Camiler haftası kapsamında çarÅŸamba gün, Selahattin Yusuf ve Tarık Tufan'la birlikte Ankara'da bir konferansa katıldık. Konferansın baÅŸlığı 'Bir Medeniyet Tasavvuru' idi...

Konferans esnasında Selahattin Yusuf'un kurduÄŸu bazı cümleler, epeydir cevap aradığım bir sorunun merhemi oluverdi birden. Selahattin özetle, aslında bizim medeniyetle, medeniyet üretimiyle ilgili deÄŸil, müze sevicilikle kayıtlı olduÄŸumuzu söyledi. Yani ÅŸöyle: Biz aslında 'medeniyet tasavvuru' falan derken dümdüz 'müze medeniyeti'ni seviyoruz.

Nasıl peki?

Bir soru sorayım: Süleymaniye Cami bizim için medeniyetimizin kesintisiz ve yaÅŸayan bir ögesi mi, yoksa bir metropolün içine sıkışıp kalmış ve içinde namaz da kılınabilen bir müze mi?

Hadi bir baÅŸka yola sapalım ve medeniyetin tanımından hareket edelim. En genel manada medeniyet, malum 'ÅŸehir' kelimesiyle ilgilidir ve 'ÅŸehre ait, ÅŸehirli, ÅŸehirle ilgili' manalarına gelir. Medeniyetin kavram olarak tanımı ise aÅŸağı yukarı ÅŸöyle: 'Bir toplumun maddi-manevi varlıklarının, düÅŸünce, kültür, sanat ve bilim alanındaki birikiminin tümü.'

Ä°ÅŸte ÅŸimdi 'yaÅŸayan medeniyet - müze medeniyeti' arasındaki farktan bahsedebiliriz.

EÄŸer Süleymaniye Cami, bugün itibarıyla 'ait olduÄŸu medeniyete ait bir varlık' deÄŸilse tam manasıyla bir müzedir. YaÅŸamasını, nefes alıp vermesini bitirmiÅŸ, donmuÅŸ bir varlık... Ya da haksızlık etmemek için ÅŸöyle diyelim: Artık kendi dört duvarının sınırları hariç etrafını etkileme gücü kalmamış bir varlık.

Süleymaniye konusunda en büyük yanılgımız, bu muhteÅŸem mabedi Mimar Sinan'ın inÅŸa ettiÄŸini düÅŸünmemizdir. Daha doÄŸrusu, 'Mimar Sinan olmasa Süleymaniye inÅŸa edilemezdi' zannına kapılmamızdır. Hayır. Mimar Sinan olmasaydı da Osmanlı medeniyeti 'Süleymaniye'yi inÅŸa edecek bir mimar başı' yetiÅŸtirirdi zaten. Zira Mimar Sinan, o olgunluÄŸa eriÅŸmiÅŸ bir medeniyetin doÄŸal sonucudur. Süleymaniye'yi inÅŸa eden 'tasavvur', Süleymaniye'den önce Bursa'daki Ulu Cami'yi, Süleymaniye'den sonra Mostar'daki o muhteÅŸem köprüyü de yapmıştır.

Ä°ÅŸte geldik 'kesintisizlik' dediÄŸim yere. Süleymaniye'nin etrafında Itri vardır, Åžeyh Galib vardır, Yahya Kemal vardır, Sezai Karakoç vardır. Yetmez. Medrese vardır, ÅŸifahane vardır, aÅŸevi vardır...

Bir mabedi 'medeniyete dahil eden' ÅŸey içinde namaz kılınması kadar etrafında bir 'yaÅŸam alanının' da kurgulanmasıdır.

Hadi dürüstçe ÅŸu soruya cevap arayalım. Bugün Süleymaniye ya da herhangi baÅŸka bir mabedimizin etrafında bir 'yaÅŸam alanı' kurabiliyor muyuz? (Hayır, Bursa'daki muhteÅŸem Emir Sultan külliyesinin karşısına kondurulmuÅŸ resicdencelardan söz etmiyorum.) Herhangi bir mabet bizi aynı zamanda ait olduÄŸumuz medeniyetin kesintisiz bir parçası haline getirebiliyor mu?

'Herhangi bir ÅŸeyin medeniyet unsuru sayılabilmesi için metafizik bir ruh kökü gerekir' diyor Selahattin Yusuf.

Etrafımızda bu ruh kökünün yeniden filizlenmesi için elindeki testiyle toprağı sulayan insanlar mı çoÄŸunlukta, yoksa 'ecdat yapmış beee' cümlesi kurunca medeniyetten anladığını varsayan insanlar mı?

Evet, medeniyet algımızla aramıza 250 yılın girdiÄŸinin farkındayım. Modernizmle sakatlanmış metafizik ruh kökümüzün kurumaya yüz tuttuÄŸunun da. Fakat hiç olmazsa, müze sevmekle medeniyet inÅŸa etmek arasındaki farka dikkat eden insanlar olabilelim ki, biz görmezsek hiç olmazsa çocuklarımız görsün o kökün filiz verdiÄŸini.

Evet, 'Çamlıca'ya yapmayı planladığım camii, Medine'deki camiden bile görkemli olacak' çapsızlığındaki mimarlarla iÅŸimiz zor. Evet, 'medeniyet tasavvuru' denilince donmuÅŸ bir müze medeniyetinden baÅŸkasını aklına getiremeyen 'saÄŸcılık'la iÅŸimiz zor.

Yine de biz, yapmayı en iyi bildiÄŸimiz iÅŸi yapacağız: Yürüyeduracağız. Aksi halde Ä°slam dünyasını bekleyen çölleÅŸme tehlikesi hepimizi toza topraÄŸa mahkum edecek.

Ne diyordu Kant: 'Ben bu medeniyet dediÄŸini bir ÅŸiirde gördüydüm yeÄŸenim. Bunun altın kaplama bir tek diÅŸi var. Kerpetenle asılıp duruyoruz ama yerinden oynatamıyoruz.'

YENÄ°ÅžAFAK