Sosyal Medya

Makale

Yeni Türkiye’nin Kodları…

 Eski ve Yeni arasında bir fark var mıdır? Eğer fark yoksa niçin Yeni ismini alsın! Eğer fark varsa bunu kim ve nasıl dillendirmeli ki insanlar bu farkı doğru bir şekilde öğrensin/algılasın? Yeni Türkiye derken kastedilen şey sadece darbe geleneğinin bittiği anlamına mı geliyor? Yoksa felsefi, düşünsel ve siyasal bağlamda da bir değişim geçirdiğimize dair bir kanı mı var? Peki, bu niçin bugüne kadar net bir şekilde ifadeye kavuşturulmadı? Eğer bir yanlış algı varsa o zaman bu yanlış algı neden egale edilemiyor?

Soruları çoğaltmak mümkün, ama bu soruların cevapları hala ortada durmaya devam etmektedir. Yeni Türkiye üzerine söylemler, yazılar vesaire oluşabilmektedir ama yukarıda ifade edilen sorulara yeterli cevaplar oluşturulduğu konusunda ciddi şüphelerim var!

Önce meseleyi açıklığa kavuşturalım…

Türkiye söz konusu olduğunda üç temel varsayımdan tarihsel, sosyolojik temelleri olmaları bağlamından hareketle bahsedebiliriz. Bu temelden biri cumhuriyetin kurulduğu ideolojik zemindir. Batılılaşma temayülünün yukarıdan aşağıya giydirilmeye çalışıldığı ideolojik tutum… Eski Türkiye denilirken sanırım buna bir gönderme yapılıyor. Ama bu göndermeyi daha çok bu tutumun en indirgenmiş biçimi ile yapıldığı için sanki bu ideolojik tercih biraz değiştirilerek, dönüştürülerek ve düzeltilerek yeniden Yeni Türkiye’nin üzerine bina edileceği zehabı oluşturulabiliyor. Çünkü eski Türkiye terkibi daha çok darbeler ve Ergenekon tipi yapılar üzerinden eleştiriye tabi tutuluyor. Bu kodlar zaten eski Türkiye’nin üzerine bina edilmiş asıl yapısı tarafından da kabule mazhar bir tutum değil ki onu gizli olmaya zorluyor ve ortaya çıktığında da bu reddedilebilinerek onu mahkûm edebiliyor. Bu açıklığa kavuşturulmayı bekleyen bir tutum olarak hala öylece durmaktadır.

İkinci tutum ise; 60lardan bu tarafa bu toplumun yaşadığı ideolojik savrulmalar ve çatışmalar üzerine geliştirilmiş birlikte yaşama ve daha çoğulcu bir yaklaşımın öne çıktığı siyasal zemin diye tanımlayabiliriz. Toplumun ana gövdesini oluşturan güç odaklarının ideolojik kaygılarını bir tarafa bıraktıklarında uzlaşıya varabilecekleri bir zemin olarak da işaret edilebilecek vasattır bu… Bu vasat, ideolojik kavgada devletin tokadını yemiş tecrübeli isimler ile birlikte liberal kültürün başat öğe olarak varlığını kabullenen entelektüel taife tarafından da kabule mazhar olan tutumdur. Kavga, çatışma ve gerilimden uzak kalmış sağduyulu insanlarında üzerinde mutabık kalacağı bir zemini ifade eder bu. Ama bu tutumun en büyük handikabı aynı zamanda bir ahlaki zemini inşa etme konusunda taşıdığı zaaftır. Bu yüzden bir meşruluk anlamında siyaset bu tutumu öne çıkarır gibi görünüyor. Ama ideolojik bir zemini inşa konusunda ciddi zaafı olduğu da kabul edilmelidir.

Üçüncüsü ise üç tarzı siyasetten biri olan İslamcılıktır. Ki iktidar bugün o gelenekten gelen bir ekip tarafından yürütülmektedir. Devletin bekası anlamında tarihsel koşulların getirdiği konum ve muhteva ettiği şartlarda bunu dikte etmektedir, ki bu tartışılma dışında bir gerçekliğe de sahiptir. Ama iktidar sahipleri de dahil ve İslamcı geleneğe mensup aydınlar, gazeteciler ve önde gelen sivil toplum kuruluşları da dahil olmak üzere devlet nezdinde bir soru işaretine dönüşmüş bu siyasi akımı öne çıkaracak bir öz güven eksikliği yüzünden açık bir şekilde dile getirilmekten de korkulmaktadır. Bu kapalılık Yeni Türkiye söylemini doğal olarak girift hale getirmekte ve sorunlu hale dönüştürmektedir.

Siyasi ve sosyolojik olarak İslamcıların iktidar ile imtihan edilmeleri ve kendilerinden önceki ideolojik gruplar gibi belirli bir yozlaşmayı içermesi Yeni Türkiye algısını ciddi bir şekilde etkilemekte ve konunun açıklığa kavuşmasını engellemektedir. Halbuki hem devlet aklı ve hem tarihsel koşullar açık ve net bir şekilde İslamcılığı öne çıkarmakta ve Türkiye ile birlikte bölgenin de geleceğinin doğru temellendirilmiş bir İslamcılık fikriyatı üzerine kurulu olmasını elzem hale getirmekte olduğu gerçeğine rağmen kişisel çıkarlar veya gündelik gaileler bu fikriyatın oluşmasını engellemekte ve daha çok liberal yaklaşım öne çıkarılarak doğru bir hamle ertelenmektedir.

Yeni Türkiye terkibi sanki yukarıda ifade ettiğim her üç tarzın karışımından oluşan bir siyasi yaklaşım olarak öne çıkarılmakta ve bu şekilde ifade edilerek bir meşruiyet zemini kurulacağı sanılmaktadır. Bunu tartışmakta fayda var. Çünkü meselenin vuzuha kavuşması bu tartışmanın içeriğine bağlı olacaktır. O zaman cesur bir şekilde bu meseleyi tartışmaya açmalıyız…

Evet, Yeni Türkiye hangi kodlar üzerine kurulu olacaktır. Şunu anladık ki bürokrasi artık kendi iktidar alanını terk edecek ve askeri bürokrasi artık rejim korumacılığı yapmayacak bunun yerine siyasetin kendisi bu sorumluluğu üstlenecektir. Bu önemli… Ama toplumu hangi değerler üzerinden bir araya getirecek ve toplumsal tutkalı oluşturacağınız da çok önemli ve hayati bir meseledir. Yukarıda ifade edildiği gibi eğer karma bir şey yapacaksanız, bu hem herkesi mutlu etmek anlamına geleceği hem de herkesi mutsuz kılacak bir zemini de inşa ettiğiniz anlamına gelecektir. Süreç bunu bize gösterecektir. Ama doğru bir yöntemle ve sahici bir zeminde güçlü bir söylemle İslamcılık aslında bütün toplumun üzerinde ittifak edeceği bir zemini inşa edebilir ve bunun ahlaki yapısını da güçlendirebilecek bir imkana sahiptir. Fakat, İslamcılık iktidar olurken gösterilen tutumların dışında sahici bir eyleme ihtiyaç hissettirir. Klasik iktidar oyununda olduğu gibi sadece günü kurtarmak veya iktidar üzerinden eşini, dostunu, arkadaşını, yoldaşını kayırmak olarak taltif edilmemelidir ki insanlar bu yeni söylemin ahlaki yapısına dair bir güvene sahip olsunlar. Bu başarılabilir mi? Elbette ki hele yeni bir iktidar yapısı oluşturulabilecek bir zemine sahipken niye başarılı olunmasın ki…

Özellikle yeni başbakanın şahsında bilginin, değerin, düşüncenin ve söylemin yeniden ihya edilmesi gerektiği açıklık kazanmışken bu çaba daha değerli hale gelmektedir. Bu bir devrim olmamalıdır, bu bir değişim olmalıdır ve sürece sahip kılınmalıdır. Ve liberal düşüncenin iki temel koruma refleksini de beraberinden taşımalıdır. Kişinin eyleminin, düşüncesinin ve sahip olduğu emtianın varlığının garantisini verebilmeli ve onun inancının dokunulmazlığına haiz olmalıdır. Böylece aslında dinin doğasında var olan bu ilkeler yeniden hayata geçirilmeli ve ortak bir mutabakat çerçevesinde toplumsallığın teminatı kılınmalıdır. Güven esastır, sadakat şarttır. O zaman selam ve esenlik diyarı sakinleri olabiliriz…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.