Sosyal Medya

Makale

Özledim...

Bugün 25 Eylül 2014

Hüzün günü…

Allah’ın onu aramızdan almasının üstünden tam 12 yıl geçti…

O yıl dünyaya teşrif eden kızım bugünlerde İmam hatip orta üçüncü sınıfa başladı.

Ne garip…

Bir kız çocuğuna sahip olmaya hasret yaşayıp o halde ölen birinin arkasından                        

Bir kız çocuğuna sahip olmak…

Ne garip…

Ölmeseydi çocuk hasretini içine gömerek doğan kızımdan dolayı beni tebrik ederdi…

Onu toprağa verdiğimizde öldüğüne şahittim.

Ama size sır bir vereyim o benim için hâlâ yaşıyor.

Örnekliğiyle…

Zira onun içimde ölmesi hesapsız kardeşliğin ölmesine, belki de daha fazlasına denk..

Rasulullah’ın (sav) sünneti onun gibi şahsiyetlerle o günlerin zindeliğinde hala yaşıyor…

Hayatına sünnet ile yön vermiş kişileri her türlü çiçeğin var olduğu nadirattan bir bahçeye benzetirim. İşte hayatıyla güzel bir bahçeyi andıran adamlardan biri de benim Fahrettin Kültür ağabeyimdi. Bu yazıyla o bahçede gördüğüm ve adını bildiğim bazı çiçeklerden bahsederek onu hayırlarla yâd etmek isterim.

Siz hiç sesini değil de sözünü yükselten birini gördünüz mü?

Onu tanıdığım günden öldüğü güne kadar kimseye bağırdığını, azarladığını ve aşağıladığını görmedim. Kadife kıvamındaki sesi daima edepli ve nezaket içeren sözcüklerden başkasına yer vermezdi. Ömrünün son dönemlerinde geçirdiği pek çok ameliyat nedeniyle vücudunda bazı arazlar oluşmuştu. Bunlardan biri de sesinin sürekli kısık kalmasıydı. Sesinin kısık kaldığından söz ettiği bir gün ona “Yüksek ses sana lüks be abi… Sen kimseye bağırıp çağırıp azarlamazsın ki.” deyip gülüştüğümüz gün sanki dün gibi…

Siz hiç son nefesini verene kadar mahcubiyetten yüzü kızaran birine şahit oldunuz mu?

Ben şahit oldum. Onun güzel bir hareketini takdir ettiğimiz her durumda gözlerini kaçırır ve kıpkırmızı kesilirdi. Bir hocamız mahcubiyetten yüzün kızarmasına ”Bu bir erkeğin bekâretidir.” derdi. Mahcup olmak, minnettar kalmak gibi medeni eylemlerin, yerinin bedevi eylemlere terk ettiği günümüzde yüzün mahcubiyetten kızarmasını anlatmanın çok zor olduğunu bilirsiniz. Ama onu görüp tanısaydınız buna inanmanıza yardımcı olurdu.

Siz kızgınlığını sadece yüzünün kızarmasıyla gösteren kaç kişi sayabilirsiniz?

Rasulullah (sav)’ın terk edilen en önemli sünnetlerinden biri de budur. Anlayışlı ve nezaketli olduğundan genellikle kendisine celalli davrananlar olurdu. Fakat özellikle iş ortağına, haklı olmasına rağmen ses çıkarmaz fakat kıpkırmızı kesilirdi. Bunun sonucunda asla söylenmez ve anlaşmazlığın tarafı olmadan yapılanı sineye çekerdi. O haklılığını kabalığına gerekçe yapan kalabalıklardan değil Rasulullah (sav)’ın sünnetine tabi nezaket sahiplerindendi…

Siz hiç çocuğu olmadığı halde sertleşmeyen, aksileşmeyen birine rastladınız mı?

Ömrü boyunca çocuk hasretiyle yanıp tutuştuğu halde merhametsizleşmediğine şahidim. Rasulullah (sav)’ın çocuklarını hiç öpmediğini söyleyen birine “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” diye buyurduğu bilinir. O çocuğu olmadığı halde çocuklara oldukça merhametle davranır, bulunduğu ortama bir çocuk gelse herkesi unuturcasına onunla oynardı.

Siz hiç kendi nefsinden daha çok sizi düşünen biriyle arkadaşlık etme saadetine erdiniz mi?

Evet, sekiz yıl öncesine kadar böyle biri mevcuttu. Yüksek lisans imtihanında arkadaşının geçemeyeceğini görünce kendi yazdıklarını da silmiş, ”Olsun diğer dönem beraber geçeriz.” demişti. Benden bir şey istediğinde ise bu nefsime hiç zor gelmezdi. Zira o bir şeyi istediğinde nezaketle ister ve bu arada sizin hakkınızı da gözettiğini fark ederdiniz.

Siz koskocaman bir holding kurucularından biri olduğu halde kendinden veya sahip olduklarından hiç bahsetmeyen birine tanık oldunuz mu?

O asla bitirdiği işlerle övünmezdi. Parasının çokluğundan söz etmekten veya kimleri kalkındırdığından bahsetmekten hicap duyardı. O’nun odasına kolayca ulaşmak ve güler yüzle karşılanıp uğurlanmak çok olağan bir hadiseydi. Evinde ve bindiği arabada israfa kaçmaz mutedil davranırdı. Zenginleşince çevresini değiştirmemiş ve sahip olduklarını onlarla paylaşmaktan geri durmamıştı.

Size hiç evinin kapılarını ardına kadar bütün müslümanlara açan birinden bahsedildi mi?                                      

Eskiden ne zaman toplantı yapacak bir yer arasak kendimizi onun evinde ikram edilir bulurduk. Yıldız’ın öğrencilerine o evde sayısız sofralar kuruldu.  İstanbul dışından gelenler o evde yatılı ağırlanırdı. Hatta Biat bünyesinde çalışan ve kız kaçıranların balayı dairesi çoğu kere onun mütevazı dairesi olurdu.

Siz hiç Müslümanlarla sonuna kadar beraber olmayı kendine şiar edinen birini gördünüz mü?

Öğrencilik hayatı sonrasında Biat İnşaat’ı kurarlarken şirket akdinde ölen ortağın payının varislere nasıl ödeneceği maddesini gördüğümde şaşırmıştım. Yani onlar birlikte işe başlarken bunu son nefeslerine kadar taşıyacaklarına söz vermişlerdi. O, Hayati Üstün’ün okul arkadaşı, iş ortağı, bacanağı ve dava kardeşi olmuştu. Hatta Hayati Üstün’ün ölüm yıl dönümünde “Ben de onunla beraber gitmeliydim, onu yalnız bırakmamalıydım.” dercesine gözyaşı dökerken görmeliydiniz. Evet, o terk etmemişti, iş bozan olmamıştı, çözümsüzlüğün değil çözümün bir parçası olmayı hayatının en büyük düsturu saymıştı.Ta ki son nefesini verene kadar...

Siz hiç zor zamanlarda eleman çıkarmamış üstelik zam yapmış bir patronu hayal ettiniz mi?

O ve ortakları yanında çalıştırdıkları işgörenlerin maaşlarına göz dikmez, parayı malı alırken veya satarken kazanmaya yoğunlaşırlardı. Çevresinde yeni okulu bitirmiş yurt dışına kaçmış hatta hapis yapmış kardeşlerini işe alırlardı. Bu işgörenler, mesleği öğrenip kendi başlarına ayakta durmayı başardıklarında ise alış verişle onları desteklerdi. İşlerinin iyi gitmesini onun ve ortaklarının mümince tutumlarına ve yardımlarına borçlu olduklarını çok iyi bilen işverenleri görmek isteyen etrafına biraz dikkatli bakması yeterli olacaktır.

Siz hiç ölümü beklerken gülümseyip sikayetlenmeyen birine şahit oldunuz mu?

Son günlerinde artık yataktan kalkamaz ve sık sık hastaneye yetiştirilir olmuştu. Onunla helalleşme ziyaretlerimizde ne diyeceğimizi şaşırır gözlerimizi kaçırıp ona bakamazdık. O bu durumu anlar bizimle şakalaşmaya başlar ve halimizi hatırımızı sormaktan geri kalmazdı. Son anlarında onunla birlikte olanların büyük ağrılar çekmesine rağmen hiç sızlanmadığından ve şikâyet etmediğinden bahsettiklerini işittim. Hatta yakınında olanlar hastalığı nedeniyle onlara rahatsızlık verdiğinden dolayı çok mahcup olduğunu hissetmişlerdi.

Siz hiç definden sonra bile oradan uzun süre ayrılamayan bir cemaatin bulunduğu bir cenazeye iştirak ettiniz mi?

İkindi namazına müteakip Edirnekapı şehitliğinde kabrinin başına gelmiş akşam ezanı okununcaya kadar oradan ayrılamamıştık. Hâlbuki o güne kadar bütün defin işlemlerini hızlıca yapar ve mezarlıktan adeta kaçar gibi uzaklaşırdık. Ama o gün öyle olmadı. Kabrin başında iki ayağı yerine konmuş protezleriyle oturan Merhum Süreyya Şeker Ağabey başta olmak üzere onu bırakıp gidemedik. Zira o da kimseyi ardında bırakarak kaçıp gidenlerden olmamıştı. Kabrin cennet bahçesi olduğunu hadislerden bilirdik de bunu dışa yansımasına ilk defa şahit olmuştuk.

Size hiç taziyeleri kabul eden bir evin düğün dernek evine benzediğini gördünüz mü?

Evet, Çavuşbaşı’nda ki evinde o gece sofralar kuruldu. Onun sevenler bu sofraların başında ona dua edip ikram olundular. Yakın arkadaşı Eczacı Sedat “Eğer Fahrettin yaşasaydı sizin evinin bahçesinde bulunmanızdan dolayı sevinçten havalara uçardı.“demişti.

İşte belki de Mevlana’nın söz ettiği “Şebb-i Aruz” yani düğün gecesi bu olmalıydı.

O ismiyle müsemma kılınmış bir Müslüman’dı.

Onun adı Fahreddin’di. Yani dinin iftiharı ve övüncü.

O, tevazunun ve nezaketin ete kemiği bürünmüş hâliydi.

O, yaşantısıyla Rasulullah (sav)’a salât ve selam eden bölünmemiş bir şahsiyetti.

Allah, onu sevdiği ve tabii olduğu Rasulullah (sav)’a komşu kılsın.

Bizleri de onun gibi hayatıyla Rasulullah (sav)’a salât ve selam edenlerden eylesin. Âmin

 

“Doğduğu, öleceği ve yeniden diriltileceği gün ona selâm olsun!”(Meryem/15)

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.