Coğrafyamız
'Yere göğe sığmayan' katliam
Hocalı katliamı sırasında eşleri, kardeşleri çatışırken çocuklarını ve yeğenlerini alıp kaçan üç kadın, yıllardır hep birlikte metruk bir evde yaşıyor. Esir düşen yakınlarının döneceğine inandıkları için şehit yardımını kabul etmiyorlar.
23 yıl önce yaÅŸanan Hocalı katliamında, eli silah tutan erkekler savaşırken kadınlar ve çocuklar, kuÅŸatılmış ÅŸehirden tek çıkış yolu olan AÄŸdam’a kaçmaya çalışıyordu. Yolda türlü iÅŸkencelere maruz kaldı, çocukları ve aileleri gözlerinin önünde öldürüldü. O gün AÄŸdam’a ulaÅŸmayı baÅŸaranlardan bir kısmı ÅŸimdi Bakü’de. Ancak yeni bir hayat kurmak yerine hâlâ o gün kaybolan yakınlarını bekliyorlar.
48 yaşındaki Reyhan Sefiyova, 23 yıldır ne zaman bir araya gelseler, her gün, her dakika o günü konuÅŸtuklarını, unutamadıklarını, sohbetlerinde dönüp dolaşıp bu konuya geldiklerini ve yeniden yaÅŸadıklarını anlatıyor:
“Bir saniyeye bir ömür sığdırmak gibi… O dehÅŸet tasavvur edilemez. Filmlerini yapıyorlar ÅŸimdi, ama en iyisini yapsalar bile yaÅŸadıklarımızın yanında zerresi kadar kalıyor.”
‘Bir gün kaçacağımızı biliyorduk, ama bu kadar dehÅŸetlisini beklemiyorduk’
Ağlayarak, duraklayarak anlatıyor Sofiyova. Bu halini fotoğraflamamızı istemiyor:
“Ben daha bekârdım, iki kardeÅŸim evliydi, altı çocuk vardı evimizde. Biz böyle bir kaçışın başımıza geleceÄŸini zaten bekliyorduk, bir gün Hocalı’yı terk etmek zorunda kalacağımızı biliyorduk. Ama bu kadar dehÅŸetli bir vaziyette olmasını beklemiyorduk. Sanki karşımızdakiler insanlık dışı bir varlık gibiydi. En kötü ihtimalle bir gülle atarlar, ölürüz diyorduk, savaÅŸtı nihayetinde. Çocukları, kadınları böylesine vahÅŸice katletmelerini beklemiyorduk. Ne tesadüf ki akÅŸama doÄŸru Ermeniler gelirken tabiat da düÅŸmanımıza yardım etti. Bir kar baÅŸladı. Biz kaçarken bütün yerler kar olmuÅŸtu. Ormana girdiÄŸimizde yolumuzu ÅŸaşırdık. Karanlık, yerde iz yok. Her tarafta aÄŸlaÅŸma, herkes yakınını bulmaya çalışıyor. Ermeniler biliyordu ki tek bir yol var, ormandan çıkınca asıl o yolda aileleri toplu olarak öldürdüler. Oradan baÅŸka tarafa kaçanlar da yolunu ÅŸaşırıp donarak öldü.
Ancak sabah hava açılınca gördük kim ölmüÅŸ kim kalmış, yanımızda kim var kim yok… Sanki kimse yok… Sonra bir bir kardeÅŸlerimin çocukları geldi. KardeÅŸlerim nerede bilmiyordum. O gün annemin de orada öldüÄŸünü hiç bilmiyordum. Göremedim, kaybettim sandım. Çok sonra AÄŸdam’da gören birini buldum. KardeÅŸimle kaçarken birbirlerini kaybetmiÅŸler, bir tepeliÄŸe gidip ona seslenmiÅŸ annem, sesini iÅŸittikleri gibi hemen vurmuÅŸlar.”
AÄŸdam’a ulaÅŸtığında sadece kardeÅŸlerinin çocukları vardı yanında. En küçük olanı, bir yaşındaki Servan ölmüÅŸtü. BeÅŸ yeÄŸeniyle hayata tutundu:
“Servan doÄŸduÄŸunda kar yağıyordu. Karla da gitti… Ben o beÅŸ çocuÄŸu kurtardım, büyüttüm diyemem. Onlar da beni kurtardı. Onların varlığı da beni büyüttü, bir teselli oldu. KardeÅŸlerimin, eÅŸlerinin cesetlerini 20 gün sonra alabildik. Cesetlerin getirilmesinde yabancı gazeteciler çok yardımcı oldu. Ama alınamayanlar da var, uzakta kalanlara ulaÅŸamadılar.”
‘O gece yere göÄŸe sığmayan bir iÅŸti’
Kuzeni Ulduz Batiyarova, Hocalı katliamında yaÅŸları bir, beÅŸ ve altı olan üç çocuÄŸunu korumaya çalışırken, beÅŸ kardeÅŸini, annesini ve babasını kaybetti. Hocalı’nın her gün ateÅŸ altında kaldığını, 25 Åžubat gecesi de hiçbir erkeÄŸin toprağını bırakıp gitmek istemediÄŸini anlatıyor:
“Büyük kardeÅŸlerim Zahit ve Zahir nöbetteydi. Ben çocuklarla annemdeydim. YemeÄŸe oturmuÅŸken ‘yemeÄŸi bırakın, Ermeniler ÅŸehre girdi’ diye eve gelip haber verdiler. Dört bir tarafta tanklar, çocukları mı kaçırayım, annemi mi alayım, kendim mi kaçayım bilemiyorsun, çok çetin bir vaziyetti. Gargar Çayı’na vardığımızda Zahit, tek tek çocukları ve kadınları sırtında taşıyarak karşı tarafa geçirdi. Sonra savaÅŸmaya döndü. Annem yalvardı bizimle gelsin diye ama gelmedi. Bir daha göremedik onu… Ormandan geçerken annemle babamın ayakları soÄŸuktan ÅŸiÅŸti, yürüyemediler kaldılar orada. Ben çocuklarımı alıp devam etmek zorunda kaldım. Ermeni tuttuÄŸunu öldürüp yüzünü soyuyordu, gözünü çıkarıyordu. Çocuklarımı alıp hızla kaçtım. Çünkü yakaladıkları kızların başına neler… 75 yaşındaki ninemin kafasını soydular. O gece dehÅŸet bir hadiseydi, yere göÄŸe sığmayan bir iÅŸti. Sohbet ile baÅŸtan sona anlatmam mümkün deÄŸil. Canlı ÅŸahit olmazsan inanamazsın neler olduÄŸuna, AÄŸzımı açıp da diyemediÄŸim ÅŸeyler…”
22 yıl oğullarını bekledi
Babasıyla annesi, bir de o sırada onların yanında kalan küçük kardeÅŸi Vüsal esir düÅŸtü. Annesini bir hafta sonra bıraktılar ama dili tutulmuÅŸtu. 22 yıl daha yaÅŸadı ama hiç konuÅŸmadı. Bahtiyarova, “Vüsal en son anneme ‘karnım aç, üÅŸüyorum’ diye bağırıyordu. Annem, eve döndükten sonra her kapı açıldığında umutla kapıya baktı, kayıp oÄŸulları geldi mi diye bekledi, sonunda dayanamadı öldü” diye anlatıyor bir sene önce kaybettiÄŸi annesini.
Babası da 40 gün esirliÄŸin ardından hükümetten aldıkları binlerce dolarlık para karşılığında salıverildi. Hastaneye babalarını almaya gittiklerinde tanıyamadılar:
“Bir baktık ki insan ÅŸeklinde olmayan bir adam bize el ediyor. DiÅŸleri yok, ayakları yok, bacakları çürümüÅŸ, cılız…”
Babası salıverilmeden önce, gözlerinin önünde oÄŸlu Zahit’e iÅŸkenceler yapıldı. O, yine de oÄŸlunu öldürmedikleri için rahatlamıştı ve sonra yıllar boyunca Zahit’in, esir düÅŸtükten sonra bir daha görmedikleri Vüsal’ı da alarak kaçmış olabileceÄŸini düÅŸündü. Geri dönmesini bekledi.
Åžehit desteÄŸini kabul etmediler
Ulduz’un kardeÅŸi Cemile de o gece kaçmayı baÅŸaranlardan. Cemile aÄŸlamaktan konuÅŸamıyor. KardeÅŸinin donmuÅŸ ayaklarına yapışan çorapları bıçakla ayırdığını zorlukla anlatıyor. Bir de esir düÅŸen dayıları Erhan’ın savaşırken esir alındığını söyleyip, yaşıyor umuduyla bir çaÄŸrı yapıyor:
“Dayım dedi ki ‘Ermeniler sizi esir alırsa sizi de vururum sonra kendimi de vururum.’ En büyük silah ondaydı, onu taşıyabilecek cüssede bir o vardı çünkü. Esir alındı. Biz sonra yıllar boyu dayım yokmuÅŸ gibi davrandık. Ondan bahsederken biri kim olduÄŸunu, önemli bir savaÅŸçı olduÄŸunu anlar da Ermenilere duyurur, esirlikte öldürürler onu diye korktuk. 20 yıl sonra baÅŸladık onu anmaya, düÅŸündük ki bunca yıl haber yoksa ya kaçmıştır ya da öldürülmüÅŸtür. Yaşıyorsa ve adını deÄŸiÅŸtirmediyse belki bu haberi okuyup gelip bizi bulur…”
[Al Jazeera]
|
Birkaç yıl AÄŸdam’da kalan bu üç kadın, yanlarına anne babalarını, çocuklarını ve yeÄŸenlerini alarak Bakü’ye geldi. Ailenin erkekleri ÅŸehit düÅŸtüÄŸü için aylık baÄŸlanacaktı, ancak onlar itiraz etti. KardeÅŸlerinin, dayılarının öldüÄŸünü kabul etmediler; bir gün döneceklerini söylediler. Devlet de onlara bir hastane bahçesindeki yarı yıkılmış yapıyı gösterdi yerleÅŸmeleri için. 17 yıl önce geldiklerinde camları bile olmayan bu metruk binayı, yaÅŸanacak bir yer haline getirdiler. Kayıpları dönerse kolayca bulsun diye, buradan baÅŸka bir yere taşınmadılar.
Hayatlarını deÄŸiÅŸtiren ve bir daha toparlanamadıkları bu olayda Ermeni milisler kadar, Sovyet ordusuna ve olaylara kayıtsız kalan dünyaya da kızgınlar.
“Bakü’den 20 tane asker geldi, onlar da öldü. Ne bir yardım ne silah... Bütün dünya bize yüz çevirmiÅŸti. Ruslar tankı, silahı verdi, Ermeniler öldürdü. Bir yıl sürdü çatışmalar, hiçbir ülke bir ÅŸey yapmadı, sanki bunlar olmuyordu” diye kızgınlığını anlatıyor Reyhan Sofiyova.
Cemile de katılıyor kuzenine, “Biz ordunun içinde deÄŸildik, orada ne oldu bilmiyoruz, biz yalnız kaçmayı bildik. Ama silah yardımı olmasaydı Ermeniler kentimize giremezdi, bunu yapacak güçleri yoktu” diyor.
Kaynak: Al Jazeera
Henüz yorum yapılmamış.