Sosyal Medya

Makale

Mağdure…

Üniversite öğrencisi Gamze (20),  Kütahya’da bir arkadaşını ziyaretinden dönmek için yola çıkmış. Saat 23.00’e kadar Aydın’da kaldığı pansiyona dönmemesi ve telefonunun da cevap vermemesi üzerine endişelenen arkadaşları durumu Jandarma’ya bildirmiş. Bu ihbar üzerine genç kızın cesedini Karacaören yakınlarında, yol kenarında bulmuş. Gamze’nin telefonunda, olaydan kısa bir süre öncesine ait erkek arkadaşına, “Karacasu yol ayrımında bir aile beni arabasına aldı geliyorum.” diye mesaj göndermişti.

Katil Kenan A’nın Jandarma’ya verdiği ifadeye göre; “Kullandığı kargo aracına binen genç kıza tecavüz etmek için aracını Karacaören köyü yakınlarındaki ormanlık alana çekmiş. Gamze çevrede bulduğu bira şişesiyle kendini korumaya ve kaçmaya çalışması üzerine Kenan A. önce taşla kafasına vurarak bayıltmış, sonra başını taşla ezerek öldürmüş.”

Kenan A. yakalanınca Gamzenin üniversite arkadaşları karakol önünde caniyi linç etmek istemişler. Bu haberini kızları olan bir arkadaşımla tartışırken gittikçe endişelerimiz artıyor ve bir sonuca ulaşamamanın çaresizliğini yaşıyorduk. Çözüm kızlarımıza bizden bağımsız hareket etmeleri halinde başlarına neler gelebileceğini anlatmaktan öteye gidemiyordu. Aslında yaptığımız kızlarımıza aba altından sopa göstermekti Ama her şeye rağmen “Bu olaydaki sorumluluğumuz nedir?” sorusunu kendimize sormaktan kaçamıyorduk.

Bilindiği gibi cahiliye Mekke’sinde bu tip tecavüz amaçlı kız kaçırmalar ve katliamların bir üçüncü sayfa haberi gibi normalleşmeye başladığı dönemde Allah, Rasulullah (sav)’ı gönderdi. Rasulullah(sav)’inMedine’ye gelip Müslüman olan Adiy b. Hatim’e“Vallahi çok sürmez Kâdisiye’den bir kadının yalnız başına devesinin üzerinde çıkıp Kâbe’yi ziyaret edinceye kadar Allah korkusundan başka hiçbir korku duymayacağını işiteceksin...”demişti.( İbn Hişam, Siret, c. 4, s. 314.) rivayetinde de görüleceği üzere Mekke’de yol emniyetinin olmadığı bir dönemde Adiy b. Hatim’e sunulan ufuk, sarsıcıdır. “Bu çektiklerimizin sonucunda bir gün çok uzak bir yoldan bir kadın Mekke’ye haccetmeye gelecek ve başına hiçbir şey gelmeyecek” diyen Resulullah’a (sav) göre bir kadının güvenliği herkesin güvenliğidir. Bir kadının tehdit altında olması ise tüm toplumun tehlikede olmasıdır.

İşte insanlara bir kadının mağduriyetini giderme üzerinden esenliği, güvenliği ve emniyeti vaat eden dinin adı İslam’dır. Resulullah(sav) hiçbir zaman “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” dememiştir. Bugün sokaklarımız bir kadın için güvenli değilse bu manzara, müminlik iddiasında olanların sorumluluktan kaçmalarındandır. Zira Mümin, elinden, dilinden ve sair azalarından insanların ırzlarının, canlarının mallarının hiçbir endişeye mahal vermeyecek şekilde güvende olan ve bu güvenlik konusunda beraberce hareket etmeyi imanın esası sayan aktif iyi insanların sıfatıdır. Yani herkesin güvenliği müminlere emanettir. Bakındiğer bir hadiste bu güvenlik sınırına dair ufuk daha da genişletilmektedir.

Ebû Abdullah Habbâb İbni Eret (ra)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:  Hırkasını başının altına yastık yapmış Kâbe’nin gölgesinde dinlenirken Rasulullah (sav)’a (müşriklerden gördüğümüz işkencelerden) şikâyettebulunduk ve: “Allah’a bizim için dua etmeyecek, bize yardım dilemeyecek misiniz?” dedik. Resulullah (sav), şöyle cevap vermiştir: “Önceki ümmetler içinde bir mü’min tutuklanır, kazılan bir çukura konulurdu. Sonra da bir testere ile başından aşağı ikiye biçilir, eti kemiği demir tırmıklarla taranırdı. Fakat bütün bu yapılanlar onu dininden döndüremezdi. Yemin ederim ki Allah mutlaka bu dini hâkim kılacaktır. Öylesine ki, yalnız başına bir atlı, Allah’tan ve sürüsüne kurt saldırmasından başka hiç bir şeyden endişe etmeksizin San’a’dan Hadramut’a kadar emniyetle gidecektir. Ne var ki, siz sabırsızlanıyorsunuz.” (Buhârî)

Bu rivayette ilk Müslümanlardan olan Habbâb İbni Eret bir işkence mağdurudur. Rasulullah (sav) ise yapılan bu işkencelere engel olamamaktan muzdarip hak için direnişi tavsiye etmektedir. O sıralarda Mekke, Arap kabilelerinin kendi aralarında “Haram aylar” hariç yolculuk edilemeyen güvensiz bir beldedir. İşte Resulullah (sav), Habbâb’a “Bu işkencelere rağmen direnişin sonucunda bir gün İslam’ın hâkim olacağı, yani iki uzak nokta arasında kimsenin malı, canı, ırzı zarar görmeden yolculuk edilebileceğini” müjdelemektedir.

Neticede bir yerde güvenlik ve yoksullukla mücadele varsa orada İslam vardır. Yoksa din, gayba ait veriler dünyası, Allah’ı sadece bir gök tanrısı kılıp egemenlere bir zarar getirmeyen kültürel bir öğe olarak hayata müdahale etmediği sürece kabul gören şekilde sınırlanmış, zevkusefalara ve aşırı harcamalara karışmayan metafizik bir alana hapsedilmiştir. Kutsalı, seremonisi, tatmini bol bir çerçeve çizdikleri din algısı bütünüyle dünyada işlenen günahların sonsuz merhamet havuzunda hoş görülüp affedildiği bir rahatlama zemini ve bir vicdan temizleyici rolündedir. Dinin sosyal ya da siyasal form kazanmış yönleri budanmıştır. İçi boşaltılıp ayin mantığında özel gün ve gecelere indirgenerek zayıflatılmış bu din algısı ise sadece fakir ve kimsesiz insanları oyalamak için iktidarın kullandığı bir araca indirgenmiştir.

Sonuç olarak iman iddiasındaki birisinin nazarında, bir genç kızın sağ salim evine ulaştırmak, bir yetimi sahiplenmek, ya da komşusu açken tok yatmamak, cin çıkartmaktan(!) ya da geleceğe ait şifreli çıkarımlarda bulunmaktan daha kıymetli görülmediği sürece gerçek erdeme ve buna dayalı bir hakkaniyete asla ulaşılamayacaktır. Dini günlük hayattan uzaklaştırıp metafizik sahalara hapsetmenin sonuçlarından ise en ziyade yine muhafazakâr(!), mütedeyyin(!) insanlar ve onların korunaksız nesilleri zarar görecektir…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.