Sosyal Medya

Makale

Yeniden İhya Hareketi Nereden Başlamalı?

12 Eylül darbesinden sonra o zamana kadar her şeyi gündelik siyasetin tesirinde kalarak değerlendirenler bir boşluğa düşmüştü. Ümmet birçok genç evladını yitirmişti; birçoğu da hapislerde çürüyordu. Soğuk savaş sürüyor, sömürü bütün acımasızlığıyla devam ediyordu. Gençleri her türlü suç örgütlenmesinin içine çeken, onlara devrim ve kurtuluş vaat eden liderler ortada yoktular. Birçok genç sıktığı yumruğuyla baş başa, çaresiz kalmıştı. Kişilik haklarını ve özgürlüğünü yitirmiş gençlerin kendi derdine düştüğü, ümitlerin yitirildiği bu ortamda kenar semtlerden birinde bir adam, kendi halinde, yerel, gösterişten uzak, mütevazı bir çalışma başlatıyordu. Açgözlülüğü, hoyratlığı, hazcılığı, tembelliği bir kenara itiyor, dinin yeniden ihyası için gerekli örnek bir neslin yetişmesine yönelik gücünün ve kısa sayılabilecek ömrünün yettiği oranda çalışıyordu. 

Rasulullah’ın (sav) sünnetini ihya edip hayata geçirmek, bidatten ve bidatçilerden kaçınmak, İslâm davetini yeryüzüne yaymak, sünneti öğrenmek ve öğretmek, ilmi öğrenir ve öğretirken edebe riayet etmek, âlimlere saygı göstermek, Kuran ahlâkıyla ahlaklanmak isteyen talebeleri bulmak ve onları yetiştirmek onun için her şeyden önemliydi. Bunun için hem camii cemaatiyle hem de üniversitelilerle bir araya gelmeye gayret ediyordu. Bu gençlerin üzerine titizlenmesinin en önemli göstergesi, onları sonuna kadar dinlemesi ve özgürlüklerine saygı göstermesiydi.

Ülkemizde geleneklere bağlı ve dinle geleneği birbirine karıştırmış, fetva ve cennet garantisi arayan delikanlılarla, batı tarzında yetişmiş, gelenek ve dinin, özgürlükleri kısıtladığı yargısıyla araya mesafe koyan gençler acaba hangi merkezde biraya gelebilir sorusunun cevabını önemsiyordu.

Aradığı yer cami idi. Günde beş vakit felaha çağrılan bu yerde imamlık yapmak onun en büyük avantajıydı. Herkesin eşit ve takva esaslarına göre bir araya geldiği bu yer, namaz kılınmanın ötesinde, bir mektebe dönüşmeliydi. Yanında çay ocağı ve kütüphanenin hâkim olduğu bir dershanenin olması, Bayrampaşa Muradiye Camii’nin mektebe dönüşmesini kolaylaştırıyordu.

Hocaların ve cemaatlerin tekelinden kurtulup herkesin dinine sahip çıkması, bireysel olduğu kadar birlikte sürdürülecek sahih kaynaklardan yapılacak okumalarla gerçekleşebilirdi. Bunu için ilk şart Arapça’nın talep edenlere öğretilmesi ve dolayısıyla sahih metinlerin kolay ulaşılabilir olmasıydı. Bu arada Ahmet Sarıoğlu Hoca kitapların orijinal metinlerini kısıtlı bütçesine rağmen kendi imkânlarıyla karşılayıp oldukça hacimli bir kütüphane oluşturmayı da ihmal etmiyordu...

O dönemlerde öğrencilere dinin esaslarını öğreten yerlerin sayısı azdı. Özellikle üniversiteli kız öğrencilerle ilgilenen belki de hiçbir yer yoktu. 1977–1984 yılları arasında Hukuk fakültesinde okumuş olması onun üniversiteli gençlerle bir araya gelmesini kolaylaştırıyordu...

Ahmet SarıoğluHoca daima camide bulunur, ondan hangi vakitte isterseniz ders alabilirdiniz. Camide ibadetinizi yapmanızın yanında, çay içer, arkadaşlarla sohbet eder, kütüphaneden faydalanır, ders görür ve sosyal olayları değerlendirebilirdiniz. Bu, cami merkezli bir ihya hareket sayesinde halk ile modern bireylerin eşitçe bir araya geliyor ve kardeş olmalarına imkan sağlanıyordu.

Ahmet Hoca, elindeki kitaplarıyla, kahvehane, esnaf dernekleri, kitap evleri, üniversite kantinleri ve konferans salonlarında, köylüsünden kentlisine herkesi eşitlik üzerinde kardeş olmaya, cami merkezli bir ihya hareketine davet ediyordu. Öğrencilerine daima “Dininizi öğrenebilir ve her ortamda İslam’a göre bir hayat sürebilirsiniz” güvenini kazandırmaya gayret ediyordu.

O zamanlar fıkıh, ilmihal kitaplarından ibaret sanılırdı. Bu kitaplarda din, mecburi kaideler olarak sıralanır, kaynaklardan hiç söz edilmezdi. Ahmet Hoca “Fıkhu’s Sünne” adlı eserin tercümesine talip olup, mezhebin, sünnet üzerinden delileri bilinerek öğrenilmesine gayret etmişti. Bu konudaki ataklığı onun suçlanmasına sebep olsa da o, dinin kaynaklarından öğrenilmesi ve öğretilmesi fikrinden asla vazgeçmedi. Ayrıca Bayrampaşa çevresinde yer alan imam arkadaşlarıyla yaptığı derslerle onların da camii merkezli dini ihya hareketine katılmasına destek veriyordu…

İnsanın, gassalın eline bırakılmış meyyit gibi bir şeyhe teslimiyetini savunanlara, ‘mürid’ iradesine sahip çıkan insan olduğu teziyle karşı çıkıyor ve kemale ulaştıran dini terbiyenin aslında sünnete var olduğunu savunuyordu. Hadis okumalarıyla, sade bir hayatı, cömertliği, fedakârlığı, adil olmayı, diğerkâmlığı ve etraftaki zulümlere engel olmayı teşvik eden bir mürşit profili çiziyordu.

Gençliğinde gördüğü medrese eğitiminin yanında İstanbul Hukuk Fakültesini bitirmesi de onun adalet anlayışını şekillendirmişti. Öğrencileriyle bir metni bağlamından koparmadan çözümlemeyi öğretirken aslında hayatta karşılaşılacak olayları nasıl yorumlanacağını öğretiyordu.

Camide herkese açık olarak verdiği tefsir derslerine Sahih Buhari dersini de eklemişti. Düzenlediği Mehmet Akif’i anma gecelerinde günden güne anlamsızlaştırılmaya çalışılan, vatanını ve milletini sevmek ve bu anlamda milletiyle iç içe olma duygusunu canlı tutuyordu.

Sorulara rahatlıkla “Bilmiyorum, araştıracağım.” diye cevap verebilmesi, dini anlama ve anlamlandırma gayretinin önemli bir parçasıydı. O öğrencileriyle yaptığı derslerde bildiklerini aktarır, bilmediklerini de onlarla birlikte araştırırdı. İlmin yüklediği sorumlulukları taşımayı başaran iradesini bu yolda seferber eder, doğru bilgilenme ve bilgilendirme için hiçbir fedakârlıktan kaçmazdı.

Hoca insanlığın içinde bulunduğu kaosun, bağnazlıkların, her türlü adaletsizlik ve zulmün, İslam’ın temel kaynaklarından güç alan, cami merkezli bir yönelimle ortadan kaldırılabileceğine ve dünyanın adalet, özgürlük, refah bağlamında yeniden inşa edilebileceğine inanan bir müceddid idi.

Ayrıntıya boğulmak yerine dinin genel ilkeleri vurgulardı. Öğretmeye azimli olduğunda hiçbir olumsuzluğu bahane etmez, sabah namazında ders görmek isterseniz, o 10 çocuklu babayı bütün gayretiyle karşınızda görürdünüz. Söylemiyle çelişmeyen duruşuyla doğallığın timsaliydi. “Fetvaya talip olan taklit ehli olmaktan kurtulun.” diyerek kaynak eserleri anlamaya yönelmemizin vacip olduğunu hatırlatır ve terk edilen kaynaklara dönmemizi salık verirdi.

Aslında, cami merkezli bu ihya mektebinde arzuladığı şey, Kuran ve sünnete sahip çıkan, özgür ve sorumluluğuna müdrik bireylere istikamet vererek bir medeniyetin inşasıydı… İnsanların, dernekler veya vakıflar yoluyla değil, eşitliğin hâkim olduğu, takvaya çağıran camii içinde edebi ve tadili erkâna uygun eğitim almasını sağlayan davetin önemine inanırdı.

Model insanlara uymanın salık verildiği, taklit ehli olmanın ötesine geçmenin adeta yasaklandığı bir dönemde “bir Müslüman birey olarak kendiniz olmaya çalışmalısınız” fikrini önemserdi. Böylece dine uymanın, özgürlüğünü kaybetme sebebi sananlara iyi bir çıkış yolu öneriyor, modern hayatla beslenen bireyselliğe, bir sorumluluk ve istikamet sunuyordu. İslam’ın, aklını birilerine teslim edip başka bir kalıba sokulmak olmadığı, bu cami merkezli mektepte öğretiliyordu.

Hoca, soru sorarak sonuç almak isteyenlere pirim vermez, cevaba giden yolu gösterirdi. İnsanların bir arada yaşamalarına mukabil tek başlarına hesap verecekleri bilincini, herkesin yaptığının sorumluluğunu üstlenmesi şeklinde öğretirdi. Verdiği derslere “Kim bu derste bir yanlışımı görüp düzeltmez, benim ahirette zor durumda kalmama razı olanın iki elim yakasındadır” uyarısıyla başlardı. Hâlbuki birçok “üstat” sözünün kesilmemesini, sessizce dinlenmesini özellikle tembihliyordu.

Hoşgörü sahibi olması, herkesin fikirlerini sonuna kadar dinlemesi, onun özgürlüğe düşkünlüğünün tezahürüydü. O ötekileştirip küçümseyen, kimseyi beğenmeyen biri değildi.

Kurgulanmış, statüko hâlini almış, donup kalmış her şeyle mücadele ederdi. İçinde yaşadığımız dünyanın dönüşüm ve değişimlerini takip ettiği hâlde oluşturulmuş sahte gündemlerin tesirinde kalmak yerine, sahih bilgilerle yetişecek Müslümanlarla gündemi belirlemeye talipti.

“…Her kim de bir şahsın hayatını kurtarırsa sanki bütün insanları ihya etmiş gibi olur”(Maide / 32) ayetini, dini sahih kaynaklardan öğrenen, iradesine sahip, ihlâslı ve istikamet sahibi insanların yetiştirilmesi şeklinde anlıyordu.

Ahmet Sarıoğlu bu dünyayı bulduğundan daha iyi bir yer olarak bırakmaya gayret etti.

Arkasında; Allah’ın hükümleriyle hükmetmeye talip olan,

Mülkün Allah’ın olduğuna bilinciyle sahip olduklarını ihtiyaç sahipleriyle paylaşan

İzzet ve şerefin sadece Allah’ın yanında olduğunu bilip takvaya yönelmek isteyen

Kulluk sorumluluğunu her şeyin üzerinde tutan bir cemaat bırakmaya gayret etti…

Yani bütün ömrünü cami merkezli ihya mektebini kurmak yolunda tüketti…

Şu anda o mektebin kapısında,

Yavrulamış bir güvercin ve özenle ördüğü ağlarıyla bir örümcek nöbet beklemekte…

 

 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.