Sosyal Medya

Makale

Geleceğe Dair Öngörü

Geleceğe dair öngörüde bulunma her zaman bir risk içerir. Fakat insan geleceğe dair bakışa da dayanılmaz bir arzu duyar. Bir de içinde bulunulan durum ile gelecek arasındaki bağı anlamak ve buna yönelik çabalar içine girmek de kaçınılmaz bir gerekliliktir zaten…

Geleceğe dair öngörüler temel bazı parametreler üzerinden yapılır. Bu öngörüler, genelde siyasal ve ekonomik yaklaşımlar üzerinden devşirilir. Eskatolojik yaklaşımlar ise metafizik öngörülere dayalı; yani kehanete (kutsal) bağlı yaklaşımlardır.

Benim öngörüm ise hem kehanete dayalı olmayacak hem de siyasal ve ekonomik gelişmeler yerine sosyal gelişmenin dinamikleri üzerinden bazı temel ilkelere vurgu yaparken aynı zamanda da metafizik ilkenin kendisine de dayandırmaya çabalayacağım…

Modernlik, modernizm üzerinden derin bir tarihsel kırılma yaşatırken insana dair oluşabilecek zemini de çatlatmıştır. Bu çatlamanın tamiri uğruna bir sürü arayış temellendirilmiş ama an’ın hazzının baskın karakteri bu çabaları başarıya ulaştırmamış ve genel yaklaşım hep biraz modernizmin ideolojik karakterinin yararına olmuştur. Ama her olgu gibi modernizm’de geçici ve miadını doldurmaya başlamış ve bunun emareleri batılı aydınlar tarafından da dile getirilmeye başlanmıştır. Kriz filozofları buna iyi örnektir…

Bir şeyin ömrü kendisi tarafından hitama erdirilir. Tıpkı dinlerde olduğu gibi; her din kendi ölümünü kendi içinde taşımaktadır. Tıpkı bir insanın ömrü ve bir ümmetin ömrü gibi biçilen vade gelince emareler belirmeye başlar ve kendi içinden ölüme doğru yol alır. Modernlik ve modernizm de kendi içinde taşıdığı temel değerler tarafından sona doğru sürüklendirilecektir: bunu şu üç ilke ile temellendirmeye çalışayım:

  1. Batılı epistemolojinin üzerinde yükseldiği kesinlik algısı…

Bugün biliniyor ki Dekart ile başlayan süreçte kesinlik algısı epistemenin temelini oluşturmaktadır. Ve bu yüzden varlığın kesinliğine dayandırılmış bir düşünce arayışı temellendirilmiştir. Rasyonalizm ve pozitivizm bu arayışların doğal sonucudur. Bilim dediğimiz teknolojik gelişmelerde bu çerçevede büyük bir başarı öyküsü yaşamaya devam etmektedir. Ancak modernleştirme süreçlerinden Batı dışı toplumların ise ciddi bir yıkıma uğratıldığı ve yer altı/ yer üstü zenginliklerinin tarumar edildiği ve her türlü aşağılamaya maruz bırakıldıkları malumdur. Fakat bu süreçte de onlar batılı eğitim standartları içinde eğitilmişler ve bu eğitimin kazandırdığı bilinç ile artık kendilerinin aldatıldıkları konusunda bir şüpheleri kalmamıştır.

Batı dışı toplumlar bu eğitim süreci içinde artık kendilerine verileceği özgürlüğün, zenginliğin ve hakların içinin boş olduğunu etkin bir şekilde öğrenmiş ve bunu kesinlik derecesinde kavramışlardır. Yani somut olarak kendisine yapılanları görerek ve yaşayarak öğrenmişlerdir, kesinlik algısı buradan neşet etmektedir. Bu algı toplumsal yapıyı biçimlendireceği gibi siyasal ve ekonomik olana yönelik beklentiyi de belirleyecektir.

  1. Her kesinliğin oluşturduğu zorunlu pragmatizm’in farklı eğilimleri ortak düşmana karşı birleştirmesi...

Pragmatizmi sadece çıkar olarak tanımlamak haksızlık olacaktır. Belki de bu kavramı yararlılık, ortak beklentileri karşılamak ve faydalı olarak betimleyebiliriz. Ama içinde çıkarı da barındıran bir kavramsallaştırma olduğu söylenebilir. Kesinlik algısı doğal olarak o olgunun kendi tabii durumu üzerine bir tefekkürü zorunlu kılar ve böylece meselenin istenilen algısı yerine kesinliğin dayattığı algı üzerinden olduğu halin algılanmasını önceletir. Bu da artık olaylar ve olgular üzerinden toplumsallığı öyle istenildiği zaman peşine takma arzusunu anlamsız ve başarısız kılacaktır. Böylece ilk kez bireyler ve toplumlar kendi özgürlüklerine yaklaşmış olacaklar ve kendi lehlerine neyin daha iyi olacağına kendileri karar verebilecek düzeye ulaşacaklardır. Batı dışı toplumların içinde bulunduğu kaos, karmaşa ve çelişkiler yumağı kendiliğinden üzerinden bulutların çekildiği güneş gibi aşikar olacaktır. Siyasi, sosyal ve ekonomik bakışlar bu gerçeklik zemininden yeniden değerlendirilmeye başlanacak ve bu noktada aldatılmayı/aldatmayı terk eden ve kendi yararı ile birlikte toplumsal yararı da düşünen ve bu konuda samimiyetini izhar eden siyasi ve toplumsal yaklaşımlar öne çıkarak genel itibar kazanacaktır.

  1. Her pragmatizm kendi içinde bir uzlaşıyı zorunlu kılar…

İşte tam olarak meselenin düğüm noktası bu uzlaşı olacaktır. Kesin olgular kendilerini dayatarak ne olduklarına dair bir yaklaşım edindirirler ve yaklaşım olumsallık üzerinden beslenir ve ortak akıl bu olguyu en yararlı ve faydalı biçimde değerlendirmeye konu edinir. Bu fayda ve yararlılık aynı zamanda uzlaşının konusunu oluşturur ve böylece bu uzlaşı üzerinden bir birlik ve birliktelik oluşur. İşte böyle oluşan bu birliktelik öyle dışarıdan yapılan hamlelerle kolayca yapı bozumuna uğratılamaz! İşte bu durum yeni bir siyaseti ve toplumsallığı oluşturacaktır. Aslında İslam Dünyasının yaşadığı hali pür melalin anlamını bu çerçevede tanımlayabiliriz. Arap Baharı ve Türkiye siyasal arenasında gerçekleşen siyasal değişim rüzgârını buna örnek verebiliriz. Tabi insan düşüncesi ve bu düşüncenin beslendiği temel pratik konum yukarıda ifade etmeye çalıştığım ilkelerle ilişkilidir. Ve durum Batının kendi dışındaki toplumlara sunduğu bir armağandır. Her ne kadar Batı bunu böyle düşünmemiş olsa da…

Temel bir nokta daha var: o da insanlığın tarihsel akışını ve akışkanlığını sağlayan temel ilke olan ‘İyiliğin’ her zaman sonuç itibarı ile kazanacağı varsayımıdır. İşte bu varsayım öyle bir imanla ilişkili ki neredeyse bütün insanlık tarihi boyunca nerede tama olarak bir kötümserlik rüzgârı kazanmaya yüz tutmuşsa orada bu iyimserlik devreye girer ve kötümserliği gerileterek yenilgiye mahkûm kılar. Bu yüzden en karamsar zamanlarda bile iyimserlik bir iyileştirici merhem gibi yarayı sarar ve sarmalayarak onu iyileştirir.

İyiliğin galibiyeti meselesi bütün dinlerde ve insanlığın ortak vicdanında hep galip olan durumu ifade eder. Yani kötülük yenilgiye mahkûmdur. Geçici başarılar kazanabilir, insanlığa yıkım getirmek için bütün gücünü kullanabilir. Ama bir noktadan sonra kötülük kendini tüketir ve yıkılışını insanoğlu görerek iyiliğe olana inancını tazeler. Çünkü kötülük geçici olanı temsil eder iyilik ise ebedi olanı; kalıcı olanı temsil eder. Bu ayrım asla unutulmamalıdır.

Yukarıdan itibaren söylediklerimle şunu söylüyorum: yeni bir idrake ve yeni bir algıya yöneliyoruz. Eğitimini aldığımız bu epistemenin kazandırdığı görüş ile yeni bir insan ve yeni bir toplum tasavvuruna sahip olabileceğimiz bir zemin inşa ediliyor. Ve bu inşa öyle şaşalı filozoflar tarafından gerçekleştirilmiyor. Sıradan vasat insanlar tarafından inşa edilecek ve buna siyasiler mecbur bırakılacaklardır. Kim bu gerçekliği hesaba katmazsa ona iktidar yüzü gösterilmeyecek. Kaybetmeye mahkûm olacaktır. Kim de bu toplumsallığın yaklaşımını kabul ederek siyaset arenasına çıkarsa ona iktidar bahşedilecek ve bu bütün karşı çıkışlara, komplolara ve hilelere, karşı kampanyalara rağmen gerçekleşecektir. Bu yeni toplumsallık pek anlaşılamıyor; ne siyasetçiler, ne aydınlar ve ne de toplumsal rol modeller tarafından… Ama tam da bu yeni toplumsallık iki yüz yıldır Müslüman toplumların ve batı dışı toplumların yaşadığı sancılı tarih, acılar, kan ve gözyaşı üzerinden devşirilen bir şeydir.

Modernizm öyle bir ideoloji sahneye çıkardı ki bütün insanlığa yıkım getirdi, yeni düzen ise bu ideolojiye sırtını dönerek ve reddederek varlık sahasına çıkacaktır. Ve bu bütün ideolojik yaklaşımların sonunu getirecektir. Ama tam da batılı entelijansiyanın ifade ettiği ideolojiler çağı bitti deyimi gibi değil, bilakis yeni bir dünya kurulacak ve buna batının herhangi bir katkısı olmayacaktır. Ama bu saf ve tekil bir düşünceden oluşmayacak ama farklı toplumsal yapıların ortaklaşa devşirecekleri yeni bir özgürlük ve haklar manzumesi üzerinden gerçekleştirilebilecektir. Bu durumda batının öne çıkardığı kavramlarla aynı adı taşısa da mahiyeti tecrübe ile belirlendiği için farklılığını da koruyacaktır.

Şimdi tam da bu yüzden batılı değerlerin tümünü reddetmeli ve yeni değerlerin anlam haritasını bu kesinlik, yararlılık ve uzlaşı üzerinden gerçekleştirme çabasına girmeli ve iyiliğin kalıcılığına olan imanımızı tazelemeliyiz.

Bu kaosu ve karmaşayı bir fırsata dönüştürme azmi her şeyi değiştirebilir. Yaşadığımız şeyler kolay şeyler değildir, bunun farkındayım, ama bu kötülük ilelebet sürdürülebilir şey değildir. İman bunu tek başına engelleyecek potansiyeli taşıyor. Ve bu iman ideolojik bir karaktere dönüşmeden insan ve insanın özgürlüğünün gerçek teminatı olmalıdır. Her insan kendi tercihleri ile yüzleşmeli ki bu adaleti sağlasın, adaletin varlığı ise iyiliğin varlığının teminatı olsun ki kötülük yakamızdan düşsün…

Umut etmek iman etmenin kazancıdır. Umudu diri tutarak kötü şeyleri yokluğa tevdi edebiliriz. O yüzden bugün yaşadıklarımızdan korkma yerine aşma ve onu olumlu hale dönüştürmenin çabasına hemen girişmeliyiz…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.