Sosyal Medya

Makale

Kaybedilmiş İki Kavram: İhya Ve Tecdit

     Fesadın büyük bir kapatma ile hakikati örttüğü bir zaman diliminde yaşıyoruz. Bu dayanılmaz bir ağırlık oluşturuyor. Bu ağırlığın altında ezilen insanın trajedisi ise bitmiyor. Bu trajedi her an yeniden tekrarlanmaktan usanılmadan sahneye sürülmektedir. Fesat ayyuka çıktığı demlerde ilahi müdahale sonucu Resul gönderilir ve o’na indirilen vahiy inzal olurdu. Son Resul Muhammed (sav) öldü. Son kitap Kuran ise aramızda yaşamaktadır. Ama fesat Kuran’a müdahale edemese de anlaşılması üzerine örtüler atabilmekten sakınmamaktadır.

     Türkiye ölçeğinde ise bu mesele biraz daha girift hale dönüşmektedir. Siyasal İslamcılık üzerinden gerçekleştirilen çaba, gayret ve emekler; siyasi hesaplar yüzünden heba edilebilmekte ve dini duyarlılığın her türlüsü ise reklam aracılığı ile içi boşaltılabilmektedir. Her seçim dönemi büyük bir çatışma alanı oluşturulmakta ve gerçeğin ama sadece gerçeğin açığa çıkması karşılıklı salvolarla sürekli kapatılabilmekte ve halk Müslüman kimliğinin safiyetinin kurbanı olabilmektedir. Propaganda yöntemi ile her şey karikatürize edilirken bayağılaştırma öyle ayyuka çıkmaktadır ki artık insanlar neye inanacağı konusunda şüphe girdaplarına düşmektedir. Ya göz ardı ederek duruş’a sahip çıkmakta ama bir sürü yanlışa da sünger çekmek zorunda kalmakta, ya da bir başka hesaba kurban seçilerek hakikati hepten gözden kaçırmak zorunda bırakılabilmektedir.

     Aslında ilahi müdahale kaçınılmaz olmalı… Ama insan İslam ile müşerref olarak rüştünü kazandığı için kendi iradesi ile bu ilahi müdahaleyi davet etmelidir. Sorumluluk bizzat insana yüklenmiş durumdadır. Fakat bu sorumluluğu nasıl yerine getireceği konusu muallâkta değil ve işaretler belirgin olarak tanık bırakılmıştır. ‘Her yüzyılda bir müceddid gönderileceği’ haberi ile ‘Benim ümmetimin âlimleri beni İsrail’in peygamberleri gibidir’ nebevi sözü bu işaretleri netleştirmektedir. 

     Âlim nebevi mirası üstlenerek yaşadığı çağın tanıklığını yapmakla mükellef bir mümin kul olma hüviyeti taşıma zorunluluğundadır. Tabii ki bu âlim aynı zamanda ‘ilmi ile amil’ olandır. Nübüvvet ve vahiy, insanların tarihsel süreçle Resul ve vahye yabancılaşmaları üzerine yeniden bir hatırlatıcı olarak tazelenmeleri ve oluşmaya başlamış ‘yeni durumu’ ilahi tanıma kavuşturmayı içermekteydi. Böylece tarihi olana müdahale gerçekleşmiş ve aslında her şey asli konumuna yeniden irca edilmekteydi. Bugün de buna olan ihtiyaç tartışılmazdır.

     Tarihsel süreç izlendiğinde her yüzyılda bir davetçi çıkar ve dinin yeniden yorumlanması ve kaymış olan ekseni yeniden eski haline getirme davasını seslendirirdi. İnsanlar da bu sese bigane kalmaz ve böylece üzerine serpilen ağırlıkları üzerinden atarak ağır da olsa ayağa kalkmaya başlardı. Yeniden bir canlanma ve diriliş hayata damgasını vurur ve uzun süre bu ‘ihya’ gündem olmayı başarırdı. Ta ki yeniden hayatın rutin gidişatı üzerini örterek ağırlıklarını hissettirene kadar! Sonra yine bir kaos ve karmaşa, siyasal çalkantılar, toplumsal yozlaşma ve yeniden bir ses, bir soluk, bir nefes devreye girer ve tanıklığı üzerinden davaya hayat vermeye çalışırdı. Etrafında biriken insanlarla bir yenileme meydana getirir ve böylece ihya ile tecdidin birbirinden ayrı olgular olmadığı gözler önüne serilirdi.

     Dün, hayatın rutin yürüyüşü ve nefsin kendi kabarması sonucu bir kirlilik meydana gelir ve eğer siyasal bir iktidara ulaşırsa taşları yerinden oynatmayı başarabilirdi. Bu yüzden de bir davetçi bu yozlaşmaya işaret eder ve bedelini ödemeye hazır olduğunda bu karartma yırtılıp atılırdı. Ama bugün durum öyle değil! Fesat, hayatın bütün katmanlarına sirayet etmiş, belirleyiciliğini hiç terk etmiyor, kendisine yönelik her itirazı istikametinden çevirerek fesada katkı sunacak biçime kavuşturuyor. Dün kişiler ve topluluklar yozlaşırdı. Onlara karşı mücadele yine kişiler ve topluluklar aracılığı ile verilebilirdi. Bugün ise kültürün kendisi; yaşamı belirleyen şeyin kendisi fesadın bizzat kendisi olmuştur. O yüzden bugün nefes almak bile çok zor hale gelmiştir. İşin en kötüsü bu durumun farkındalığı da oluşturulamıyor. Çünkü her şey kendi zıddını da burada üretebilmektedir. Böyle olunca farkındalık oluşturulamıyor, farkındalık oluşturulmayınca da sahih bir karşı koyuşu belirleyecek zemini inşa edilemiyor.

     Küreselleşme ve evrensellik kavramları üzerine yeniden düşünmek elzem hale gelmiştir. Her şey fesada ayarlı ve her şey yozlaştırıcı bir unsura dönüşebilmektedir. Ancak zihnen bu işin dışına çıkabilecek cesaret ve beceriyi göstererek varlık kazanma imtiyazı oluşturulabilir. Bunun içinde din ve dini algıyı oluşturan bağlamı iyice hesaba katmalıyız. Çünkü fesat, kendi bağlamını inşa ederek varlık sahasını kapatmaktadır. Bu kapatılmış varlık sahasına saldırı yapıldığında bunu püskürtecek bütün argümanlara sahip bir yapı olduğunu unutmamalıyız.

     İşin başı yaşadığımız her şeyin ölü olduğunu kabullenmek ve bu kabul üzerinden yeni bir dirilişi inşa etmenin sorumluluğunu üstlenecek ahlaki bir yapıyı varlık sahasına çıkarma teşebbüsü olmalıdır. Yenilenme ihtiyacının varlığı tartışılmıyor; bu yenilenmenin mevcut kültür içinde mi yoksa bu mevcut kültürü reddederek mi yapılacağı meselesi tartışılmalıdır. Mevcudu işaret ederek bunun yaşam belirtisi olduğunu söylemek hem kolay hem ucuzdur. İşte burada dersiniz… Ama mevcut bütün ihtişamı ile orada durmakla birlikte bu ihtişamın kof olduğunu mevcudun da ölü hükmünde bulunduğunu işaret etmeden bir başlangıç imkansız olur.

     Bir, mevcut kültürün artık kötülüğün bizzat kaynağı olduğunu belirtmek ve artık yenilemenin kaçınılmaz olduğunu vurgulamak! İki, hükmen mevcut kültürün ölü olduğunu ilan ederek yeni bir diriye olan ihtiyacı gözetmek! Üç, diriden ölünün çıktığı gibi ölüden de dirinin çıkacağını bilmek ve yenileme bilincini anlam üzerinden gerçekleştirme çabasına sahip olmak! Dört, mevcut kültürün oluşturduğu bütün kazanımların aslında bir kayıp olduğu görüşüne inanmak ve kaybı bir an önce telafi etme adına kazanımlardan vazgeçecek bir algıyı inşa edebilmek!

     İşin zorluğunu gösteren bir bulgu da İslamcılığın siyasal karaktere sahip olması ve kendisini bir kurtuluş ideolojisi olarak kurgulamasıdır. Bu da ihya ve tecdit hareketini zora sokan bir durumu imlemektedir. Ak Parti iktidarı ile birlikte bu süreç büyük kapatılmaya dönüştü. Çünkü Müslüman birileri artık iktidarda demek ki Müslümanlık bir zorlayıcı durumla karşı karşıya kalmayacaktır. Ama durum tam tersine dönüşmekte gecikmemiş ve Müslümanlar açısından en iyi durumda dünyevileşme kaçınılmaz olmuştur. Tam da bu noktada ihyayı yeniden gündeme almalı ve tecdidi öne çıkarmalıyız…  

     Burada da bir noktanın altını iyice çizmem elzemdir: İsa (as)a atfen söylenen bir rivayet var: kendisine recmedilecek bir kadın işaret edilerek ilk taşın atılması için izin verilmesi istenir: ‘ilk taşı içinizde hiç günah işlemeyen biri atsın’ der… Bende tam bunun altının çizilmesi gerektiğini düşünüyordum: yani ihya hareketini başlatacak kişinin bütün bu kirlenmişliklerin dışında kalabilecek birilerinin varlığı ile ilişkili olmalıdır. Çünkü kirlenmişlik evrensellik boyutunda öne çıkmaktadır. Kirlenmemiş kişi, topluluk ve kurum bulmak neredeyse imkânsızdır. O yüzden kirlenmişliğe bulaşmamış ya da bu kirlilikten arınacak işlemi hayatına katabilmiş biri olmalıdır. Şairimizin deyimi ile kendini bütün bu zihni kirlenmişliğin dışına atabilecek zihni performansı gösteren biri olmalıdır. Ölünün davetçinin eliyle diriltileceğini biliyoruz. Eskimiş olanın da davetçiler eliyle yenilendiğini biliyoruz. Bu imkânı sağlayan şeyin de aslında o şeyin bağlamının değişimi olduğu aşikârdır. Demek ki mesele, mevcut durumun bağlamını değiştirecek yeni bir bağlamı inşa etmektir

     İhya ve tecdit ancak Müslümanlar eliyle gerçekleşebilir. Bu tespit bize Müslümanların kendi ellerindeki bu değeri bilip bilmediği konusunda soru sordurması gerektiğini hatırlatır. İşte bu sorudur ki yeni bir hareketin varlığını kaçınılmaz kılacaktır. Bunun için maalesef sadece samimiyet yeterli olmayacaktır. Bu noktada Kuran’ın öne çıkardığı akıl kavramının muhakeme yeteneği olarak betimlenmesi elzem olmalıdır. Bu muhakeme yeteneğinin iki farklı unsuru yada mevcut durum ile muhayyel durum arasındaki farkı işaret edecek düzeyde varlık kazanması gerektiğini belirlemeliyiz. Böylece Müslüman ideal Müslümanlık ile yaşanılan Müslümanlık arasındaki farkı kavrar ve bu kavrayış üzerinden bir algı oluşturulabilir. İşte bu algı bize ihya; yani dirilişi temin eder. Bu diriliş üzerinden mevcudun yenilenmesi imkân dâhiline girer…

     Bugün her şeyden daha çok bizim ihyaya ihtiyacımız var… Yeni bir diriliş muştusu aynı zamanda bir umut olarak insan kalabilmenin kaçınılmaz varlığını işaret eder. Pörsümüşlüğe, kirlenmişliğe, yozlaşmaya, fesada, günaha, bataklığa feragat, fedakârlık, dayanışma ve paylaşma üzerinden karşı konulabilir. Batı modernitesinin oluşturduğu yeni insan tipolojisine karşı mümin kul tipolojisini yeniden ayağa kaldırmak şarttır. Bu mümin kul, vahyin ve nübüvvetin oluşturduğu örneklik üzerinden yeniden tanımlanmalı ve ölüleştirmeye karşı dirilişi sahiplenmelidir.

     Farkında, samimi, bilgili, sezgisi açık, kalbi uyanık, ruhu iradeyle bezenmiş, aklı salim, varlığı istikamet üzere, benliği teslim olmuş, gönlü mutmain kişi, ihya için öncülük ederse bir yenilenmeyi başarabilir. Bu sıfatları taşımak zor mu? Evet zor! Ama unutmayalım ki Allah ‘zor olanda kolaylık barındırmaktadır’…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.