Sosyal Medya

150 yıllık uykumuzdan yeni uyandık

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, hükümetin geçen 12 yıllık süreçte görünür vesayetlerle mücadele ettiğini, şimdi ise görünmez vesayetlerle mücadele etmek için hızlı bir reform sürecine girdiklerini söyledi. Kurtulmuş, Al Jazeera’ye konuştu.



BaÅŸbakan Yardımcısı Prof. Dr. Numan KurtulmuÅŸ, Al Jazeera Türk'e verdiÄŸi mülakatta, hükümetin geride kalan 12 yıllık süreçte görünmez vesayetlerle mücadele ettiÄŸini, bundan sonra ise görünmez vesayetyerle mücadele için kapsamlı bir reform sürecine ihtiyaç duyulduÄŸunu söyledi. Hükümetin Haziran 2015'te yapılacak seçimlerden sonraki ilk hedefinin yeni bir Anayasa yapmak olduÄŸunu kaydeden KurtulmuÅŸ, hakkında yolsuzluk iddiaları bulunan 4 Bakan ile ilgili verilecek karar ne olursa olsun, Ak Parti'nin seçimlerde bundan etkilenmeyeceÄŸi görüÅŸünde. KurtulmuÅŸ, 2014 yılında yapılan 30 Mart ve 10 AÄŸustos seçimlerinde, Ak Parti'nin siyasi bir partiden "siyasi bir harekete" dönüÅŸtüÄŸünü, Haziran'da yapılacak seçimde ise partinin bu kimliÄŸinin daha da netleÅŸeceÄŸini, bir "dava partisi"ne dönüÅŸeceÄŸini aktardı. KurtulmuÅŸ'a göre, Ak Parti'nin baÅŸarısı, Batı karşısında yenilmiÅŸliÄŸe itiraz ederek, yeniden ayaÄŸa kalkma iddiasından kaynaklanıyor. KurtulmuÅŸ, "biz kendi medeniyetimizin kökleri üzerinden yeniden ayaÄŸa kalkmak için 150 yıllık derin uykumuzdan yeni uyandık" dedi. 

"Sıra görünmez vesayetlerde"

2015 seçimleri AK Partinin istediÄŸi anayasal deÄŸiÅŸiklikleri yapabilmesi için beklenen tarih mi? Bu deÄŸiÅŸiklikleri yapabilecek çoÄŸunluÄŸa ulaşırsanız anayasanın hangi maddelerini deÄŸiÅŸtireceksiniz? Veya yeni bir anayasa gündeminiz olacak mı? Hükümetin öncelikleri ne olacak?

Türkiye’de uzunca bir süredir devam eden bir restorasyon süreci var. Yeni Türkiye’nin Ä°nÅŸası dediÄŸimiz bu süreç önce eski Türkiye’nin anti demokratik bütün yapılarından kurtulmayı gerektiriyordu. GeçtiÄŸimiz 12 yıllık süre içinde Türkiye vesayetlerin/görünür vesayetlerin önemli bir kısmını ortadan kaldırdı. Åžimdi ise birtakım görünmez vesayetlerin kaldırılması ve Türkiye’de yeni bir demokratik sistemin inÅŸası için çok hızlı bir reform sürecine ihtiyaç var. Dolayısıyla Türkiye siyasetinin temel sorumluluÄŸu yeni bir anayasa yapmaktır. Sadece anayasanın maddelerini deÄŸiÅŸtirmek deÄŸil, ruhunu da, anayasanın sistematiÄŸini de sivil bir bakışla/anlayışla özgürlükçü, demokratik, katılımcı ve çoÄŸulcu yeni bir anayasa yapmaktır, anayasa yazmak deÄŸil.

Åžimdiye kadar Türkiye’de hep anayasa yazıldı. Asıl olan “anayasa yapmak”tır. Yani Türkiye’de devletin zihniyetinin deÄŸiÅŸmesine yönelik, bunu esas alan yeni bir anayasanın yapılması zorunludur. Ümit ediyorum ki 2015 seçimleri bu yeni anayasayı yapabilecek çoÄŸunluÄŸu, en azından referanduma götürecek bir çoÄŸunluÄŸu AK Parti’ye verecektir. AK Parti temelinde baÅŸkanlık sistemi olan bir anayasa; reformcu, dinamik yeni bir anayasa yapmak amacıyla sistemin geri kalan bütün antidemokratik unsurlarını da temizlemeyi bir hedef olarak görüyor.

Siyasi Partiler Yasasını, Seçim Sistemini, Meclis Ä°çtüzüÄŸünü, Kamu Personel Yönetimini, Yerel Yönetimleri kısacası 12 Eylül rejimiyle ve daha önceki darbelerle gelmiÅŸ bütün anti demokratik yasaları, hatta tüzükleri, yönetmelikleri vs. bunların hepsini Türkiye’nin temizlemesi lazım. Ama temel adım “öncelikle yeni bir anayasa yapmaktır.” Yeni bir anayasa yapmak sadece AK Parti’nin deÄŸil, Türkiye siyasetinin önündeki en önemli reformcu, dönüÅŸümcü hedef olarak durmaktadır.

CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan, 19 Ocakta kabineyi toplayacak ve kabineye baÅŸkanlık edecek. CumhurbaÅŸkanı’nın bunu sıkça yapması durumunda hükümet açısından bazı sıkıntılar doÄŸar mı?Özellikle baÅŸbakanın konumu açısından düÅŸünülürse

10 AÄŸustos’ta Sayın CumhurbaÅŸkanımızın halkın oyuyla seçilmesiyle birlikte Türkiye bir yeni döneme doÄŸru adım attı. Tabii ki cumhurbaÅŸkanımızın hakları ve sorumlulukları anayasal olarak bellidir, dolayısıyla bu hak ve sorumluluklar çerçevesinde cumhurbaÅŸkanımız istediÄŸi zaman Bakanlar Kurulu'na baÅŸkanlık edebilir, Bakanlar Kurulu’nu toplantıya çağırabilir. Dolayısıyla ne zaman Bakanlar Kurulu’na katılmak ister, ne ÅŸekilde katılmak ister bu tamamen kendisinin tercihidir. BaÅŸbakanımızla CumhurbaÅŸkanımız bu konuyu konuÅŸarak 19 Ocak tarihi konusunda mutabık kalmışlardır.

Birincisi; cumhurbaÅŸkanımız anayasal hakkını kullanıyor. Bu anayasal hakkını kullanacağını, yani alışılmışın dışında bir cumhurbaÅŸkanı olacağını çok açık bir ÅŸekilde seçim öncesinde de, seçim sırasında da ifade etmiÅŸti. Dolayısıyla çok rutin, son derece doÄŸal bir süreç ile karşı karşıyayız. Ä°kincisi hiç kimse hükümet ve cumhurbaÅŸkanı arasında bir ayrışma olur mu ÅŸeklinde bir arayışın içerisine girmesin. Hükümetle cumhurbaÅŸkanı bundan sonraki süreçlerde de son derece uyumlu bir ÅŸekilde çalışacaktır. Çünkü cumhurbaÅŸkanımız siyasetin dışından gelen birisi deÄŸil, cumhurbaÅŸkanımız AK Parti’nin kurucu lideri, bu büyük siyasi hareketin lideri olmak dolayısıyla zaten AK Parti kadrolarıyla, AK Parti’nin içinden çıkan hükümetle, AK Parti’nin meclis grubuyla, tabanıyla, seçmeniyle son derece canlı, son derece aktif bir gönül iliÅŸkisine sahip onlarla arasında çok büyük bir baÄŸ olan birisi…

Sayın CumhurbaÅŸkanımızın 19 Ocak'ta ve daha sonra, hangi sıklıkla ve ne ÅŸekilde tercih ederse bu tür toplantılar yapması iÅŸinin doÄŸası gereÄŸidir.  Anayasanın verdiÄŸi bir hak ve sorumluluktur, bunları istediÄŸi ÅŸekilde kullanabilir. Buradan ne bir kriz çıkar ne de bir olaÄŸanüstü anlayış ortaya çıkar. Son derece doÄŸal, tabii seyrinde akan bir süreçle karşı karşıya olacağız.

BaÅŸbakan DavutoÄŸlunun pozisyonu açısından?

Sayın CumhurbaÅŸkanımız 19 Ocak’taki toplantıya katılmakla ya da bundan sonraki toplantılara katılmakla baÅŸbakanlık görevini, Sayın DavutoÄŸlu’nun üzerindeki sorumlulukları alıyor deÄŸil. Tam tersine birbirlerine karşılıklı saygı içerisinde Sayın baÅŸbakanımızın sorumluluklarını kolaylaÅŸtırmak, yükünü hafifletmek ve tavsiyelerde bulunmak amacında olduÄŸunu biliyoruz. Ä°crayı baÅŸbakanımız ve bakanlar kurulu yapacaktır, cumhurbaÅŸkanımız da sadece baÅŸbakan, bakanlar kurulu deÄŸil, aynı zamanda meclisle, yargıyla diÄŸer kurumların hepsiyle birlikte bir orkestra ÅŸefi gibi devleti yönetecektir.

Herkesin anayasal sorumlukları bellidir, yapacağı iÅŸler bellidir. Bir sorumluluk alanı müdahalesi asla söz konusu deÄŸildir. Tam tersine omuz omuza, yan yana, Türkiye’yi daha baÅŸarılı yürütmek, ileriye götürmek için yapılacak olan bir çalışmadır.

AK Parti ve hükümetiniz ÅŸu anda yolsuzluk iddialarıyla mücadele ediyor. Hem parti hem de hükümet bu iddiaları reddediyor. Ancak kamuoyunun bu konuda ikna edilebildiÄŸini düÅŸünüyor musunuz? Kamuoyunun AK Partide yolsuzluk olmadığına ikna olduÄŸunu düÅŸünüyor musunuz?

Türkiye geçen sene bütün yıl boyunca süren, temelinde de yolsuzlukla mücadele iddiası olan bir operasyona tabii tutuldu. 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonu… Aslında operasyon 7 Åžubat 2012’de, yani MÄ°T BaÅŸkanı’nı sorgulamaya çağırmakla baÅŸlamıştı. Gezi Parkı olayları, 17 ve 25 Aralık olayları ve arkasından geliÅŸen diÄŸer olaylarla; MÄ°T TIRlarının durdurulması, DışiÅŸleri Bakanlığı’nın dinlenmesiyle devam eden bir süreç oldu. Bu sürecin çok açık bir darbe teÅŸebbüsü olduÄŸuna da milletimiz kani oldu. EÄŸer bu teÅŸebbüsü yapanlar, bu planlamanın içerisinde olanlar sadece yolsuzluk iddialarından ibaret bir süreci yürütmüÅŸ olsaydı, belki Türkiye baÅŸka bir sonuçla karşı karşıya kalırdı.

Ama madem yolsuzluklarla ilgileniyorsunuz, niye MÄ°T’in TIRlarını durduruyorsunuz? Niye MÄ°T BaÅŸkanı’nı sorguya çağırıyorsunuz ki bu operasyonun hedefinde aslında dönemin BaÅŸbakanı Sayın ErdoÄŸan’ın olduÄŸu da son derece açık. Ne iÅŸiniz var da DışiÅŸleri Bakanlığı’nda yapılan gizli bir toplantıyı dinliyor ve bunları deÅŸifre ediyorsunuz? Hatta bunları kim bilir nerelere servis ediyorsunuz. 30 Mart seçimine ve arkasından 10 AÄŸustos cumhurbaÅŸkanlığı seçimine bu halet-i ruhiye içerisinde girdik. Milletimiz ÅŸunu gördü: demek ki bu olayların arkasındaki esas mesele yolsuzluk deÄŸilmiÅŸ. Demek ki bu mesele hükümete karşı kurulan bir kumpasmış; hükümetin bir an evvel. anti demokratik bir yöntemle alaÅŸağı edilmesi ve Türkiye’nin bir türbülansın içine sokulması imiÅŸ amaçlanan…

Milletimiz bunu çok önceden, 30 Mart’ta gördü. 30 Mart’ta gördüÄŸü için de AK Parti’ye büyük bir destek verdi. Ve 10 AÄŸustos’ta da Sayın CumhurbaÅŸkanımızı birinci turda yüzde 52 oyla seçti. Dolayısıyla eÄŸer yolsuzluk operasyonu yapıldığına inanan bir kamuoyundan bahsediyor isek, zaten bu operasyonların, yolsuzluk söylentilerinin en yüksek noktaya çıkmış olduÄŸu noktalarda yani, 30 Mart ve 10 AÄŸustos seçim sürecinde milletin buna inanması ve tersi bir oy vermesi gerekirdi. Ama böyle olmadı. Demek ki millet bu meseleyi bir yolsuzlukla mücadele meselesi olarak deÄŸil, hükümetin düÅŸürülmesi ya da yeni bir darbe teÅŸebbüsü olarak gördü. EÄŸer bir kamuoyu tepkisinden bahsedeceksek kamuoyunun ortaya koymuÅŸ olduÄŸu asıl irade budur.

Bununla beraber ÅŸunu da ifade ediyoruz ki; biz hükümet olarak, Türkiye’de yolsuzluklarla sonuna kadar mücadele edilmesinden yanayız. Bu çerçevede bir ÅŸekilde haksızlıkla, yolsuzlukla, kamu gücünü kullanarak, milletin bir kuruÅŸ parasını, bir kuruÅŸ imkânını zayi eden kim varsa bunun üstüne gideriz, hem de korkmadan, çekinmeden sonuna kadar üstüne gideriz. Zaten meclisteki araÅŸtırma komisyonu kurulması talebi de biliyorsunuz AK Parti tarafından gündeme getirilmiÅŸtir.

Åžu an soruÅŸturma komisyonunda devam eden bir süreç var. Komisyondaki arkadaÅŸlarımızın her biri kendi bireysel kanaatleriyle vicdanları çerçevesinde karar verecek. Oradan da parlamentoya gelecek, 550 milletvekili, milletin temsilcileri tek tek elini vicdanına koyacak ve bir kanaat oluÅŸacak. Bu sürecin sonunda sonuç nasıl çıkarsa onu hep beraber göreceÄŸiz. EÄŸer Yüce Divan’a gönderilme kararı çıkarsa bu zaten AK Parti’nin baÅŸlattığı bir sürecin sonucu olacak. Bu anlamda da eÄŸer tersi çıkarsa da Yüce Divan’a gönderilmeye gerek olmadığı kararı çıkacak. Hep beraber sonucunu göreceÄŸiz.

Kamuoyu aslında 17 ve 25 Aralıkta baÅŸlayan soruÅŸturmaları hem darbe hem yolsuzluk olarak gördü, fakat darbeyi daha büyük tehlike olarak gördüÄŸü için yolsuzlukla yüzleÅŸmeyi öteledi gibi bir deÄŸerlendirme de var. Buna katılıyor musunuz?

Bu tür deÄŸerlendirmeler de yapılıyor. Ama sonuçta deÄŸerlendirme baÅŸka bir ÅŸey suçlama baÅŸka bir ÅŸey. Yani ortada somut bir suçlama varsa, bu suçlama hukuki  bir süreci gerektiriyor ve ÅŸu anda devam eden bir hukuki süreç var. Kamuoyunun algısı, tekraren söylüyorum, “Türkiye bir türbülansın içine sokulabilir, siyasi istikrarsızlık içine sokulabilir” gibi olabilir, ya da “Hayır, ben bu yolsuzluk iddialarını çok ciddiye almıyorum” ÅŸeklinde de olabilir. Bunu ölçecek imkânımız yok.

Dolayısıyla iÅŸin bu kısmı birtakım analizler sonucu yaptığımız yorumlardır. Ama öte taraftan da somut olarak devam eden bir hukuki süreç var. Hukuki süreç sonucunda ortaya bir kanaat, bir karar çıkacak. Bu karar mecliste verilen bir karar olduÄŸu için, bir nevi jüri kararı gibi olacak. Mahkeme jürisi bilindiÄŸi üzre halkı temsil eder; 550 milletvekilinden oluÅŸan ve millet adına karar verme yetkisi olan, milleti temsil eden insanlardan oluÅŸan bir jüri yani TBMM karar verecek. Tabii eÄŸer komisyondan bu yönde bir karar çıkarsa; kararı TBMM verecek.

Ama Türkiye’de yolsuzlukların üzerine gidilmesi, bir daha hiçbir ÅŸekilde yolsuzluk söylentilerinin dahi ortaya çıkmayacağı tertemiz, pırıl pırıl bir Türkiye’nin kurulması zorunlu… Bunun için de ÅŸeffaflıkla ilgili bir yasa çalışmamız var. Bu yasa çalışması inÅŸallah seçimden önce parlamentoya gelecek. Ümit ederim ki ÅŸeffaflıkla ilgili bu yasa seçimden evvel meclisten geçer ve yasalaşır.

BaÅŸbakan DavutoÄŸlunun, hakkında yolsuzluk iddiaları bulunan dört bakana Yüce Divana gitmeyi kendiniz isteyin ve aklanın dediÄŸi yönünde haberler, iddialar ortaya çıktı. Bu iddialar hükümet tarafından yalanlanmadı. 5 Ocakta dört bakanla ilgili soruÅŸturma komisyonunda oylama yapılacak. Parti grubunun bu konuda bir kararı var mı?

Biliyorsunuz bu tür süreçlerde dedikodular çok olur. Ä°lk olarak, ortaya atılan her söze doÄŸrudur ÅŸeklinde bir yaklaşımın yanlış olacağı kanaatindeyim. Ä°kincisi bu süreçte anayasa gereÄŸi komisyon üyeleri hiçbir ÅŸekilde yönlendirilemez ve hiçbir parti grup kararı alamaz. Herkes vicdani kanaatleriyle gidecek ve kararını verecektir.

Peki bu konuda parti içindeki ağırlıklı görüÅŸ sizin gözleminize göre ne?

Söylentilere çok itibar etmemek lazım. Herkesin kendisine göre bir kanaati var. Bu arkadaÅŸlarımız bir araya gelip komisyon olarak bunu tartıştılar mı bilmiyorum. Ama sonuçta bunlar kulislerde ya da grup kararı alınamadığına göre gruplarda konuÅŸularak alınacak bir karar deÄŸil. Dosyalar var, bu dosyalar okunacak, bu dosyalar üzerinde tartışmalar olacak. Herkes kanaati doÄŸrultusunda bir karar verecek. Bunu bu ÅŸekilde görmek lazım. Yolunda, rotasında yürüyen bir süreç. Bu sürece dışarıdan müdahalelerle etki edilmesini de asla tasvip etmiyoruz. Ve dikkat ederseniz parti olarak da, hükümet olarak da bu sürece etki etmemeye, bu süreci rahat bırakmaya gayret ediyoruz. DoÄŸrusu budur, doÄŸal olan budur. Sonuçta kararı verecek olan parlamentodur.

"Komisyon kararı seçimleri etkilemez"

Komisyondan Yüce Divan kararı çıkmazsa bu AK Partiyi seçime giderken olumsuz etkilemez mi?

Åžimdi ilk olarak bir varsayım üzerinden konuÅŸuyoruz. Ä°kincisi, kaldı ki böyle olsa bile mesele tekrar muhalefet tarafından meclis gündemine baÅŸka bir ÅŸekilde de getirilebilir ve genel kurula götürülebilir. Gerek milletvekili arkadaÅŸlarımız, gerek se komisyondaki arkadaÅŸlarımız, hiçbirisi halktan kopuk insanlar deÄŸil. Kendi gözlemleri, kendi etkileÅŸim alanları içerisinde bir karar verecekler. Sizin dediÄŸinizi varsayalım, seçime bu ÅŸekilde gidildi, Yüce Divan’a gönderilmeden gidildi, ben eÄŸer parlamentodan böyle bir karar çıkarsa bu kararın kamuoyunun siyasal yönelimini çok etkilemeyeceÄŸi kanaatindeyim.

Son dönemlerde muhafazakâr kesimde aşırı tüketim, gösteriÅŸ, moderniteyle baÅŸ edememe tartışmaları yapılıyor. Buna baÄŸlı olarak ortaya çıkan sorunlardan bahsediliyor. Muhafazakâr kesim bunu aynı zamanda kendi içerisinde de hem entelektüel düzeyde hem de pratik hayatta tartışıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi kalkınmaya öncelik verirken adalet boyutu zayıf mı kalıyor ya da sosyal adalet, gelir dağılımı ve ekonomik pastanın paylaşımı konusunda yeteri kadar adil bir stratejinin uygulandığını düÅŸünüyor musunuz?

Bu soruya siyasetten daha çok sosyoloji açısından bakarak cevap vermek lazım. Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy veren geniÅŸ kitle, yani toplumun yarısı; hatta AK Parti’ye oy vermeyenlerin içerisinde de çok sayıda insanın dâhil olduÄŸu geniÅŸ bir kitle yıllarca Türkiye’nin siyasal, ekonomik imkânlarından istifade edemeyen, adam yerine konulmayan, ekonomik olarak da toplumun alt ve orta alt gruplarından gelen geniÅŸ kitleleri temsil ediyordu, yani orta sınıfı temsil ediyordu.

Sadece AK Parti dönemiyle ilgili olarak söylemiyorum. Türkiye’nin son 30-40 yıllık döneminde bir taraftan ÅŸehirlere gelen yeni kitlelerin ÅŸehir içerisinde (muhafazakâr kavramını çok sevmediÄŸim için kullanmıyorum) kendi deÄŸerleriyle, dindar kimliÄŸiyle birlikte tutunma çabası, bir taraftan da modernleÅŸme sürecinin hızlı bir ÅŸekilde dindar kitleler (ki toplumun çoÄŸunluÄŸunu bu kitleler oluÅŸturuyor) içerisinde yaygınlaÅŸması, toplumsal bir hareketliliÄŸi ortaya çıkardı. Özeti ÅŸu; toplumun alt kesimleri yukarıya doÄŸru toplumsal bir hareketlilik süreci yaşıyor.

Åžehri tanıyor, ÅŸehrin imkânlarını tanıyor. Yeni ekonomik imkânlarla karşılaşıyor. Hatta bir kısmı sınıf atlıyor. Alt sınıflardan orta-alt sınıflara, oradan orta sınıfa ve belki az bir kısmı da yukarıya doÄŸru yükseliyor. Bu sadece AK Parti’ye oy verenler veya AK Parti seçmenleri deÄŸil, eski Türkiye’de toplumun yüzde 10’unu, belki 15’ini oluÅŸturan ekonomik ve siyasi elitin dışında kalan geniÅŸ bir kitlenin karşı karşıya kaldığı bir sosyolojik dönüÅŸüm sürecidir ve bu süreç halen devam ediyor. Belki ciddi bir ÅŸekilde daha da devam edecek.

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, tek parti zamanlarında, ÅŸehir kültürü dediÄŸimiz kültür maalesef toplumun Ä°slami inançlara yaslanan geleneksel deÄŸerlerini ve birikimini (inkâr ediyordu demeyelim) ama en azından ihmal ediyordu. Åžimdi bu deÄŸerleri ihmal etmeyen bir ÅŸehirleÅŸme süreci var ama sonuçta moderniteyle karşı karşıya kalan geniÅŸ kitleler, hem Ä°slami gelenekleri ve deÄŸerleri korumak hem de yeni imkânlar içinde yol almakla mücadele ediyor. Bunun getirdiÄŸi bir adaptasyon süreci var.

Bu, dediÄŸim gibi 10, 20, belki 30 yıl daha sürecek. Toplum bir yerde sınıflar arası hızlı bir geçiÅŸkenliÄŸe uÄŸruyor. Ümit ederiz, dileriz ki toplumun geniÅŸ kesimleri bu ÅŸehirleÅŸme ve modernleÅŸme sürecinde kendi geleneklerimizin, deÄŸerlerimizin optimum bir ölçüsünü bulur ve bunun üzerinden üzerinde bize has, bize ait yeni bir modernleÅŸme ve ÅŸehirleÅŸme oluÅŸturabilir. Ben toplum olarak bunu baÅŸaracağımız kanaatindeyim.

Bunu baÅŸarmak için ise Adaleti, Hakkaniyeti, Ä°nsafı, Vicdanı ve EÅŸitliÄŸi merkeze alan bir dünya görüÅŸüne ihtiyacımız var. Bizleri “daha iyi”ye götürecek, bir kaldıraç görevi görecek olan ÅŸey tam da bu deÄŸerlerdir. Vicdan, Ä°hsan, Adalet, Vefa, DiÄŸerkamlık, OrtaklaÅŸma ve PaylaÅŸma, modern toplumlarda, post modern toplumlarda olmayan, eksikliÄŸi duyulan hususlardır. Bu bizim geleneÄŸimizde var, geçmiÅŸimizde var. EÄŸer tekrar “kuvvetli bir toplum” olacaksak, bunları bırakarak deÄŸil, bunları yeni bir toplumsal motivasyon ve ruh içerisinde bir sonraki nesle taşıyarak baÅŸaracağız. Türkiye bunun sancılarını yaşıyor. Bu sadece siyasi bir süreç deÄŸil, aynı zamanda entelektüel bir süreçtir.. Ve ben ümit ediyorum ki Türkiye’nin sahip olduÄŸu bu büyük medeniyet birikimi, temelinde eÅŸitliÄŸi, adaleti ve hakkaniyeti esas alan bir anlayışı kurmayı ve bunun üzerinden yeni bir Türkiye inÅŸa etmeyi baÅŸaracaktır.

"Türkiye 150 yıllık uykudan yeni uyandı"

Ä°ktidar olmadan önce Ä°slamcılığın ya da Ä°slami kesimin kanaatkârlık, dayanışma, yardımlaÅŸma gibi erdeme vurgu yapan ve bunun üzerinden kendisini tanımlayan, madun öteki olarak kimlik geliÅŸtiren bir yapısı vardı. Ancak daha sonra politik ve finansal imkânlarla tanıştığında bir paylaşım sorunu ortaya çıkıyor. Bu paylaşımlar sonucunda da derin ayrışmalar yaÅŸanıyor kimi zaman.  Bu ayrışmaların, kayboluÅŸlarıönüne geçmek için AK Partinin yeniden köklerine dönme, yenidenÄ°slamcılığın köklerine, iddialarına,  Ä°slami jargona ve Ä°slami iddialara dönme gibi bir eÄŸilimle, böyle bir stratejiyle kendisini bu çıkmazdan kurtarmaya çalıştığı doÄŸru mu? Böyle bir stratejisi var mı AK Partinin gerçekten?

KonuÅŸtuÄŸunuz mesele sadece AK Parti’yi ilgilendiren bir mesele deÄŸildir. Nihayetinde AK Parti Türkiye’yi yönetmek üzere milletten oy alan ve bunun için bütün imkânlarıyla gayret sarf eden bir siyasi partidir. KonuÅŸtuÄŸumuz ÅŸeyi aslında ÅŸöyle görmek lazım. AK Parti tek başına ortaya çıkmış, nevzuhur bir parti deÄŸildir. AK Parti’nin kökleri var, evet, madunların, maÄŸdurların, ötekileÅŸtirilmiÅŸ olanların, toplumun alt kesimlerinde kalmış olanların 150 yıllık bir siyasi mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış bir partidir.

Bu mücadeleye verilen isimler farklı olsa bile Birinci MeÅŸrutiyet’ten, Ä°kinci MeÅŸrutiyet’ten, Tanzimat’tan, Cumhuriyetin ilk dönemlerinden baÅŸlayan, Mehmet Akif, Åžehbenderzade Ahmed Hilmi, Sait Halim PaÅŸa ve benzer diÄŸer aydınlar üzerinden gelen fikri bir kökeni var. AK Parti, bir parti ve siyasi hareket olarak; bu köklerine ne kadar yaklaşırsa, o kadar baÅŸarılı olacaktır. EÄŸer 21. yüzyılın Türkiye’sini, 2015’leri, 2020’leri, 2023’leri, 2071’leri bu kökleri üzerinden okuyabilirse ancak o zaman gerçek anlamıyla baÅŸarılı olacaktır.

Çok ÅŸükür, Türkiye 150 yıllık derin bir uykudan uyandı. O derin uykuda, bizi uyutan ÅŸey neydi? “Biz maÄŸlup olmuÅŸ bir medeniyetin çocuklarıyız, maÄŸlubiyetimizin nedeni de sahip olduÄŸumuz inançlar ve deÄŸerler” iddiası, düÅŸüncesi… Batı’nın ihtiÅŸamı karşısında, zihni ve gönlü kamaÅŸmış, Osmanlı  ve Cumhuriyet elitlerinin siyasi seçimi maalesef bu düÅŸünce üzerinden oldu. Ä°ÅŸte AK Parti’ye vücut veren yol, bu inanca, bu yaklaşıma itiraz eden yoldur. “Hayır, yeniden büyük bir medeniyet olarak ayaÄŸa kalkabiliriz” anlayışıdır.

 

 
Numan KurtulmuÅŸ gündemdeki konularla ilgili Al Jazeera Türk'e konuÅŸtu. [FotoÄŸraf: Özgür TekÅŸen]

Evet, biz medeniyetimizin kökleri üzerinden yeniden ayaÄŸa kalkmak için 150 yıllık derin bir uykudan yeni uyandık. AK Parti aslında bu uyanışın baÅŸlangıcıdır. MeÅŸhur tarihçi Braudel diyor ki; (yanlış hatırlamıyorsam 80’lı yılların ortalarında öldü) Ä°slam’ın iki büyük yürüyüÅŸü vardır: Birincisi Asr-ı Saadet dediÄŸimiz, Hz. Peygamber ve Hulefa-i RaÅŸidin dönemindeki büyük yürüyüÅŸ, ikincisi ise Horasan Erenleriyle baÅŸlayan ve Selçuklu ve Osmanlı’yı var eden yürüyüÅŸ…

 

Ben buna üçüncüsünü ilave ediyorum. Büyük medeniyetimizin üçüncü yürüyüÅŸü inÅŸallah tekrar bu topraklarda baÅŸlayacaktır ve inÅŸallah AK Parti’nin siyaseten temsil ettiÄŸi, karşılık geldiÄŸi yer, oturduÄŸu sosyolojik taban da bu üçüncü büyük yürüyüÅŸü baÅŸlatanlar olacaktır, olmalıdır.

Tüm konuÅŸmalarımda “Yeni Türkiye” diye ifade ettiÄŸim ÅŸey, laf olsun diye ortaya konulmuÅŸ bir ÅŸey deÄŸil, bu üçüncü büyük yürüyüÅŸe verdiÄŸimiz isimdir. Bunları baÅŸarmak için çok sancılar olacak, fikri anlamda da, siyasi anlamda da büyük sancılar olacak. Ama AK Parti buraya oturursa, yani AK Parti bundan sonraki hedeflerini, 2071, 2073 hedeflerini; Mehmet Akif’in, Sait Halim PaÅŸa’nın, Åžehbenderzade’nin, Sezai Karakoç’un, Cemil Meriç’in, Kemal Tahir’in, Nurettin Topçu’nun ve ismini burada saymadığımız diÄŸer münevverlerimizin fikri, siyasi izleÄŸinin kökleri üzerine oturtabilirse, bir büyük medeniyet tasavvuru ve tahayyülü üzerine oturtabilirsek (ki bunu yapmaya gayret ediyoruz) o zaman Türkiye’nin geleceÄŸi saÄŸlamdır.

Bu tabii ki sadece bir siyasi partinin yapacağı ÅŸey deÄŸil. Entelektüellerimiz, bilim adamlarımız, üniversitelerimiz, iktisadi giriÅŸimcilerimiz, sivil toplum kuruluÅŸlarımız, sanat çevrelerimiz, gençlik gruplarımız, kadınlarımız, hep birlikte tüm Türkiye’nin bir medeniyet bilinci içerisinde güçlü bir ÅŸekilde ayağını yere basması ile mümkün. Ben bu anlamda ümitvarım. Türkiye çok büyük bir mesafe almıştır. Åžu an geçiÅŸ döneminin büyük sorunlarıyla karşı karşıyayız. Ama Allah’ın izniyle üçüncü büyük yürüyüÅŸümüzün baÅŸlangıcının yapıldığı kanaatindeyim. Bu yol devam edecek inÅŸallah…

AK Partide ÅŸu anda ikinci kuÅŸak var. Siz ÅŸu an baktığınızda birinci ve ikinci kuÅŸağı nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz? Birbirleriyle karşılaÅŸtırdığınızda iyi veya kötü dediÄŸiniz ne var?

Tabii her dönemin kendi içerisinde iyi kötü deÄŸil de, doÄŸru ve yanlışları, eksikleri ve fazlaları olabilir. Ä°nÅŸallah daha üçüncü kuÅŸaklara, dördüncü kuÅŸaklara, beÅŸinci kuÅŸaklara da gelir. EÄŸer bir fikri, siyasi gelenek içerisinde birikimimizi sonraki nesillere baÅŸarılı bir ÅŸekilde aktarabilirsek, herkes kendi döneminin ÅŸartları içerisinde an’ın vacibini yerine getirerek, sözü en güzel ÅŸekilde söyler ve siyaseti en güzel ÅŸekilde yaparsa Yeni Türkiye’nin yürüyüÅŸü, bu kervan yoluna devam eder.

CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın baÅŸbakanlığından sonra AK Parti ilk defa Haziranda bir genel seçime gidecek. BaÅŸbakan Ahmet DavutoÄŸlunun liderliÄŸindeki AK Parti Haziran ayında yapılacak seçimlerde yüzde kaç alırsa baÅŸarılı sayılır?

Böyle bir kriter koymam, ama ÅŸunu biliyorum; özellikle 30 Mart seçimlerinden sonraki deÄŸerlendirmelerimde söylemiÅŸtim ve bu fikrimin bugün giderek daha da kuvvetlendiÄŸini görüyorum. AK Parti 30 Mart seçimlerine kadar kökleri olan bir siyasi partiydi. Ama 30 Mart seçimleriyle birlikte AK Parti bir siyasi harekete doÄŸru evrildi. 30 Mart 2014 seçimleri önemli bir dönüm noktasıdır. Arkasından gelen 10 Haziran seçimleri ilerlemeyi güçlendirmiÅŸ, biraz daha ileriye doÄŸru yürünmüÅŸtür. Önümüzdeki yıl içerisinde yapacağımız seçimle de AK Parti’nin siyasal hareket olma vasfı biraz daha artacaktır. Bu aynı zamanda Yeni Türkiye yürüyüÅŸünün daha saÄŸlam zemine oturması, Üçüncü Büyük YürüyüÅŸün daha kuvvetli bir ÅŸekilde yoluna devam etmesi demektir. Ben buna inanıyorum. Bir rakam veremem. Siyasi hayatım boyunca hiçbir seçim öncesinde rakam vermedim. Bundan sonra AK Parti için aslolan, sıradan bir parti olmanın ötesinde, geleceÄŸin Türkiye’sini inÅŸa edecek, güçlü bir fikir temeline, medeniyet tasavvuru üzerine oturan bir siyasi hareket olma vasfını artırmaktır. Bu seçimin de bunu saÄŸlayacağı kanaatindeyim.

AK Partinin siyasal bir harekete dönüÅŸüyor olması ya da daha bilindik tabirle bir dava hareketine dönüÅŸüyor olması toplumun belli kesimlerinde rahatsızlıklara, dışlanmışlıklara sebep olmayacak mı? Toplumun bir kesimi hayat tarzlarının tehdit altında olduÄŸunu, özgürlüklerinin kısıtlandığınıdüÅŸünüyor. Bunun gerçek veya gerçekdışı olması bir yana ama böyle bir hissiyat mevcut. Bu anlamda 2015 seçimlerinden sonraki dönemde AK Partinin toplumun bu kesimleriyle bir yumuÅŸamaya, bir normalleÅŸmeye ya da bunlarla diyalog kanalları açmaya dönük planları, projeleri olacak mı? Böyle bir çalışmanız var mı?

Dava partisi, medeniyet hareketi, medeniyet siyaseti dediÄŸimiz ÅŸeyler tam da bu, bir kısmı bu daha doÄŸrusu. Bunları konuÅŸurken, geçmiÅŸ referanslarımızı anlatırken, medeniyetimizin birikimi üzerine konuÅŸurken bir örnek olsun diye söylüyorum; mesela Balkanlar’da beÅŸ asır boyunca Müslümanlar, Hristiyanlar, farklı etnik kökenden ve dinden olan, farklı mezhepten, meÅŸrepten olan insanlar beÅŸ asır boyunca tek bir etnik savaÅŸ, mezhep savaşı, din savaşı olmadan yaÅŸadık. Aynı ÅŸekilde üçyüz sene Bilad-ı Åžam denilen, yani Åžam’ın aÅŸağısından baÅŸlayıp Kudüs’e kadar geniÅŸleyen o eyalette aynı ÅŸekilde Hristiyanlar, Müslümanlar, Yahudiler, farklı etnik kökenden insanlar bir arada yaÅŸadı. Hiçbir din savaşı, etnik savaÅŸ ya da bir mezhep çatışması olmadı. Bunu saÄŸlamak ötekine hürmet etmekle, ötekine saygı duymakla mümkün oldu.

Bugün mesela Makedonya’da Makedon lisanında var olan bir sözcük var. “KomÅŸu Kapıcık”. Türkçe olarak kullanılıyor. Åžu demekmiÅŸ; aynı mahallede, aynı sokakta oturan diyelim ki Ortodoks, Katolik, Müslüman, Sünni, BektaÅŸi farklı aileler, yan yana oturuyorlar ama birbirlerinin evlerine geçerken dış kapılarından girmiyorlar. Evlerini, bahçelerini birbirine baÄŸlayan küçük kapılar var. Oraya tıklıyorlar ve birbirlerinin evlerine, bahçelerine rahatlıkla girebiliyorlar. Müslüman ya da gayrimüslim, hiç fark etmiyor. Kendilerine “KomÅŸu Kapıcık”larını açacak kadar emniyet içerisinde yaşıyor insanlar.

Nasıl? Karşısındakine saygı duyarak. Müslümanlar “biz çoÄŸunluktayız” diye Hristiyanları dışlamıyor, onlara saygı duyuyor. Ya da Sünniler burada çoÄŸunluÄŸuz diye diÄŸerlerine saygısızlık yapmıyor. HoÅŸgörüden çok daha üstün bir kavramla, saygı duyarak, dinine, diline, geleneÄŸine, göreneÄŸine, etnik kimliÄŸine, kiÅŸiliÄŸine saygı duyarak yaklaşıyor. Hz. Ali efendimiz bir yere vali atarken diyor ki atadığı kiÅŸiye, “Åžimdi gideceksin, orada insanları yöneteceksin. Karşına gelecek insanlar: Ya hilkatte eÅŸin, yani yaradılışta eÅŸindir, ya da dinde kardeÅŸindir, onlara adaletle ve merhametle, yumuÅŸak bir üslup ve tavırla muamele et” diyor. Ä°nsanları, yaradılışta, hilkatte eÅŸ olarak görürseniz zaten hiç kimseyi ötekileÅŸtirmezsiniz.

Bizim medeniyet siyaseti ve geçmiÅŸ referanslarımız, fikri temelimiz dediÄŸimiz ÅŸey tam da budur. Ama maalesef Türkiye’de uzun yıllar boyunca ötekileÅŸtirme üzerinden devam eden bir siyaset anlayışı vardı. SaÄŸcılar-solcular, ilericiler-gericiler, Aleviler-Sünniler, Türkler-Kürtler, laikler-dindarlar… Maalesef toplumda bu tür ayrışmalar var. Åžimdi biz bunların hepsini kategorik olarak reddediyoruz. Bu topraklarda yaÅŸayan herkesi “Hz Ä°nsan” olarak görüyoruz. Hiç kimseyi dini, dili, ırkı, mezhebi ve yaÅŸam tarzı dolayısıyla bizden farklı görmeyiz. Hiçbir ÅŸekilde kimseyi ötekileÅŸtirmeden, kimsenin kendisini ikinci sınıf, yani sözde vatandaÅŸ olarak görmesine yol açmadan yolumuza devam edeceÄŸiz.

Mesela çözüm sürecindeki çabamızın temelinde yatan ÅŸey budur. Türkiye’de Kürt Sorununu, doksan küsür yıldır siyasi olarak süren, son otuz küsür yıldır da maalesef silahlı olarak devam eden Kürt Sorununu çözmekteki temel motivasyonumuz budur. Hiçbir yurttaşımız, hiçbir Kürt kardeÅŸimiz, yurttaşımız kendisini ikinci sınıf vatandaÅŸ hissetmesin. Aynı ÅŸekilde dindar insanların haklarıyla ilgili atmış olduÄŸumuz adımların temelinde de bu yatıyor. BaÅŸörtüsü ile üniversiteye gitmek isteyen, çalışmak isteyen, mecliste milletvekili olmak isteyen herhangi bir yurttaşımız, kardeÅŸimiz kendisini ötekileÅŸmiÅŸ hissetmesin. Yine son dönemde mesela gayrimüslim yurttaÅŸlarımızın vakıf malları iade edildi. Yıllarca süren siyasi tartışmalardan bir tanesiydi. Önümüzdeki günlerde de Alevi kardeÅŸlerimizin, yurttaÅŸlarımızın, kendilerini bu ülkenin birinci sınıf yurttaÅŸları hissedebilmesini saÄŸlayacak bütün imkânların, bütün hakların verilmesi için gerekli düzenlemeleri yapacağız.

Dolayısıyla bırakın ötekileÅŸtirmeyi, aslında AK Parti hükümetlerinin son yıllarda ortaya koyduÄŸu çalışmalar ÅŸimdiye kadar Eski Türkiye’nin ötekileÅŸtirdiÄŸi tüm vatandaÅŸlarımızla, farklı kesimlerle yüzleÅŸmek, onlarla barışmak, hatta onlarla helalleÅŸmek gayretidir. Bu gayret içindeyiz. Önümüzdeki dönemde de bu helalleÅŸmenin, kucaklaÅŸmanın saÄŸlanması için, devletle milletin barışmasını, bütünleÅŸmesini saÄŸlamak için elimizden gelen güçle bu çalışmaları sürdüreceÄŸiz.

CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan Cemaati yönlendiren bir üst akıldan bahsetti. Bu üst akıl kim veya kimler?

Türkiye’de 7 Åžubat’ta baÅŸlayan ÅŸeyler, kendiliÄŸinden baÅŸlamamıştır. Filmi ÅŸöyle biraz geriye doÄŸru aldığımız zaman, baÅŸta cumhurbaÅŸkanımız Sayın Recep Tayyip ErdoÄŸan olmak üzere AK Parti kadroları ile özellikle bazı uluslararası çevreler arasında ilk ihtilaflar, ilk sürtüÅŸmeler ne zaman baÅŸladı? “One minute” olayıyla baÅŸladı. PeÅŸinden Gazze iÅŸgaliyle birlikte baÅŸlayan süreç ve özellikle Mısır’daki darbeden sonra ortaya çıkan farklı siyasal tavır alışlar, birtakım çevrelerle, birtakım ülkelerle bizim siyasi çizgimizin bir anlamda farklılaÅŸmasını ortaya çıkardı.

Çok ilginçtir, Fethullah Gülen’in ekibiyle AK Parti’nin arasındaki köprülerin atılmaya baÅŸladığı tarih de 7 Åžubat’ın öncesinden baÅŸlar ve hızla devam eder. AK Parti’nin bu uluslararası çevrelerle arası bozuldukça Gülen ekibi de AK Parti’den uzaklaÅŸmış, hatta AK Parti’ye düÅŸmanca, hasmane bir tavır içine girmiÅŸtir. Bunu görmek lazım. 7 Åžubat kendiliÄŸinden olmadı. MÄ°T TIRlarının durdurulması gibi hassas bir konuda niçin hükümetle savaşı, kendi tabirleriyle söylüyorum “savaşı” gündeme getirdiler? Buradan baktığınız zaman bu uluslararası bir planlamanın parçası olarak görülür. Sayın CumhurbaÅŸkanımızın kastettiÄŸi zannediyorum budur. Yoksa burada, bizim de çoÄŸunu yakından tanıdığımız insanların kendi baÅŸlarına “hadi bir araya gelelim de bu operasyonu yapalım” diyerek yaptığı bir iÅŸ olduÄŸu kanaatinde deÄŸiliz.

Manzaranın bütününe baktığınız, resmin bütününü gördüÄŸünüz zaman böyle deÄŸil. Yani ne 7 Åžubat olayı, ne Gezi Parkı meselesi, ne 17, 25 Aralık, ne tırların durdurulması, ne de DışiÅŸleri Bakanlığı’nın dinlenmesi devam eden bu halkaların hiçbirisi tesadüfen ve kendiliÄŸinden geliÅŸmiÅŸ iÅŸler deÄŸildir. Yani birisi bir yanlışlık yapmış, bir savcı ve bir polis birbirlerinden habersiz bir araya gelip “hadi ÅŸu iÅŸi durduralım” demiÅŸ deÄŸillerdir. Bunların hepsinin bir senaryonun parçası olduÄŸu ÅŸimdi çok daha net görülüyor. Sayın CumhurbaÅŸkanımızın kastettiÄŸinin de bu olduÄŸunu zannediyorum.

Bazı gazetelerin manÅŸetlerinde Milli Güvenlik Siyaset Belgesine Paralel Yapı’nın girdiÄŸi yer aldı.  Gülen Cemaati ile ilgili Bakanlar Kurulu kararı alındı mı? Yani Milli Güvenlik Siyaset BelgesineParalel Devlet Yapılanması” veya Paralel Örgüt diye bir tanımlama girdi mi?

Biliyorsunuz Milli Güvenlik Siyaset Belgesi beÅŸ yılda bir yenilenen bir belge… Henüz yenilenmedi. 2015 yılı içerisinde yenilenecek. Ama bir önceki Milli Güvenlik Kurulu’nda, “paralel devlet yapılanması”na dikkat çekilmiÅŸtir. GeçtiÄŸimiz hafta toplanan son MGK’da da, devletin bu tehlikeyle mücadeleye bütün imkânlarıyla ve kararlılıkla devam edeceÄŸi ifade edilmiÅŸtir.

Åžimdi burada, bunu çok konuÅŸtuk ama müsaadenizle tekrar söyleyeyim, mesele ÅŸu deÄŸil: Türkiye’de cemaatlerle siyaset arasında, yani dini cemaatlerle siyaset arasında gerilimler, sürtüÅŸmeler ve çatışmalar hep oldu. Demirel zamanında da, rahmetli Özal zamanında da, rahmetli Erbakan zamanında da bunlar oldu. Zaman zaman iyi iliÅŸkiler, zaman zaman kötü iliÅŸkiler oldu. Cemaatler arasında kavgalar da oldu. Bunlar farklı…

Türkiye’de, dini bir cemaat, seküler bir cemaat, hatta bir cemiyet bile siyasetle hemhal olabilir. Nitekim hatırlayın, seküler bir cemiyet, bir iÅŸadamları derneÄŸi olan TÜSÄ°AD rahmetli Ecevit hükümetini 1980 öncesinde verdiÄŸi gazete ilanlarıyla yıkmıştı. Herhangi bir dini ya da seküler cemaatin, örgütlenmesini, adam yetiÅŸtirmesini, projeler yapmasını, düzgün insanlarla devletin kadrolarında yer alarak ülkesine hizmette bulunmasını, hatta siyaseti yönlendirmesini, hatta bunu da aÅŸarak bir baskı grubu oluÅŸturmasını başımızın üstünde, eyvallah kabul ederiz. Burada anormal hiçbir taraf yok.

Ama herhangi bir camia, cemiyet, cemaat, dini veya seküler grup, bunun ötesine geçer, “ülke siyasetini tek başıma ben belirleyeceÄŸim, devleti ben yöneteceÄŸim” derse buna müsaade edilmez. Ne Türkiye Cumhuriyeti devleti buna müsaade eder, ne ABD, ne Rusya, ne de Avrupa ülkeleri, Ä°ngiltere, Fransa, Almanya müsaade eder. Demokratik hiçbir ülkede buna müsaade edilmez. Çünkü demokrasinin bir numaralı kuralı “Demokratik MeÅŸruiyet”tir. MeÅŸruiyetin kaynağı da Halk’dır. Halkın vermediÄŸi bir meÅŸruiyeti hiç kimse kullanamaz. Buradaki sorun cumhuriyetin temelini oluÅŸturan demokratik meÅŸruiyetle bu demokratik meÅŸruiyeti gasp etmek isteyen bir grup arasındaki çatışmadır, çeliÅŸkidir. Bugün iktidarda AK Parti deÄŸil de Cumhuriyet Halk Partisi ya da Milliyetçi Hareket Partisi olsaydı ve aynı ÅŸekilde bu grupla, bu yapıyla iktidar arasında bugünki gibi bir çeliÅŸki ya da çatışma olsaydı, bizim tarafımız yine demokratik meÅŸruiyetten yana olurdu. Bunun bir kere daha altını çizerek söylüyorum. Bunu böyle görmez ve anlamazsak, “dini bir cemaatle, muhafazakâr bir parti arasında kavga var” diye anlarsak çok eksik, çok yanlış anlamış oluruz.

O zaman söylediklerinizden Paralel Devlet Yapılanması’ ya da Paralel Örgüt diye bir tanımlamanın Milli Güvenlik Siyaset Belgesine resmen alınmadığı sonucu çıkıyor. DoÄŸru mu?

Sonuçta devam eden bir süreçle hakkında konuÅŸuyoruz.

Türkiye Fethullah Gülenin yeÅŸil pasaportunu iptal etti ve ABDden de iadesinin istenmesi gündemde. ABDnin iade etmeyeceÄŸi fikri ağır basıyor. Türkiye bu konuda Ä±srarcı olur mu, ya da nasıl bir formül geliÅŸtirmeyi planlıyor?

ABD ile Türkiye arasında suçluların iadesi ile ilgili anlaÅŸma var biliyorsunuz. Ä°ki ülke arasındaki bu anlaÅŸma dolayısıyla doÄŸal olan iade edilmesidir ama ABD hükümeti iade eder etmez onu bilmiyoruz. Ama ben, 2009 yılında ÅŸu sözleri söylemiÅŸ birisi olarak, “ben Hoca Efendi’nin yerinde olsam Türkiye’ye gelirim”; bugün de çok rahat bir ÅŸekilde tekrar aynı ÅŸeyleri söylüyorum; “Fethullah Gülen Hoca keÅŸke ABD’de deÄŸil de Türkiye’de yaÅŸasaydı.” EÄŸer öyle olsaydı belki bu grup, bu hareket içinde bu tür yanlışlıklar, bu tür yanlış yollara sapmalar olmayacaktı. DoÄŸrusu buydu, keÅŸke böyle olsaydı, ama olmadı. Åžu an devam eden bir hukuki süreç var. Türkiye iadesini talep edecek. Bunun sonucunun ne olacağını hep beraber göreceÄŸiz.

GeçtiÄŸimiz günlerde bir röportajınızda derin yapılanmanın ardında sadece Cemaati aramamak gerektiÄŸini söylediniz. Kimlerden ve baÅŸka hangi yapılardan bahsediyorsunuz?

Bilsem ismini de söylerim. Bu söz önemli bir söz, tesadüfen söylediÄŸim bir söz deÄŸil. Ağır da bir söz. Yani içeride dışarıda birtakım ittifaklarla Türkiye’yi zor bir sürece sokmak için çok ciddi çevrelerin el ele verdiklerini, bunların içerisinde finansal sistemi yönlendirmek isteyenlerin bulunduÄŸunu, birtakım uluslararası güçlerin olduÄŸunu, birtakım terör örgütleri üzerinden Türkiye’ye müdahale etmek isteyenlerin olduÄŸunu biliyoruz. Görünen manzara bu…

Ama Allah’a çok ÅŸükür, milletin feraseti, ciddi bir ÅŸekilde uyanık durması, o süreçlerde cumhurbaÅŸkanımızın, AK Parti kadrolarının çok net bir ÅŸekilde durması, dolayısıyla Türkiye çok zor ve tehlikeli bir virajı atlattı. EÄŸer o süreç içerisinde ufak bir tereddüt yaÅŸansaydı ve milletimiz 30 Mart ve 10 AÄŸustos’ta hükümete destek vermemiÅŸ olsaydı bu çevrelerin asıl amaçları Türkiye’yi Ukrayna’dan, Mısır’dan bin beter yapmaktı.

17 Aralık, 25 Aralık baÅŸarılı olsaydı, öncesine gidin 7 Åžubat’ta MÄ°T BaÅŸkanı gözaltına alınmış olsaydı, dönemin baÅŸbakanı olan cumhurbaÅŸkanımız hakkında fezleke meclise gönderilmiÅŸ olsaydı Türkiye nasıl bir hal alırdı? Ä°nanın ki Ukrayna ve Mısır’dan bin beter olurdu. Türkiye böylesine önemli ve tehlikeli bir dönemi çok ÅŸükür atlattı ve bu baÅŸarasının temel nedeni de demokratik mekanizmaları iÅŸletebilmiÅŸ olmasıdır. EÄŸer Türkiye bir seçim süreci içerisinde olmasaydı, AK Parti hükümeti bütün ferasetiyle bu meselelerin karşısında durmuÅŸ olmasına raÄŸmen halk hükümete desteÄŸini nasıl ifade edecekti? Halkın desteÄŸi AK Parti’nin ferasetinin yanına geldi, kaya gibi durdu. Arkasından 10 AÄŸustos seçimleri böyle sonuçlanmamış olsaydı, bu mücadelede halk yanımızda olmasaydı, Türkiye bambaÅŸka bir noktaya gitmiÅŸ olurdu. Zor ve tehlikeli bir virajı geride bıraktık.

Son söz olarak ÅŸunu ifade edeyim, birçok ülkede deÄŸiÅŸim süreçleri yaÅŸandı, birçok ülkede de yarım kaldı. Mısır, Libya, Yemen maalesef büyük karışıklıklar içerisinde, Tunus çok ÅŸükür tekrar demokratik bir sürecin içerisine girdi. Suriye’de karışıklık büyük bir iç savaÅŸa dönüÅŸtü. Birçok Ä°slam ülkesinde durum böyle. Halk ne istiyordu? Arap Baharı dediÄŸimiz bu sürecin arkasında bir tek ÅŸey var: “eski rejimlerden duyulan rahatsızlık ve artık yeni bir sistem kurulmalı düÅŸüncesi”.

Yeni bir sistem kuralım derken insanların esas söylediÄŸi ÅŸu: “ben de sistemin bir parçası olmak istiyorum.”  Bakın Türkiye baskı dönemlerinden bugüne kadar gelebildiyse, 64 yıllık çok partili siyasi hayatımızda, beÅŸ adet darbe ve darbe benzeri olay oldu. BaÅŸbakan asıldı. BaÅŸbakanların altından koltukları zorla alındı. Ama sonunda Türkiye hep sandığı ortaya koymayı baÅŸardı. Yani demokratik süreçleri iÅŸletmeyi baÅŸardık. Demokratik süreçleri iÅŸletince de millet ne istiyorsa o oldu. Türkiye bundan sonra da sandığı sürekli ortada tutmayı baÅŸaracaktır. Demokratik süreçleri çok daha ciddi bir ÅŸekilde iÅŸletecektir. Reform süreçlerini büyük bir kararlılıkla devam ettirecektir. Türkiye baÅŸta Yeni Anayasa olmak üzere 12 Eylül ve önceki darbelerin artığı ne varsa onların hepsini çöp tenekesine atarak yoluna devam edecektir.

Kaynak: Al Jazeera 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.