Sosyal Medya

Makale

ElektriÄŸi ÅŸebekeden almak

Üsküdar'daydık. ÜÅŸenmedik, saydık. Sultantepe'deki evde 10 kiÅŸiyiz. Ne yatak yeter, ne kanepe bu kadar insana. 'En iyisi bizim eve geçelim Hasan abi' dedim. 23:45'teki son otobüse yetiÅŸip Ä°çerenköy'deki öÄŸrenci evimize gittik.

O gecenin sabahında, Üsküdar'daki evin basıldığı bilgisi geldi. Ä°BDA-C kapsamında gözaltına alınmıştı arkadaÅŸlarımız. Gayrettepe'de, kendilerine herhangi bir açıklama yapılmaksızın tutuldular. ÇeÅŸitli iÅŸkencelere maruz kaldılar. Hasan abiyle deli gibi uÄŸraÅŸtık arkadaÅŸlarımız bırakılsın diye. Tanıdığımız herkese ulaÅŸmaya çalıştık. Koca koca adamlar, çaresizlik içerisinde 'elimizden ne yazık ki bir ÅŸey gelmez' dediler. DoÄŸruydu. Ellerinden gerçekten bir ÅŸey gelmezdi.

Beklemeye koyulduk. Bir taraftan 'geçen sene arama yapmışlardı, her an bizim evi de basabilirler' korkusu, bir taraftan içerdeki arkadaÅŸlarımız için elimizden hiçbir ÅŸeyin gelmemesi...

3. günün sonunda salıverildi arkadaÅŸlarımız. Sisteme entegrasyon konusunda elektrik destekli hızlandırılmış kurslarını almışlardı.

Bu, burada bir dursun.

28 Åžubat atmosferini hatırlayanlarınız vardır. -Bir avuç yürekli insanın hakkını yemeden söylüyorum- toplumun her kesimi, Türkiye Müslümanlarının ezilmesinden son derece memnundu. 'Hak ettiler' diyenler çoÄŸunluktaydı. Niçin hak etmiÅŸti Türkiye Müslümanları bunu? Kendilerini temsil edeceÄŸini düÅŸündükleri bir partiyi koalisyonun büyük ortağı olarak iktidara taşıdıkları için.

EÅŸim, bahar günlerinde bir bereyi boynuna kadar çekerek bitirmek zorunda kaldı okulunun son yarıyılını. En arka sırada oturarak... Allah'tan, derslerine giren iki erkek hocadan ikisi de karışmadı bu bere iÅŸine. EÅŸimin ablası başını açarak devam etti okuluna. Kız kardeÅŸim, son derece rahat ÅŸekilde istediÄŸi üniversitenin dil bölümlerinden birini kazanabilecekken 'baÅŸörtüsüz okuyamam' diyerek üniversite sınavına girmedi.

Tuhaf günlerdi o günler. Zor günlerdi. Gazeteciler, yargı mensupları, sivil toplum kuruluÅŸları, darbeci köpeklerden andıçlar, brifingler alıyorlar; 'gereÄŸini yapma' konusunda en küçük bir 'insanilik' göstermeden iÅŸlerine bakıyorlardı. 14 yaşındaki çocukların idamına karar veriliyor, okul önlerinde baÅŸörtülü öÄŸrenciler coplanıyor, Kur'an kursunda okuyan çocuklar, 'terörist faaliyet' ile suçlanıyordu.

Bir de Fethullah Gülen ve Cemaat vardı. 'Kendi yöntemleri' ile 28 Åžubat sürecinde ayakta kalmaya çalışıyorlardı.

Bu yöntemlerin en belirgini, darbeci köpeklere kayıtsız ÅŸartsız teslimiyetti. Kendi varlıklarının bekasını bu teslimiyete borçlu olduklarını düÅŸünüyorlardı. Fethullah Gülen canlı yayınlara çıkıyor, söyleÅŸiler veriyor ve Cemaat'in hiçbir ÅŸekilde sisteme karşı bir tehlike arz etmediÄŸini delilleriyle ortaya koyuyordu. 'Orta Asya'da açtığımız okullar radikal Ä°slam'ı engellemek içindir' diyordu, 'beceremediler, artık gitsinler' diyordu. Hürriyet Gazetesi, Gülen'in sözlerini 'baÅŸ örtme teferruattır' baÅŸlığı ile veriyordu. Cemaatin kız öÄŸrencilerine 'hizmetin devam etmesi için fedakarlık zamanıdır, baÅŸlarınızı açın ve okulunuza devam edin' emri geliyordu mesela.

Cemaat ve Fethullah Gülen kendi bildiÄŸi yöntemlerle direniyordu 28 Åžubat'a. Eh, onlar için 'entegrasyon ve itaat' en önemli yöntemlerdi anlaşılan. Canlı yayında, Erbakan'ı sevmediÄŸini neredeyse tiksintiyle anlatan Fethullah Gülen, askeri daha demokratik buluyor, Ecevit'i pek beÄŸendiÄŸini izhar ediyordu.

Reha Muhtar, canlı yayında 'Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki görüÅŸlerini söyler misiniz' diye soruyordu Fethullah Gülen'e. O da, Erbakan'dan ve Türkiye Müslümanlarından her daim esirgediÄŸi o eÅŸsiz hoÅŸgörüsünü hemen devreye sokuyor ve bir Atatürk övgüsü tiradı patlatıyordu. Hatta Reha Muhtar, o cevval tarzıyla 'ÅŸimdi burada da söyler misiniz, Mustafa Kemal Atatürk der misiniz' diye soruyor; Gülen de 'her zaman öyle diyorum, Mustafa Kemal Atatürk diyorum' diyerek, Mustafa Kemal'den hep 'Atatürk' olarak bahsettiÄŸini ispat için çırpınıyordu.

Biz okullara giremez, üniversitelere alınmazken, her alanda baskı üzerine baskı görürken Cemaat, 'bildiÄŸi yöntemler'le iÅŸine bakıyor, neyi kaybettiÄŸini, neyi kırıp döktüÄŸünü, nelerden vazgeçtiÄŸini bir kere olsun düÅŸünmeden 'hizmetin devamı için her türlü taviz verilebilir' mottosuyla büyümeye, palazlanmaya, uluslararası bir güç odağı haline gelmeye devam ediyordu.

ArkadaÅŸlarımızın ÅŸubede yediÄŸi 'entegrasyon elektriÄŸi'ni Cemaat 'bu bizi kesmez, ÅŸebekeden verin' diyerek gönüllü ÅŸekilde kendisine zerk ediyor ve böylelikle 'sıfır maÄŸduriyet' yaşıyordu.

Sonra ne oldu? Devran deÄŸiÅŸince 28 Åžubat'ta herhangi bir maÄŸduriyet yaÅŸamayan Cemaat, 28 Åžubat'ın tüm aktörlerini yargı yoluyla duman etti. Yükselen itirazları da 'ama onlar bizi o süreçte çok maÄŸdur ettiler' diyerek susturdu.

Devran ÅŸimdi de deÄŸiÅŸiyor iÅŸte. Düne kadar 'AK Parti'ye geleneksel Ä°slamcılardan bile daha iyi entegre olmuÅŸ' görüntüsü veren Cemaat, bugün 'bizi çok maÄŸdur ettiler' edebiyatıyla AK Parti'ye saldırıyor.

Cemaat, yapmayı en iyi bildiÄŸi iÅŸi yapıyor anlayacağınız. Bizse, 'aynı delikten iki kez sokulma'nın acısıyla baÅŸ baÅŸayız. Ä°ÅŸ tutmakta hiç zorlanmadığı adamları devran deÄŸiÅŸince hapislere tıkan bu yapının günün birinde bize de aynısını yapabileceÄŸini hesap etmemenin acısı bu. Kendi hedeflerine hizmet etmeyen herkesi cehennemin dibine göndermekte hiç tereddüt etmeyen bir yapıya 'olsun, onlar da bizim kardeÅŸimiz' muamelesi yapmış olmanın acısı. 'DüÅŸmanımın düÅŸmanı dostumdur' salaklığının acısı. Bütünüyle bir 'modern cult' olan Cemaati yanlış deÄŸerlendirmenin acısı.

Ä°ÅŸte benim AK Parti'ye en çok kızdığım yer burasıdır. Müslüman'a yakışan feraseti göstermedikleri için çok ama çok kızgınım.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.