Sosyal Medya

Makale

Asıl Mesele

Seçilmiş cumhurbaşkanı belli oldu, yeni başbakan belirlendi, bakanlar kuruluna yeni isimler eklendi. Tartışmalara bir nokta kondu mu belli değil! Çünkü amaç üzüm yemek değil bağcıyı dövmek. Hâlbuki amaç üzüm yemek olmalı. Ama maalesef Türk siyasi hayatı sadece bağcıyı dövme üzerine kurulu…

Her sorduğumuzda “Sorunlar bir çözüme kavuşacak mı? Milli cephede büyük sevinç var. Acaba bu sevinç meselelerin çözümünün kolaylaşmasına mıdır? Sorunlar gerçekten belirgin midir, tanısı konulmuş mudur?” diye, hep aldığımız cevap “ Şimdi sırası mı? Bırakın insanlar biraz nefes alsınlar, istediklerine kavuşsunlar, artık iktidar bütün cepheleri ile bizde, zaten ‘hizmet’ denilen yapı da çökertiliyor. Gerisi kolay…”

İşte Türkiye’nin en büyük sorunu, ‘gerisi kolay’ repliğidir. Aslında bu hiçbir hazırlığın yapılmadığının ilanıdır. Ama ‘körler sağırlar birbirini ağırlar’ misali bu ilan görmezden gelinir. Ve devletlû büyüklerimiz meseleleri bilir ve çözümü konusunda da gereken adımları atarlar. Devlet ciddiyeti bunu gerektirir…

Asıl mesele tam da bu kapitalist dünya sistemini tümden reddedecek siyasi, sosyal ve iktisadi bir nizamın kurulmasını sağlayacak bir kültür ve medeniyet dokusunu inşa edecek düşünsel zemini oluşturmaktır...

Meseleyi doğru teşhis ettiğimizde ne yapıp ne yapamayacağımızı görmemiz açısından önemli bir eşiği yakalamış oluruz. Peki, bu seçimler ve yeni seçilenlerin bizim kapitalist dünya sisteminden uzaklaşmamızı ve buna alternatif bir düşünce ve siyasal yapıyı inşa edecek, buna uygun bir iktisadi desteği sağlama konusunda katkıları söz konusu edilebilir mi?

Mevcut yapıyı hesaba kattığımızda bu onlar açısından uzun bir süreçtir ve bir sürü reel politik stratejik unsur söyleyebilirler. Siyasi tutum bu…

Peki, sivil tutum neye tekabül ediyor? Meselenin bu cephesi üzerine sözü olan birileri var mı? Piyasada olanlar açısından hükmümüzü koyabiliriz. Yok! Çünkü yazılan çizilenler ortada… Bunlardan bir alternatif yaşam kültürü oluşturmak neredeyse imkânsız. Sivil insiyatif ve hareketlere bakalım, onlar bu işin neresinde diye bir göz atalım: Onların da gerçek anlamda bir düşünce ve bu düşünceye dayalı bir siyasi, sosyal ve toplumsal yapıyı inşa edecek irade, istek ve dertleri yoktur. Göz önünde olmayanlara yönelik bir tespit yapmaya ise hakkımız yok. Onları gözlemleyemediğimizden haklarında hüküm vermek abesle iştigal olur.

Mesele belli:

1)Batı düşmanlığından çok ‘batı’nın ürettiği yaşam pratiğinin neye tekabül ettiğini, insanı kendinden uzaklaştırarak yabancılaştırdığını ve üretilen sosyal sistemde çatışmacı bir kültürü içerdiğinin ortaya konması,

2)Müslümanların kendi içlerinden üretilen ‘şiddet’in de batı patenti taşıdığının bilinmesi. Amacımız düşmanlık yapmak değil, hakikati ortaya koymak, düşmanlığı sadece batıl olana beslemek ve buna uygun bir düşünsel ve kültürel yapının varlığı için gayret etmektir.

Mesele, Müslümanlık kimliğini öne çıkaranların dahi yad ellerden devşirilen değerlere sırtını yaslamaktan gocunmamasıdır. Sorun yaşadığımız zeminin ne’liği üzerine bir mutabakatın olmamasıdır. Biraz kafa karışıklığı, biraz taklitçilik, biraz da iktidara gelmek için gerekli görülen tavizlerin verilmesidir. Bu noktada gerekli olan; iktidara yaslanmayı tercih etmeyen Müslüman aydın, entelektüel ve âlimlerin bu son Ak Parti iktidarı dönemi de dâhil uygulanan taktik, stratejik unsurların neye tekabül ettiğini yeniden düşünerek, ‘asıl mesele’ye rücu edilmesinin gerekliliğini beyan etmeleridir. ‘Yiğit düştüğü yerden kalkar’ sözü gereği, Osmanlı ve cumhuriyet modernleşmesiyle ve batı modernleşmesinin gerçek kodları ile hesaplaşmadan; yani neyi inkâr edeceğini bilmeden neye inanacağını ve neler yapacağını bilmek mümkün değildir.

Asıl mesele: Batı’yı temel epistemolojisinin üzerine bina edildiği kavramsal kodları ile tanımak, aynı şekilde İslam düşüncesinin de epistemolojik temel kavramlarının oluşturduğu sahih ve sahici bakışı edinmektir. Bu meseleyi çözmek ise aşk üzere bitip tükenmeyen bir enerjiyle çalışmaktan geçmektedir. Ama bu enerjiyi doğru şekilde kullanmak ve yanlış yerlerde tüketmemek de bir o kadar önemlidir.

Bu temel kavramlar öyle bilinmeyen şeyler değiller. Sadece aydın, entelektüel ve âlimi bağlayan siyasal ve ideolojik yaklaşımları bir tarafa bırakıldığında kendiliğinden izhar olabilecek kıvamdadırlar da aynı zamanda… Yukarıda ifade ettiğimiz gibi mevzu üzüm yemek olursa sorunda ortadan kalkıyor. Bu temel espriye ulaşmayı engelleyen bir takım hususiyetlerin varlığından bihaber yaşayamayız! İşte bu engellerin ortadan kaldırılması ise mevcut şartlardan bağımsızlaşmayı irade etmek ve ahireti dünyaya tercih edebilme isteğinde saklıdır. Bu önceleme bizi bağlarımızdan kurtaracağı gibi, özümüzü de gürleştirecek ve tam bir özgürlüğün kapısını aralayacaktır. İşte o zaman ‘Allah için sevmek ve Allah için buğz etme’nin ne olduğunu öğrenmiş olacağız.

Bu noktada kavramların düşünsel büyüsünü bir tarafa bırakmayı önermek durumundayım. Aynı şey İslam düşüncesindeki temel kavramlar içinde geçerlidir: oradaki bir temel kavramı bir mezhep veya akım üzerinden değerlendirme öne çıkarsa bu, kavramın büyüsüne kapılmak olur.

Kavramlar bir dünya görüşünün temel kodlarıdır. Ama bir dünya görüşü de her zaman ve zeminde kendini yenileyecek kavramların varlığını aşikâr kılabilir. Bu gerçeği en güzel şekilde batı düşüncesi bize vermektedir. Son üç yüz yıla damgasını vurduğu gibi sürekli yeni kavramsallaştırmalar yaparak kendi iktidar gücünü sürdürebilmeyi başarabilmektedir. Bu gerçeğin göz ardı edilmemesi gerektiği izahtan varestedir sanırım…

Şunu da söylemeden geçemeyeceğim; bir düşünceyi tümden yanlışlamanın ve tümden doğrulamanın bizi doğruya taşımayacağı kesindir. O zaman ‘ilim Çin’de de olsa alınız’ emrini doğru bir zeminde algılayarak her dünya görüşünün ideolojik boyutunu reddederken o dünya görüşü üzerinden gerçekleştirilmiş, insan, tabiat ve ilişkiler yumağına yönelik yaklaşımlarını tümden reddetmek doğru olmayacaktır. Çünkü dünya görüşü belirli bir ideolojik yapı ile bütünleşerek birçok yanlışı taşıyabilir. Ama ürettiği her kavram ve yaklaşım biçimini bu şekilde düşünmek yanlış olacaktır. Böyle hegemonik bir yapı olamaz zaten… Kelam ilmi açısından da bu doğru bir yaklaşım olamaz. Kadiri Mutlak olan sadece Allah’tır.

Şunun farkındayım: bu çok ciddi bir zihni ameliyenin varlığına ihtiyaç hisseder. Önce bu zihni yapının hem geleneksel hem de modern versiyonlarından azade kılınması şarttır. Kavramın büyüsü dediğim şeyden etkilenmeme bağlamında bu iki tutumdan uzak durmak elzemdir. Bu zihni açıklığı kazandıktan sonra İslam düşüncesinin ve batı düşüncesinin tarihsel seyrini doğru bir zeminde okumaya tabi tutmalıyız. Bu tarih okumaları bize oluşan kavramların nasıl bir süreçle oluştuklarını ve hangi içeriklerle doldurulduklarını işaret edecektir. Böylece o düşünce yapılarının oluştuğu ideolojik zemin ile dünya görüşü arasındaki hem bağa hem de farka işaret edebileceğiz. Çünkü bir dünya görüşü amaç, hedef ve tekliften bağımsız oluşamaz.

Bir arkeolojik çalışmaya olan ihtiyaç kendini gösteriyor. Bu arkeolojik yapının üç saç ayağı olmalıdır:

1) Yapısal çözümleme,

2) Fenomenal çözümleme,

3) Bilgi üretme ve bilgiyi elde etme biçimi üzerine bir çözümleme…

Bu yaklaşım biçimi bizi hakikate ulaşma konusunda yardımcı olabilecek yöntemi içermektedir. Böylece yeni bir algı inşasında da başarılı olma imkânı ve imtiyazı kazanabiliriz. Evet, bu söylediklerim biraz zor, biraz değil bayağı zor! Ama bu zorluğu göze alamayanların yeni bir medeniyet ve yaşam tarzı inşa etmeleri veya böyle bir beklentiye girmeleri de ne kadar doğru olur?

Sözü insaf sahiplerinin vicdanlarına bırakıyorum…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.