde taÅŸ bırakmayan nice kuru cihangir gördü geçirdi. Lakin devletleri kısa oldu. “Ä°nsanı yaÅŸat ki devlet yaÅŸasın”sözünün sadece kuru bir laftan ibaret olmadığını anlamak ve bu toprakların o güzel dilini yeniden inÅŸa etme zamanı ÅŸimdi.
yenisafak.com
Henüz yorum yapılmamış.