Sevgili Süheyb ÖÄŸüt, ‘Alevilere özür borçluyuz’ isimli ÅŸahane bir yazı kaleme aldı. Tamamının okunmasında büyük yarar gördüÄŸüm bu yazının en dikkat çekici paragraflarından birinde ÅŸunları söylüyordu Süheyb: ‘Irkçı Sünni'ye göre Alevi ‘mum söndü’ yapar; yediÄŸi yemeÄŸe tükürür; pistir ve Müslüman olmadığı gibi Müslüman olması için de altındaki taşı eritene kadar gusül abdest alması gerekmektedir. Kısaca ırkçı Sünni için Alevi aşırı ‘keyif’ yüklü bir ‘keyif hırsızı’dır.’

Süheyb ÖÄŸüt ‘ırkçı Sünni’ diye bir kavramsallaÅŸtırma yapıyor ve bu kavramsallaÅŸtırmada da son derece haklı. Haklı, zira Osmanlı’nın genelde Türkmenlere, özelde Alevilere reva gördüÄŸü 400 yıllık muameleyi yok sayıp ‘Bu Aleviler niçin kendilerini Dersim’de öldüren CHP’ye oy verir ki?’ diye sormak cidden saçma.

Åžunun adını ÅŸöylece koyalım. Alevilik, neredeyse 400 yıldır ‘öteki’ olarak konumlanmış ve bu konumlanmanın bütün acılarını yaÅŸamış bir kimlik.

Süheyb’in yazısını okumaya devam edelim: ‘Alevilerin mukîm olduklarını bildiÄŸim pek çok Anadolu ÅŸehrinde Sünnilerin Ermeni, Yahudi ve Rumlarla ÅŸehir merkezinde uzun bir zaman boyunca bir arada yaÅŸadıklarını ve fakat Alevileri, deÄŸil ÅŸehir merkezine kabul etmek onlara selam bile vermediklerini biliyorum. Bir Müslüman için bundan daha büyük bir utanç olabilir mi?! Ebu Cehil’in bile ayağına defâlarca giden bir Peygamber’in(sav) ümmeti olduÄŸunu söyleyenler, Ä°slam’ı muayyen noktalarda nakzettiklerini düÅŸündükleri, o (‘eline, beline, diline hakim ol’ diyen) müeddep insanlarla nasıl irtibatlarını keserler?’

Ä°ÅŸte geldik meselenin ek yerine. Osmanlı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘makbul vatandaÅŸ’ anlayışında Alevilerin Sünni gibi yaÅŸayacağı, Sünnilerin de ‘seküler yaratıklara’ dönüÅŸtürüleceÄŸi bir düzlem öngörüldü. Güya Alevileri ‘vatandaÅŸ’ olarak gören idare-i cumhuriyet, bir yandan kendi resmi partisinin oy deposu olarak Alevileri gördü, bir yandan da Alevilerin ‘temsil ve hak sorunu’ için neredeyse hiçbir ÅŸey yapmadı. Cemevlerini kapatan, Diyanet teÅŸkilatını bütünüyle Sünnileri temsil eden bir yapı olarak kurgulayan, Alevi dedelerini dikkate bile almayan Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisi deÄŸil mi?

Demem o ki, Sünnilerle Alevilerin bir arada yaÅŸamasını engelleyen, iki kimliÄŸi birbirine düÅŸman olarak kurgulayan ve bunu da maalesef baÅŸaran o ‘kafa’ Osmanlı’dan bu yana hiçbir kesintiye uÄŸramadan gelmiÅŸ bir kafadır.

Bir kez söylemiÅŸ idim, yine de söyleyeyim: ‘Bana ne kimin neye inandığından?’

Alevilerin kendilerini nasıl ve ne olarak tanımladıkları benim için sadece bir entelektüel merak konusudur, bir gram fazlası deÄŸil. Ä°ster ‘Ä°slam’ın bir yorumudur’ desinler, ister ‘mezhep’ desinler, ister ‘tarikat’ desinler. Bana ne?

DoÄŸrusu, bir Sünni olarak Alevilerle ilgili beni ilgilendiren tek ÅŸey, bir ‘vatandaÅŸ’ olarak Alevilerin bir Sünni ile eÅŸit ÅŸartlarda konumlandırılmasıdır. Hepsi bu.

Bu bakımdan, BaÅŸbakan Ahmet DavutoÄŸlu’nun Tunceli ziyaretinde yaptığı konuÅŸmaları o denli yerli yerinde, o denli önemli buldum ki. Çok net bir mesaj verdi orada DavutoÄŸlu. Dedi ki: ‘Tek taraflı bir empoze deÄŸil... ‘Benim dünyamın, benim düÅŸüncelerimin, benim iddialarımın farkındaysan sana saygı duyarım’ deÄŸil. Yeni bir kültürel alan inÅŸa edelim. Ya ayrıştırıcı olacağız, ‘biz ve siz’ diyeceÄŸiz ya da içselleÅŸtirici bir dil kullanacağız.’

Bu meselenin halli için psikolojik eÅŸiÄŸin aşılması, zihni faaliyetlerin çoÄŸaltılması ve eÅŸit vatandaÅŸlık bilinci adımlarını önemsediÄŸini söyleyen BaÅŸbakan, anlaşılan o ki Alevilerin sorunlarının aşılması için ciddi bir sorumluluk yüklenecek. Bu durumda biz Sünnilere düÅŸense ‘kendin için istediÄŸini Müslüman kardeÅŸin için de istemezsen...’ hükmünden hareketle Alevilerin haklarının verilmesi için Ahmet DavutoÄŸlu baÅŸta olmak üzere bu meseleyi kendine dert edinmiÅŸ herkese kesintisiz destek vermektir.

Ben, Aleviler için kullanılan ‘açılım’ kavramı yerine ‘toplumsal barış’ kavramını tercih ediyorum. Zira bu toplumsal barışı saÄŸlayamadan ‘hedefleri, idealleri, amaçları’ olan bir ülke haline gelemeyeceÄŸimizi ta yüreÄŸimde hissediyorum.

Ne diyordu Süheyb ÖÄŸüt: ‘Ve artık Alevi’nin karşısına geçtiÄŸimizde ilk iÅŸimiz Alevi’nin bizim gözümüzdeki ontolojik ve epistemolojik tutarsızlıklarını kendisine haykırmaya çalışmak olmamalıdır. Bunun yerine evvela hakkında kurulmuÅŸ olan kadim ırkçı fantezilerden ne kadar utandığımızı, kendisine ne kadar mahcup hissettiÄŸimizi anlatmak mecburiyetindeyiz. Åžayet tebliÄŸ ve temsil edeceksen; ve Alevi’nin de kendisini tebliÄŸ ve temsil etmesine müsaade edeceksen Müslüman kardeÅŸim, bunun tek yolu budur!’  

YENÄ°ÅžAFAK