Okumuşların ambargosu altındayız
Edebiyat dalında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülen Alev Alatlı’nın törende yaptığı konuşma, gündeme ağır övgü ve yergi olarak yansıdı. Alatlı, bu durumu, “Bir cümlede ne dendiğini ancak ikinci, üçüncü okuyuşunda kaptırabilen ‘okumuşlar’ın ambargosu altındayız” diye yorumluyor.
AYÅžE BÖHÜRLER - ALEV ALATLI Ä°LE NEHÄ°R SÖYLEŞİ (1)
CumhurbaÅŸkanlığı Edebiyat Onur Ödülleri alan isimler açıklandığında aradım Alev Alatlı’yı. Niyazi Sayın gibi bir üstad ile beraber bir ödüle layık görülmekten duyduÄŸu onuru anlattı. Kapadokya Yüksek Okulu yayını olan “Bize Yön Veren Metinler” elime yeni ulaÅŸmıştı. Batı ve DoÄŸu'ya yön veren metinlerin farkı üzerine bir röportaj yapmaya karar vermiÅŸtik. Aradan bir hafta geçmemiÅŸti ki Alatlı’nın törende yaptığı konuÅŸma Türkiye gündemine ağır övgü ve yergi olarak düÅŸtü. Alatlı üzerine onlarca roman külliyatı bir tarafa bırakılarak yapılan yorumları, literal bir okumayla yapılan yorumlardaki seviyeyi sorgulayacak deÄŸilim. Alatlı’nın dediÄŸi gibi “akıllı bir muhalefetin kendisine çok veri çıkarabileceÄŸi konuÅŸma” tam tersi biçimde muhalefetin eleÅŸtiri odağına yerleÅŸti. Alatlı okurlarının aÅŸina olduÄŸu kodları ve uyarıları içeren metin aslında binlerce sayfayı bulan kitaplarının bir sayfalık özeti gibiydi. Merak ettiÄŸim iki ÅŸey vardı; kime hangi uyarıyı yapmak istiyordu? KonuÅŸmasında örneklendirdiÄŸi isimlerle nereye iÅŸaret ediyordu?
Kısmen bunun cevabını aldım. Ortaya çıkan metine mülakat yerine sohbet ve devamında gelen yazışmalar demek daha doÄŸru olur. GeleceÄŸe bırakacağı bir "nasihatnâme" titizliÄŸi ile her kelime Alatlı tarafından ince bir elekten geçirildi.
Dünyanın yeni bir yol ayırımı yaÅŸadığı bu çaÄŸda elbette bir mütefekkir ile “o onu demiÅŸ, bu bunu demiÅŸ” baÄŸlamında bir dedikodu röportajı yapmamız beklenemezdi. KonuÅŸmasını oluÅŸturan formülü açmaya ve anlamaya çalıştım. Matematik, ekonometri, istatistik, felsefe, ilahiyat eÄŸitimlerinden geçerek akli hicretini gerçekleÅŸtiren bir yazarın uyarılarını okumaya ve lütfen üzerinde düÅŸünmeye buyurun.
CumhurbaÅŸkanlığı Edebiyat Ödülü'nü aldığınız törende yaptığınız konuÅŸma bir taraftan övgü bir taraftan da tepki aldı. Ne demek istediÄŸiniz doÄŸru anlaşıldı mı?
DoÄŸrusunu isterseniz, kendimi Kâbus’u tekrar yazarken/yaÅŸarken buldum. Hatırlarsınız, o romanda ki adı üstünde bir distopyadır, afazik bir Türkiye hikâyesi kurgulamıştım. Bütün bir millet olarak sözcükleri anlama/kullanma melekemizi kaybettiÄŸimiz, içgüdüleriyle yaÅŸayan yabanıl bir kalabalığa dönüÅŸtüÄŸümüz durum. Birbirimizle ancak bağırış, çağırış, itiÅŸ kakış, küfür, hakaret düzleminde iliÅŸki kurabildiÄŸimiz bir hal ve onu izleyen ölümcül ayrışma. Kâbus neticeten bir kurguydu ama bugün yaÅŸananlar sahici. Algısal afazi, anlamsal afazi, içgörü yoksunluÄŸu alarm veriyor.
PARMAÄžIMA DEĞİL GÖSTERDİĞİM YERE BAKIN
Size yöneltilen eleÅŸtirileri “afazi” kapsamında mı deÄŸerlendiriyorsunuz?
Bana yöneltilen eleÅŸtirilere takılmayın, AyÅŸe Hanım. Ä°çine düÅŸtüÄŸümüz anomalide benim konuÅŸmamın yarattığı öfke furyası devede kulaktır. Nihayetinde, söylediklerim bir yazarın hezeyanı olarak da geçiÅŸtirilebilir. Kâbus’un giriÅŸinde, parmağıma deÄŸil, gösterdiÄŸim yere bakın derim ya, öyle. Büyük resme bakınca, önyargıların, mesnetsiz korkuların güdümünde, koyunun altında buzağı arayan, fitne fücur bir topluma dönüÅŸmekte olduÄŸumuzu görüyorum. Ben ondan korkarım.
Kâbus’ta gelecek bir tarihten bahsediyordunuz, sizce toplumsal “afazi” öne mi çekildi?
Ä°ÅŸaretler o yönde ne yazık ki. Az önce, anlatmak istedikleriniz doÄŸru anlaşıldı mı, diye sorduÄŸunuz için söylüyorum. Daha “George Orwell” derken patlayan isterik öfke krizi, olası okumaları da paralize etti. “Olası” diyorum çünkü törenden birkaç gün sonra ben kendi web sitemde yayınlayana kadar ortada yerilecek ya da övülecek bir metin de yoktu. Trajik, tabii. Ä°nsan ülkesini böyle görmek istemiyor.
TÜYLERÄ°M DÄ°KEN DÄ°KEN
Ä°nsan ülkesini nasıl görmek istemiyor?
Metinde yazılanı deÄŸil, söylenenin bütününü deÄŸil, yazıldığını/söylendiÄŸini varsaydığını okumak/duymak gibi ölümcül olabilecek bir zaafiyet içinde görmek istemiyor. Benim bir konuÅŸmama bu olursa, ülkenin bütününü ilgilendiren iktidar ya da muhalefet kaynaklı bir programa, bir önergeye, iddiaya, yoruma ne olur düÅŸünün artık. Stolîpin dönemi Rusya’sının cinnetini hatırlatıyor, tüylerim diken diken.
GÜLEN SÄ°YASETE SOYUNSUN
Geçen yıl 17 Aralık’ta yaptığımız röportajda Türkiye iklimi farklıydı. Hükümet üyelerine yolsuzluk suçlamaları vardı. Gülen taraftarları ve hükümet taraftarları iki farklı resim sunuyorlardı. O günden bugüne sizce neler deÄŸiÅŸti? Bu Türkiye dindarları arasında nefret dolu olduÄŸu kadar ayet ve hadislerin bolca kullanıldığı tartışmalara sebep oldu. Bu süreci nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Her ÅŸeyden önce meselenin “Hükümet taraftarları - Gülen taraftarları” ÅŸeklinde adeta eÅŸitlenerek sunulmasının doÄŸru olmadığını düÅŸünüyorum. Sayın ErdoÄŸan hâlâ seküler/laik devleti yönetmek üzere temiz pak bir seçimle gelmiÅŸ bir lider, diÄŸeri aslında tam da neye karşı olduÄŸu bencileyin laik muhafazakârların anlayamadığı muhalif bir dini cemaatin reisidir. Ha, eÄŸer, ülkeyi kendisinin daha iyi yöneteceÄŸine, hepimizin ÅŸikâyet ettiÄŸi yolsuzluk vb. kötü uygulamaları ortadan kaldırabileceÄŸine inanıyorsa, cübbesini çıkarıp siyasete soyunması gerekir. Kaç tane siyasi parti var, elli mi, yüz mü, bir tane daha kurulsa ne çıkar? Parti programını görür, adaylarının ehliyetini tartar, ona göre vaziyet alırız. Öte yandan, Türkiye dindarları arasında nefret boyutlarına vardığına iÅŸaret ettiÄŸiniz çatışma, bana Müslümanların da toplum mühendisliÄŸine soyunduklarını söyler. Büyük ihtimalle de 70’li yıllarda sol fraksiyonların “Ama Troçki der ki...” diye giden tartışmalarının hadisler, ayetler, tefsirler üzerinden yürütülen yeni bir versiyonu sahnelenecektir. Ä°çi boÅŸaltılmadık bir dinimiz kalmıştı, o da gerçekleÅŸirse, ört ki ölem AyÅŸe Hanım, daha ne diyeyim.
Beyaz Türkler öldü
Bilginin seçkin bir azınlığın tekelinde olduÄŸu günler geride kaldı. Rasyonel otoritenin bile yok olduÄŸu bir süreç yaÅŸanırken, beyaz Türklerin geri dönmeleri mümkün deÄŸildir. Rasyonel otoriteden kastımın hoca ve talebesi baÄŸlamında, bilenin bilmeyen üzerindeki otorite olduÄŸunu hatırlatayım. Beyaz Türklerin bir vasıfları da yabancı dillere, dünyaya dair malûmata ulaÅŸmalarını mümkün kılan ayrıcalıklarıydı. Günay Rodoplu gibi onlar da hayalleri ve yalanlarıyla öldüler. Ama itiraf etmeliyim ki ben asıl Michael Jackson tipolojisinden korkarım. BeyazlaÅŸacağım derken ucubeleÅŸen zavallı.
Ama bir nesil var arkada yine de...
Muhafazakâr dünya görüÅŸüne muhalefet her zaman olacaktır da, “Beyaz Türkler”e atfedilen türden yabancılaÅŸmanın kırılacağını düÅŸünüyorum. Örnek vermek için söylüyorum, Mehmet ÅžimÅŸek gibi Batman’dan üstelik GercüÅŸ gibi daha da yoksul bir kazasından gelen bir Kürt’ten baÅŸarısı uluslararası ölçütlerde tartışılmaz bir Maliye Bakanı devÅŸirebilen süreç geri gitmez.
Toplumlar da hastalanıyor
KonuÅŸmanıza verilen tepkilerden kaygınızı dile getirdiniz ve “Stolîpin dönemi Rusya’sının cinnetini hatırlatıyor” dediniz. Nasıl bir cinnetten bahsediyoruz? Açar mısınız?
Rusya’da “ebedî muhalif” diye bir tanım vardır. Her türlü reformun ve kazanımın karşısına düÅŸman gibi dikilen bu zümrenin ülkenin küllerinin üstüne kendi tasarladıkları dünyayı dikebilsinler diye Rusya’nın meselelerinin barışçıl çözümünü önledikleri anlatılır. 20. yüzyılın baÅŸlarındaki Rusya’da ihtilâli illâki gerekli kılan hiçbir ÅŸey yoktu, ihtilâl olduysa müsebbibleri fanatik profesyonel muhaliflerdi derler. 1917’nin kışkırtıcı kampanyalarını düzenleyen, Petrograd’daki muhafız alayını, streltsî, ayaklandırıp lokal bir yangını ulusal bir cehenneme dönüÅŸtürenlerin bunlar oldukları anlatılır. Oysa dönemin baÅŸbakanı Pyotr Stolîpin, ülkenin kanayan yarası tarımda görülmedik reformlara imza atan bir devlet adamı. Bugün hâlâ ülkelerinin banisi Aleksandr Nevskî’nin hemen ardından “En büyük Rus” diye anılır. Nevskî’yi Eisenstein’ın aynı isimli filminden hatırlarsınız, Rusyayı Töton Åžövalyelerinden kurtarışını anlatır. Uzatmayalım, halkın ülkenin toptancı bir biçimde dönüÅŸtürülmesini istediÄŸine dair en ufak bir veri, bir belge olmadığı halde on milyon insanın öldüÄŸü o korkunç iç savaÅŸ. Kıssadan hisse: toplumlar da hastalanabiliyorlar, AyÅŸe Hanım.
Mevlana bile teselli etmiyor
Türkiye’de bir iç savaÅŸ ihtimali görmüyorsunuz herhalde?
Elbette, görmüyorum. En azından bu boyutlarda (Rusya iç savaşını kastediyor) görmüyorum, ama iÅŸaretleri de hiç yok deÄŸil. Gogol’un Ä°zinde’yi yazarken Rusya’da tanıştığım bir yazar vardı, “Devrimciler halkla konuÅŸtular konuÅŸmasına ama duydukları onları düÅŸündüreceÄŸi yerde kızdırdı ve ÅŸiddete yöneltti” diye hayıflanırdı. Bahsedilen kızgınlık size de birilerini çaÄŸrıştırmıyor mu? KeÅŸke aklın ve merhametin askıya alındığı süreçler sadece Müslüman olmayan toplumlara özgü olsa. Ama deÄŸil. Bakın, bir cümlede ne dendiÄŸini ancak ikinci, üçüncü okuyuÅŸunda kaptırabilen “okumuÅŸlar”ın ambargosu altındayız. Toplumsal afazinin ülkeyi siyasal kutuplaÅŸma ÅŸöyle dursun, atomizasyonla tehdit ettiÄŸi aÅŸamadır bu. Mevlana’nın “Sen ne söylersen söyle, söylediÄŸin, karşındakinin anladığı kadardır” saptaması da teselli etmiyor.
Biz bu memleketi sokakta bulmadık
KonuÅŸmanız, iktidarın, gücün yanında olmak gibi algılandı...
Bunu sizinle daha önce de konuÅŸmuÅŸtuk. Sizin “Peki, ÅŸimdi ne olacak?” sorunuza verdiÄŸim “Ne olacak, eleÅŸtirilerimizi erteleyip, Tayyip Bey’in etrafını saracak, destek atacağız” cevabımın devamı, “Çünkü en kötü devlet bile devletsizlikten evlâdır. Ve devleti korumak, iktidar partisinin boynunun borcudur. Bu memleketi sokakta bulmadık, kuytularda gizlenmiÅŸ kurda kuÅŸa emanet edecek halimiz yok Türkiye’yi” ÅŸeklindedir. O gün bugün, ne Türkiye’ye yönelik tehditler azaldı ne benim tutumum deÄŸiÅŸti ne de algısal afazi sayrılığına çare bulundu.
Henüz yorum yapılmamış.