Sosyal Medya

Ä°slam

HÄ°CRET (Kavram)

Hicret nedir, niçin yapılır, sadece göç etmek midir?



Hicret; Anlam ve Mâhiyeti
'Hicret' sözlükte, kiÅŸi veya kiÅŸilerin bulundukları yerden göç yoluyla ayrılmaları anlamına gelir. Bu ayrılma beden ile olabileceÄŸi gibi, dil veya kalp ile de olabilir (73/Müzzemmil 10; 4/Nisâ, 34). Bir âyette ise kalbi Allah'ın dışındaki ÅŸeylerden ayırıp yine O'na yönelmek anlamında kullanılmaktadır ki bu, Allah'a hicret (yönelme) ibâdetidir (29/Ankebût, 26). 'Hicret' terim olarak Peygamberimizin ve Mekkeli müslümanların milâdî 622 yılında, peygamberliÄŸin on üçüncü yılında Mekke'den Medine'ye göç etmeleridir.
Ä°slâm tarihinde ve Peygamberimizin hayatında kuÅŸkusuz en önemli olay Hicret'tir. Çünkü bu olay Ä°slâmî tebliÄŸde bir dönüm noktasıdır, Hak dinin var olmasına açılan kapıdır, diriliÅŸi ve güçlü bir bina olarak ortaya çıkışıdır.
'Hicret', imanın, Allah'a ve Rasûlüne baÄŸlılığın, Allah yolunda fedâkârlık yapmanın, dünyalıklardan vazgeçmenin, yalnızca Allah rızasını seçmenin bir göstergesi; küfre ve onların azgın temsilcilerinin hükmüne boyun eÄŸmemenin, iman uÄŸruna her zorluÄŸu göze almanın destansı ifade ediliÅŸidir.
Peygamberimizle birlikte bu destanı yazan güzel insanlara Kur'an 'muhâcir' diyor ve onları kelimelerin en tatlısı ile övüyor:
“Öne geçen Muhâcirler ve Ensâr ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan râzı olmuÅŸtur, onlar da O'ndan râzı olmuÅŸlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Ä°ÅŸte büyük kurtuluÅŸ ve mutluluk budur.” (9/Tevbe, 100).
“Åžüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; iÅŸte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.” (2/Bakara, 218; ayrıca bkz. 3/Âl-i Ä°mrân, 195; 8/Enfâl, 72, 74, 75; 9/Tevbe, 20 vd.)
Hicretin Sebebi:

Mekke ÅŸehir devletinin ve onun zâlim yöneticilerinin zulmünden ve baskısından dolayı Müslümanlar daha önce iki defa da HabeÅŸistan'a hicret etmek zorunda kalmışlardı. Onlar, Mekke'de âdi suç iÅŸleyen, baÅŸkalarının malına veya ırzına tecâvüz eden, baÅŸkasının canına kast eden kimseler deÄŸillerdi. Onların böyle bir suçu yoktu. Kimse onlara kötü, ÅŸirret, zararlı, soyguncu, haydut diyemezdi. Tam aksine onların, Hz. Peygamberin dâvetine uyup müslüman olduktan sonra ahlâkları düzeliyor, kötü huyları gidiyor, önceden yaptıkları fenalıklardan iz kalmıyordu.
Onlar Mekke toplumunun huzurunu bozan âdi suçlular deÄŸillerdi ama daha büyük bir suçları vardı: Onlar, 'Lâ ilâhe illâllah Muhammedü'r Rasûlüllah -Allah'tan baÅŸka ilâh/tanrı yoktur, Hz. Muhammed O'nun elçisidir-' diyorlardı. Bu söz hem onu söyleyen için hem de Mekke devletinin oligarÅŸik yönetimi için son derece önemliydi. Bu sözü söyleyen mü'minler, eski inançlarını, ahlâklarını, hayata bakışlarını, anlayışlarını, daha doÄŸrusu atalarının ve bilhassa Mekkelilerin sömürü aracı olan dinlerini terk ediyorlardı.
EÄŸer bu, sıradan bir söz olsaydı Mekke yöneticileri seslerini çıkarmazlardı. Hem niçin çıkaracaklardı ki? Eninde sonunda sözlerden bir söz deÄŸil miydi? Ä°nsanlar onu söylese ne olur, söylemese ne olurdu? Fakat gerçek öyle deÄŸildi… Bu sözü söyleyen deÄŸiÅŸiyor, baÅŸka insan oluyor, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e uyuyordu, O'nun söylediklerini hayatına uyguluyordu. Mekke oligarÅŸisinin çizdiÄŸi sınırın dışına çıkıyor, dahası kontrol dışı kalıyordu. Böylece sorun oluyordu.
Muhammed (s.a.s.)'in getirip tebliÄŸ ettiÄŸi vahyi kabul eden mü'minler, günün birinde Mekkelilerin baskısına dayanamayıp bir iman yolculuÄŸuna çıkmak zorunda kalmışlardı. Ä°manın hayatlaÅŸmasına imkân tanıyan bir baÅŸka beldeye gitmeye mecbur olmuÅŸlardı.
Bu yolculuk (hicret) sıradan bir göç deÄŸildi. Bu bir ekonomik nedene dayanan yer deÄŸiÅŸtirme, daha rahat yaÅŸam elde etmeye yöneliÅŸ, ya da baÅŸka diyarların altınlarını veya baÅŸka zenginliklerinin çekici dâveti deÄŸildi. Bu hicret aydınlığa, kurtuluÅŸa, Ä°slâm'ın nûruna, Ä°slâmî tebliÄŸi en uzak yerlere kadar götürebilme imkânına, Allah'a hakkıyla kulluk yapma fırsatına uzanan bir yolculuktu.
Ä°slâm tarihinin açılma, dal budak salma günüdür Hicret. Ä°slâm, hicretle toplumsal planda uygulanma imkânı buldu. Hicretle devletleÅŸti, kendi hâkimiyetini kurdu, ayrı bir güç ve taraf olarak ortaya çıktı ve Medine'den diÄŸer insanlara rahatlıkla ulaÅŸabilme yolları açıldı. Bir baÅŸka deyiÅŸle diÄŸer beldelerin insanları hicretten sonra Ä°slâm nimetiyle ve onun nûruyla tanışma imkânına kavuÅŸtular.
Bu muazzam olayı hazırlayan sebepler oldukça önemlidir. Ä°manda samimi olmanın, inanılan ÅŸeyin doÄŸru olduÄŸuna güvenmenin eÅŸsiz örneÄŸidir Mekke hayatı. Mekke ileri gelenleri Peygamberimize birkaç kiÅŸinin uymasına önceleri pek aldırmadılar. Ama müslümanların sayısı arttıkça onların tepkisi de arttı. Buna baÄŸlı olarak hakaret, alay, sıkıştırma, baskı, fiilî iÅŸkence ve nihâyet korkunç ambargo yöntemleri de fazlalaÅŸtı. Bütün baskı, iÅŸkence ve yıldırma metodlarına raÄŸmen insanlar Peygamberimizi dinliyor ve O'nun getirdiÄŸi vahye inanıyorlardı. Hem her türlü tehlikeyi göze alarak. Mekkelilerin üç yıl boyunca uyguladıkları ambargo, mü'minleri iktisadî ve sosyal açıdan periÅŸan etse de bu gibi olaylar onların imanını ve sayılarını artırıyordu.
Birinci ve Ä°kinci Akabe biatlarından sonra Mekkeli müslümanlar teker teker, bazen açıktan bazen gizlice Medine'ye hicret ettiler. En sonunda da Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ebû Bekr'le birlikte Medine'ye göç etti. O'nun hicretiyle Medineliler hayatlarının en büyük bayramını yaÅŸadılar. O'nun geliÅŸinin sevincini 'Vedâ Tepesinden üzerimize ay doÄŸdu” diye baÅŸlayan kasîdelerle ölümsüzleÅŸtirdiler.
Hicretin Sonucu:


O'nun hicretiyle eski adı Yesrib olan ÅŸehir “Medînetü'n-Nebî = Peygamber ÅŸehri” unvânını aldı. Hicret, yalnızca baskı, iÅŸkence ve zorluktan kurtulmak üzere göç etme, ya da zulümden bir kaçış deÄŸildir. Peygamberimizin Hicretini bu ÅŸekilde yorumlamak onu anlamamak ve onun sonuçlarını görmemek olur. Hicret, sonuçları yönünden üzerinde önemle durulması gereken bir olaydır.

Müslümanlar Mekke'de iken, oradaki site devletinin vatandaÅŸları idiler. Hukuk yönünden mevcut otoriteye baÄŸlı kabul ediliyorlardı. Putperest olan otorite sahipleri ise, ataları adına uydurdukları din ve sistemle insanlara hükmediyorlar, saltanatlarını sürdürüyorlardı. Peygamberimizin dâveti ise, onların izni ve kontrolü dışında bir geliÅŸmeydi. Üstelik O'nun dâvet ettiÄŸi Din, onların atalarının dinini ve o dine ait hayat anlayışını, kurulu düzeni reddediyordu. Peygambere ve O'na inananlar Mekkelilerin kontrolünden çıkıyorlardı.

Åžirkin büyük zulüm olduÄŸu ve müÅŸriklerin de zâlimlerin en büyüÄŸü olduÄŸundan, müslümanlar dinlerini rahatlıkla yaÅŸayamıyorlar, Ä°slâmî tebliÄŸi baÅŸkalarına rahatlıkla ulaÅŸtıramıyorlardı. Ä°slâm'ın hükümlerini sosyal alanda uygulamak ve müslümanca yaÅŸamak mümkün deÄŸildi. Çünkü düzenin başındakiler putperestti ve onlara her konuda karışıp müdâhale ediyorlardı. Mekkeli yetkililere göre müslümanlar kendilerinin bir parçasıydı, dolayısıyla onlardan izinsiz baÅŸka dine inanıp, baÅŸka hayat ÅŸekli seçemezlerdi.

Hicretle mü'minler barınacak bir yurt buldular. Orada kendi hâkimiyetlerini ve hukukî varlıklarını kurdular. Mekkeliler karşısında bir taraf oldular. Toplumsal bir güç haline geldikten sonra düÅŸmanlarıyla, daha doÄŸrusu kendilerine saldıranlarla savaÅŸma iznine kavuÅŸtular. Hicret öncesi varlıkları fiilî bir varlık iken, Hicret sonrası hukukî bir varlık oldu. Hicretin altıncı yılında Mekkeliler, daha önceden yok etmeye çalıştıkları müslümanlarla Hudeybiye anlaÅŸmasını yaptılar, onları hukukî bir taraf/varlık olarak tanıdılar. Bu diplomatik zafere Kur'an 'en büyük fetih' demektedir. Bu zaferin yolu Hicret'le açılmıştı. Müslümanlar Hicretle Mekke'yi terk etmeselerdi ne böyle hukukî bir güce ve statüye kavuÅŸabilirlerdi, ne de Mekkeliler onlara baskı yapmaktan vazgeçerlerdi.

Medine'de kendi toplum düzenini ve bir anlamda devletini kuran Peygamberimiz, bir taraftan gelen vahy ile mü'minleri yetiÅŸtirir ve ıslah ederken, bir taraftan da Ä°slâmî hükümleri uyguluyor, Medine'nin dışındaki insanlara Ä°slâm'ı ulaÅŸtırmak üzere tebliÄŸe devam ediyordu. Hatta Hudeybiye'de saÄŸlanılan barış ortamından yararlanılarak etraftaki devlet baÅŸkanları Ä°slâm'a dâvet edilebilmiÅŸti.

Hicretle toplumsal bir güce ve siyasal bir yapıya kavuÅŸan müslümanlar, dinlerini rahatça yaÅŸama imkânına kavuÅŸtular. Ä°slâm Medine'de dirildi, güçlendi, geniÅŸledi ve zaman içerisinde bütün dünyaya ulaÅŸma fırsatını buldu. Bu bakımdan hicret, yalnızca zulüm ve baskıdan kurtulmak deÄŸil, bir mevzî deÄŸiÅŸtirme, bir siyasi manevra, bir strateji ve var olma yolculuÄŸudur.

Mekke'den Medine'ye Hicret Mekke'nin fethiyle bitmiÅŸtir. Ama hicretin esprisi, onun taşıdığı mânâ, onun gerekliliÄŸi ve faydaları kıyâmete kadar devam edecektir. Müslümanlar Ä°slâm'ı yaÅŸama konusunda baskıya, iÅŸkenceye, dayatmaya uÄŸradıkları zaman, Allah'ın geniÅŸ arzında Ä°slâm'ı yaÅŸayabilecekleri bir yere göç edeceklerdir. Kendi içlerinde, gönüllerde sürekli bir ÅŸekilde kötüden iyiye doÄŸru, eksiklikten tekâmüle doÄŸru mânevî hicreti sürekli yaÅŸayacaklardır.

Bir ülkenin vatan olarak deÄŸeri orada Ä°slâm'ın gereklerini yapabilmekle, kutsal deÄŸerleri yaÅŸatabilmekle ortaya çıkar. Ä°slâmın yaÅŸanmasına izin verilmeyen, kutsal deÄŸerlerin ayaklar altına alındığı yerler kuru toprak parçası olmaktan öteye geçemezler. Müslümanlar, tarih boyunca sahip oldukları toprakları korumaya çalışmak durumundadırlar. Bu ülkelerin gayri müslimlerin kontrolüne girmemesi için dikkatli olmaları gerektiÄŸi gibi, kendi aralarından çıkmış mürted ve baÄŸîlerin de ellerine geçmemesi için çaba sarfetmeliler. EÄŸer buna güçleri yetmezse, Allah'a daha iyi kulluk yapabilecekleri bir yere hicret edebilirler. Belki böylesine bir hicret yeniden diriliÅŸe, toparlanmaya ve müslümanların iÅŸgale uÄŸrayan topraklarını yeniden fethetmeye zemin hazırlayabilir. Zaten hicret olayında bu ÅŸuur vardır.[1]

Ä°nsanın ÅŸeytandan ve her türlü kötü duygu ve düÅŸüncelerden, arınıp Allah'a hicreti, ana yurdu maddî anlamda mutlaka terketmeyi gerektirmez. Böylece hicret kavramı, daha geniÅŸ bir dinî ve ahlâkî anlam kazanır. Böyle bir hicret, kesintisiz sürer. Åžeytandan Allah'a hicret etmeyen bir kiÅŸi, gerçek mü'min olamaz:

"Allah yolunda hicret eden, çok bereketli yer ve geniÅŸlik bulur. Evinden Allah'a ve peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a aittir. Allah, bağışlar ve merhamet eder." (4/Nisâ, 100).

Hz. Ä°brâhim, kavmine Allah'a iman çaÄŸrısı yaptığında ona inanmamışlar ve tehditte bulunmuÅŸlardı. Ancak Hz. Lût, O'na inanmıştı. Kavminin bu tutumu karşısında Hz. Ä°brâhim, onlara ÅŸöyle dedi:

"DoÄŸrusu ben Rabbime (Rabbimin dilediÄŸi yere) hicret ediyorum. Åžüphesiz O, azîz/güçlü ve hakîmdir/bilgedir." (29/Ankebût, 26).

Bu âyette hicret sözcüÄŸü, açıkça hem maddî, hem de mânevî anlamda kullanılmıştır (Muhammed Esed, Kur'an Mesajı, 2/809 -21-).

"... Allah yolunda hicret etmedikçe münâfıklardan dost edinmeyin..." (4/Nisâ, 89) âyetindeki hicret kelimesi iki ÅŸekilde yorumlanmıştır.

1- Zâhirî anlam, küfür diyarından iman diyarına göç ediÅŸ,

2- Åžehvetlerin, kötü ahlâkın ve günahların terki ve reddi.

Kutsal deÄŸerlerin tehlikeye düÅŸtüÄŸü sırada, sırf bedensel gâyelerle topraÄŸa baÄŸlılığı sürdürmek Kur'an'ın tâlimatına aykırıdır. Vatan, ancak insanî/Ä°slâmî deÄŸerlerle birlikte kutsaldır. DiÄŸer bir deyiÅŸle, bu deÄŸerlerden koparılmış kuru bir toprak parçası saygın belde anlamında vatan deÄŸildir. Toprağın kutsal belde olmaktan çıkışı halinde Kur'an, "Allah'ın geniÅŸ yeryüzünün" herhangi bir yerini Allah erleri için barınmaya daha müsait görmektedir. Bunun aksini savunarak süflî veya fânî birtakım çıkarlar için belirli bir toprak üzerinde ısrar edenler, Kur'an tarafından kınanmaktadırlar. Böyle bir ısrar, yani hicretten kaçış, kötülüklerde ısrara benzer.

Mü'min her an hicret halindedir, daha doÄŸruya, daha güzele doÄŸru yürüyüÅŸ, daha ileri menzillere ulaÅŸmak için sefer halindedir. Bu bazen beldeden beldeye doÄŸru mekân deÄŸiÅŸikliÄŸi, bazen iç âlemin bir menzilinden öteki menziline doÄŸru hal deÄŸiÅŸikliÄŸidir. Bütün hayat, bir yolculuktur, insan da yolcu. Önemli olan bu yolculuÄŸu hayırlı bir kulvarda (sırât-ı müstakîmde) ve hep hayra doÄŸru sürdürmektir. O yüzden hicret, sadece sosyolojik deÄŸil; aynı zamanda psikolojik imkân deÄŸiÅŸikliÄŸidir. Ä°ç âlemde yapılacak hicretlere engel hale gelen topraklarda yapılacak tek hicret, oraları terk etmektir. Ä°nsanın gönül seyrini, iç hicretini engelleyen zulmün varlığından kaynaklanan hicret zarûretini, tarih boyunca hiçbir maddî doygunluk safdışı bırakamamış ve insanoÄŸlu, ilk günden beri zulüm ve zâlimin mevcut olduÄŸu yerden kaçmış, yani hicret etmiÅŸtir.

Hicret, son çare olsa da, onu ümitsizlik halinde baÅŸvurulan bir hareket olarak görmek doÄŸru olmaz. Çünkü hicrette aynı zamanda kuvvetli bir ümit, vaziyetin baÅŸka bir yerde daha iyi olacağına duyulan bir temenni ve beklenti vardır. Özellikle toplu halde yapıldığında, savaÅŸta planlı geri çekilmeye benzemektedir. Ancak, hepsinden önemlisi, hicret, bir kiÅŸinin itikadı uÄŸrunda malını-mülkünü fedâ etmesini ve sevdikleriyle yakınlarını terk etmesini ifade eder. Pek çok peygamber, imanları uÄŸrunda hicret etmek zorunda kalmıştır. Hicretin hakikî ruh ve biçiminin temsilcisi olarak Kur'an'da Hz. Ä°brâhim zikredilmektedir (19/Meryem, 47-49; 60/Mümtehıne, 4).



Kur'ân-ı Kerim'de Hicret Kavramı


Kur'ân-ı Kerim'de “hicret” kelimesi geçmez. Ama, hicret kelimesinin türediÄŸi kök olan “hecr” kökünden gelen çeÅŸitli türevler, -ki bunların tümü hicret/göç, ayrılmak, terk etmek anlamındadır- Kur'ân-ı Kerim'de toplam 31 yerde geçer. Allah yolunda hicret edenlere, hem dünyada güzel bir yer, hem de âhirette ecir vardır (16/Nahl, 41). Hicret eden, sonra öldürülen veya ölenlere Allah güzel rızık verecek, hoÅŸnut olacakları bir yere yerleÅŸtirecektir (22/Hacc, 58-59). Zulüm ve kötülük diyarından baÅŸka bir diyara hicret, ya gönüllü olur, veya zorla yaptırılır. Allah, hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, kendi yolunda ezâya uÄŸratılanların, savaÅŸan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örtecektir (3/Âl-i Ä°mrân, 195). Öz diyarını zorla terk, yurttan sürülmek veya çıkarılmakla gerçekleÅŸir. Bu durumda, zulme uÄŸrayanların kendilerini savunma hakları da doÄŸar (Bkz. 3/Âl-i Ä°mrân, 195; 17/Ä°srâ, 76-77; 59/HaÅŸr, 8).

Kur'an'ın hicretle kasdettiÄŸi göç, sadece bedensel olmayıp, kalbi Allah dışındaki ÅŸeylerden ayırıp Allah'a yönelmek anlamında da kullanılmaktadır. Kur'an buna Allah'a hicret veya Allah yolunda hicret demektedir (bkz. 29/Ankebût, 26).

Müslüman bir toplumun bir beldede hayatta kalma ve Ä°slâmî olarak geliÅŸme mücâdelesinde son alternatif hicrettir. Belli bir ortamda Ä°slâm'ın geliÅŸmesi ya da hayatta kalması ihtimali ortadan kalktığında ve bu yolda gösterilecek çabaların sonuçsuz kalacağı anlaşıldığında, bir kiÅŸi ya da grup o ortamı terketmeye karar verebilir. Bir kiÅŸi, ÅŸayet düzenli olarak teÅŸekkül etmiÅŸ bir topluluÄŸun üyesiyse ve topluluk hicret etmeye karar vermiÅŸse, o kiÅŸinin de toplulukla birlikte hicret etmesi gerekir. Kendi elinde olmayan ÅŸartlar dolayısıyla bunu yapamaması ayrı bir konudur (4/Nisâ, 98). Böylece hicret, bir iman imtihanı haline gelir (4/nisâ, 88-89; 8/Enfâl, 74). (Mustansır Mir, Kur'ânî Terimler ve Kavramlar SözlüÄŸü, s. 86)

Hicret eden, hakiki bir mü'min olduÄŸunu ispatlar (8/Enfâl, 74-75). Allah'ın rahmetine mazhar olur (2/Bakara, 218), günahları affolunur (3/Âl-i Ä°mrân, 195) ve hem bu dünyada, hem de âhirette büyük mükâfât kazanır (9/Tevbe, 20; 16/Nahl, 41; 22/Hacc, 58; 4/Nisâ, 100).

Hicret, Allah'ın mükâfât vaad edip övdüÄŸü bir fiil olduÄŸu gibi, hukukî haklar da getiren bir eylemdir. BaÅŸka bir müslüman topluluÄŸun yanına hicret edenler, o topluluktan ekonomik yardım almaya hak kazanırlar (59/HaÅŸr, 8). Hicret etmeyenler Ä°slâmî devlettekilerden velâyet haklarını talep edemez (4/Nisâ, 89).

Hicret kavramı, Kur'an'ın Arap kültürüne hâkim fikirlerin anlamlarını nasıl dönüÅŸtürdüÄŸüne güzel bir örnektir. Ä°slâm öncesi ÅŸiirlerde sıkça bir kiÅŸinin yurdundan baÅŸka bir yere giderek onurunu koruma arzusu iÅŸlenirdi. Kur'an, bu ÅŸahsî onur anlamı yerine, bir dizi dînî ilke üzerinde kurulmuÅŸ bir topluluÄŸun onuru anlamını ikame ederek ve kiÅŸisel bir duygunun yüceltilmesini bir imana ve ona baÄŸlı cemaate baÄŸlanmaya dönüÅŸtürerek hicretin mâhiyet ve gâyesini kökten deÄŸiÅŸtirmektedir.

Mü'min, yaÅŸadığı ülkesinde yeterli ÅŸekilde inanç ve ibâdet hürriyetinden mahrum ise, inancına göre yaÅŸayabileceÄŸi özgürlük ülkelerine hicret etmelidir. Ä°mkân bulanların zulüm ülkesinden özgürlük ülkesine hicret etmeleri farzdır. Ä°mkânları varken bunu yapmayanlar Allah katında sorumlu düÅŸerler:

“Ey iman eden kullarım! Åžüphesiz Benim yarattığım yeryüzü geniÅŸtir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız Bana kulluk edin (EÄŸer bir ülkede Bana kulluk etmeniz mümkün deÄŸilse, Bana rahatça kulluk edeceÄŸiniz baÅŸka bir yere hicret edin).” (29/Ankebût, 56).

Bu âyette Yüce Allah, mü'min kullarına yeryüzünün geniÅŸ olduÄŸunu, özgürce yaÅŸayabilecekleri bir yere gidip Kendisine kulluk etmelerini öÄŸütlemektedir.

“Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: 'Ne iÅŸte idiniz?' dediler. Bunlar: 'Biz yeryüzünde müstaz'af/çaresiz idik' diye cevap verdiler. Melekler de: 'Allah'ın arzı geniÅŸ deÄŸil miydi? Hicret etseydiniz ya!' dediler. Ä°ÅŸte onların barınağı cehennemdir. Orası ne kötü bir gidiÅŸ (yeri)dir.” (4/Nisâ, 97).

Bu âyette hicret imkânı bulunan kimsenin, zayıflığını bahane ederek müÅŸrikler arasında ezgin yaÅŸamaya râzı olması kınanmaktadır. Bu âyette kast edilen hicret, din ve vicdan özgürlüÄŸü uÄŸruna göç etmektir. Hicret etme imkânına sahip iken putperestler arasında oturup onların baskılarına, hakaretlerine râzı olmak, hatta savaÅŸ çıkınca onların ordularına asker olup müslümanlara karşı savaÅŸmak, onların düÅŸüncelerini benimsemek demektir. KiÅŸi sevdiÄŸiyle beraber olduÄŸuna göre, müslümanların düÅŸmanlarını isteyerek destekleyenlerin yeri de elbette cehennem olacaktır. Tefsirlerin açıklamasına göre bir yerde dinin gereklerini yapamayan kiÅŸinin, imkân bulduÄŸu takdirde baÅŸka yere, müslümanların arasına hicret etmesi farzdır. Ancak, hicret etme imkânı bulamayan güçsüz erkekler, kadınlar ve çocuklar mâzur/özürlü sayılırlar.

Mekke'de müslüman olanlardan bir kısmının oradan ayrılmayıp müÅŸriklerle beraber kaldıkları, hatta Bedir Savaşında onların safında müslümanlara karşı savaÅŸtıkları rivâyet edilir. Herhalde böylelerin sayısı çok azdı. Çünkü müslümanların, Mekke'de kalsalar bile müÅŸriklerle beraber müslümanlara karşı savaÅŸtıklarına dair yeterli delil yoktur. Gerçi Peygamber (s.a.s.)'in amcası Abbâs, müÅŸriklerin safında Bedir Savaşına katılmıştı, ama o zaman henüz müslüman deÄŸildi. Hayber'in Fethinden önce müslüman olmuÅŸ, fakat müslümanlığını gizlemiÅŸ, ancak Mekke'nin Fethi gününde açıklamıştır. (S. AteÅŸ, Kur'an Ans. 8/330-331)

"Ä°man edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, iÅŸte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah ÄŸafûr ve rahîmdir." (2/Bakara, 218)

“Rableri, onların duâlarını kabul etti (Dedi ki:) 'Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boÅŸa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, Benim yolumda eziyete uÄŸradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, Ben de onların kötülüklerini örteceÄŸim ve onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfât, Allah tarafındandır. Allah, mükâfâtın en güzeli kendi nezdinde olandır.” (3/Âl-i Ä°mrân, 195)

“(Münâfıklar) Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki, onlarla eÅŸit olasınız. O halde Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan hiçbirini velî/dost edinmeyin. EÄŸer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduÄŸunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin.” (4/Nisâ, 89)

“Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: 'Ne iÅŸte idiniz?' dediler. Bunlar: 'Biz yeryüzünde müstaz'af/çaresiz idik' diye cevap verdiler. Melekler de: 'Allah'ın arzı geniÅŸ deÄŸil miydi? Hicret etseydiniz ya!' dediler. Ä°ÅŸte onların barınağı cehennemdir. Orası ne kötü bir gidiÅŸ (yeri)dir. Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnâdır. Ä°ÅŸte bunları, umulur ki Allah affeder. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır. Allah yolunda hicret eden kimse, gidecek çok yer ve bolluk/geniÅŸlik bulur. Kim Allah ve Rasûlü uÄŸrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetiÅŸirse artık onun mükâfâtı Allah'a âittir. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.” (4/Nisâ, 97-100)

“Ä°man edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (mücâhidleri) barındırıp yardım edenler var ya, iÅŸte onların bir kısmı diÄŸer bir kısmının velîleridirler. Ä°man edip de hicret etmeyenler ise, onlar hicret edinceye kadar size onların velâyetinden/dostluÄŸundan hiçbir ÅŸey yoktur.(Bununla beraber) EÄŸer onlar din husûsunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleÅŸme/anlaÅŸma bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah, yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir.” (8/Enfâl, 72)

“Ä°man edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler; (muhâcirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, iÅŸte gerçek mü'minler onlardır. Onlar için maÄŸfiret ve bol rızık vardır. Sonradan iman eden ve cihdet edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. Allah'ın kitabına göre rahim sahipleri (akrabâlar) birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundurlar. Åžüphesiz ki Allah her ÅŸeyi hakkıyla bilendir.” (8/Enfâl, 74-75)

“Ä°man edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler derece/rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. KurtuluÅŸa erenler de iÅŸte onlardır. Rableri, onlara kendinden bir rahmet ve rızâ ile, onlar için içinde ebedî tükenmez bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Åžüphesiz ki Allah katında büyük mükâfât vardır.” (9/Tevbe, 20-22)

“EÄŸer siz ona (Muhammed'e) yardım etmezseniz, (iyi bilin ki) iki kiÅŸiden biri olduÄŸu halde (Rasûlullah ve Ebûbekir) kâfirler onu (Mekke'den) çıkardıkları zaman Allah ona yardım etmiÅŸti. Hani onlar maÄŸarada (Sevr maÄŸarasında) idiler, (Ebûbekir korkunca Rasûlullah) o zaman arkadaşına, 'üzülme, Allah bizimle beraberdir' diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet saÄŸlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediÄŸiniz bir ordu (melekler) ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın kelimesi/sözü ise (zaten) yücedir. Çünkü Allah daima üstündür, hikmet sahibidir.” (9/Tevbe, 40)

“(Ä°slâm dinine girme husûsunda) Öne geçen ilk muhâcirler ve ensâr ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan râzı olmuÅŸtur, onlar da O'ndan râzı olmuÅŸlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Ä°ÅŸte büyük kurtuluÅŸ ve mutluluk budur.” (9/Tevbe, 100)

“Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir grubun kalpleri eÄŸrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamber'i ve güçlük zamanında ona uyan muhâcirlerle ensârı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok ÅŸefkatli, pek merhametlidir.” (9/Tevbe, 117)

“Zulme uÄŸradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir ÅŸekilde yerleÅŸtireceÄŸiz. EÄŸer bilirlerse âhiretin mükâfâtı elbette daha büyüktür. (Onlar,) Rablerine tevekkül ederek sabredenlerdir.” (16/Nahl, 41-42)

“Sonra ÅŸüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin (yardımcısıdır). Çünkü Rabbin, onların bu amellerinden sonra, elbette çok bağışlayan, pek merhamet edendir.” (16/Nahl, 110)

“Onlar, seni yurdundan çıkarmak için neredeyse dünyayı başına dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar. Senden önce gönderdiÄŸimiz peygamberler hakkındaki sünnet/kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir deÄŸiÅŸiklik bulamazsın.” (17/Ä°srâ, 76-77)

“Ve ÅŸöyle niyâz et: 'Rabbim! GireceÄŸim yere sıdk ile/dürüstlükle girmemi saÄŸla; çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı saÄŸla. Bana, tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver.” (17/Ä°srâ, 80)

“Onlar, baÅŸka deÄŸil, sırf 'Rabbimiz Allah'tır' dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir...” (22/Hacc, 40)

“Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen yahut ölenleri hiç ÅŸüphesiz Allah güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Åžüphesiz Allah'ın bizzat kendisi, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Allah onları, kesinlikle memnun kalacakları bir yere girdirecektir. Allah, kesinlikle tam bilgilidir, halîmdir.” (22/Hacc, 58-59)

“Ä°çinizden fazîletli ve servet sahibi kimseler akrabâya, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler, bağışlasınlar; ferâgat göstersinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (24/Nûr, 22)

“Peygamber dedi ki: 'Ey Rabbim! DoÄŸrusu kavmim bu Kur'an'ı mehcûr/terkedilmiÅŸ (bir ÅŸey yerinde) tuttular.” (25/Furkan, 30)

“Bunun üzerine Lût O'na iman etti ve (Ä°brâhim): 'DoÄŸrusu ben Rabbim (in emrettiÄŸi yer)e hicret ediyorum. Åžüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir' dedi.” (29/Ankebût, 26)

“Ey iman eden kullarım! Åžüphesiz Benim yarattığım yeryüzü geniÅŸtir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız Bana kulluk edin (EÄŸer bir ülkede Bana kulluk etmeniz mümkün deÄŸilse, Bana rahatça kulluk edeceÄŸiniz baÅŸka bir yere hicret edin).” (29/Ankebût, 56)

“(Rasûlüm! Åžö sözümü) Söyle: 'Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara hasene/iyilik vardır. Allah'ın yarattığı yeryüzü geniÅŸtir (Kâfirler arasında Allah'a karşı hakkıyla ibâdet ve itaatini yapamayan kimse, inancını yaÅŸayacağı yere hicret edebilir). Yalnız sabredenlere, mükâfâtları hesapsız ödenecektir.” (39/Zümer, 10)

“Allah'ın verdiÄŸi bu ganîmet malları, yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rızâ dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhâcirlerindir. Ä°ÅŸte sâdık/doÄŸru olanlar bunlardır. Daha önceden Medine'yi yurt edinmiÅŸ ve gönüllerine imanı yerleÅŸtirmiÅŸ olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri zarûret içinde bulunanlar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliÄŸinden korunursa, iÅŸte onlar kurtuluÅŸa erenlerdir. Bunların arkasından gelenler ÅŸöyle derler: 'Rabbimiz! Bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiÅŸ din kardeÅŸlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Åžüphesiz ki Sen çok ÅŸefkatli, çok merhametlisin.” (59/HaÅŸr, 8-10)

“Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiÄŸi zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. EÄŸer siz de onların mü'min kadınlar olduklarını öÄŸrenirseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar onlara helâl deÄŸildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarfettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiÄŸiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiÄŸinizi isteyin. Onlar da sarfettiklerini istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (60/Mümtehıne, 10)

“Onların (müÅŸriklerin) söylediklerine sabret/katlan ve onları güzel bir ÅŸekilde terk et (ve'hcür).” (73/Müzzemmil, 10)
Hadis-i Şeriflerde Hicret Kavramı:


"(Allah'a) Åžirk/ortak koÅŸan bir müÅŸrik müslüman olduktan sonra, kâfirlerden ayrılıp müslümanlar arasına katılmadıkça Allah, onun hiçbir amelini kabul etmez." (Ä°bn Mâce, Hudûd 2, hadis no: 2536; Nesâî, Zekât 73, hadis 2558)

"Ben, müÅŸriklerle beraber yaÅŸayan müslümanlardan berîyim/uzağım. Müslümanlarla müÅŸriklerin ateÅŸleri birbirini görmesin." (Nesâî, Kasâme 25, hadis no: 4753;Tirmizî, Siyer 41, 42, hds. 1654; Ebû Dâvud, Cihad 105, hds. 2645)

“MüÅŸriklerle beraber oturmayın, onlara karışmayın; kim onlarla birlikte oturur veya onlara karışırsa onlar gibidir.” (Tirmizî, Siyer 42)

"Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzünün en hayırlıları, Hz. Ä°brahim'in hicretini kendisine örnek alanlardır." (Ebû Davûd, Cihad)

"Memleketler, Allah'ın memleketleridir. Kullar da Allah'ın kullarıdır. Nerede hayır bulursan orada yerleÅŸ." (Ä°bn Kesîr, Tefsirü'l-Kur'âni'l Azim, II/14)

Ashâbdan biri sordu: 'Ä°slâm'ın alâmetleri nelerdir?' Rasûlullah buyurdu: "Azîz ve Celîl olan Allah rızâsı için müslüman oldum, küfrü, isyanı bıraktım demen, namazı kılman, zekâtı vermen, müslümanların malı, can ve ırzlarının birbirlerine haram olduÄŸunu, müslümanların birbirlerine yardım eden kardeÅŸler olduklarını kabul etmen ve Aziz ve Celîl olan Allah'ın, müÅŸrikler arasında iken Ä°slâm'ı kabul ettiÄŸi halde onları bırakıp müslümanların içine gelmeyen kimsenin hiçbir amelini kabul etmeyeceÄŸini bilmendir." (Nesâî, Zekât 73, hadis no: 2558; Ä°bn Mâce, Hudûd 2, hds. 2536)

"DüÅŸmanla çarpışıldığı sürece hicret devam eder." (Ahmed bin Hanbel, V/270)

Abdullah bin Vâğıt es-Sâdî (r.a.)den: "Bir heyetle Rasûlullah (s.a.s.)'ın huzuruna geldik. Her birimiz ihtiyacını arz ediyordu. Rasûlullah (s.a.s.)'ın huzuruna en son ben çıktım ve: 'Ya Rasûlallah, geride adamlarımı bıraktım. Onlara, "hicret kesildi" diyorlar, dedim. Rasûlullah (s.a.s.): "Kâfirlerle savaÅŸ devam ettikçe hicret kesilmez" buyurdu." (Nesâî, Bey'at 15, hadis no: 4156)

“Tevbe sona ermedikçe hicret sona ermez; güneÅŸ batıdan doÄŸuncaya kadar da tevbe son bulmaz.” (Dârimî, Siyer 70)

"Ameller/eylemler, niyetlere göre deÄŸerlendirilir. Kim Allah ve Rasûlü için hicret ederse o, Allah ve Rasûlü için hicret sevabını alır. Kim de elde etmek istediÄŸi dünya malı, ya da evleneceÄŸi kadın için hicret ederse onun hicretinin karşılığı da hicret ettiÄŸi ÅŸeydir." (Buhârî, Vahy 1; Müslim, Ä°mâret 33)

"Ortalık kargaÅŸa içindeyken ibâdet etmek, bana hicret etmek gibidir." (Müslim, Fiten 130; Tirmizî, Fiten 31; Ä°bn Mâce, Fiten 14)

"Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların selâmette kaldığı kimsedir. Muhâcir de, Allah'ın nehyettiÄŸi ÅŸeyleri terk edendir." (Buhârî, Rikak 71; Müslim, Ä°man , 4, 64-66; Ebû Dâvud, Cihad 2, hadis no: 2481, Cihad 4, Vitr 11; Tirmizî, Ä°man 2762-2763; Nesâî, Ä°man, hds no: 4963; Ä°bn Mâce, Fiten, hds. 2934; Dârimî, Rikak, hds. 2715)

“Muhâcir, Allah'ın yasakladığı ÅŸeylerden uzaklaÅŸan ve onları terkeden kimsedir.” (Buhârî, Ä°man 4, Rikak 26; Ebû Dâvud, Cihad 2)

Bir adam, Rasûlullah (s.a.s.)'a sordu: “Yâ Rasûlallah, hangi hicret daha fazîletlidir?” Allah'ın elçisi buyurdu ki: “... Allah'ın yasakladığı/haram kıldığı ÅŸeyleri terk etmendir.” (Nesâî, Biat 12, hadis no: 4148; Ebû Dâcvud, Vitr 12, hds. 1449, Dârimî, Salât 135, hads 1431)

"Fitne zamanında ibâdet, bana hicret etmek gibidir..." (Müslim, Fiten 26, hadis no: 2650; Tirmizî, Fiten 28, hds. 2297; Ä°bn Mâce, Fiten, 14, hds. 3985)

"Ä°slâm, ÅŸüphesiz garip olarak baÅŸladı ve (günün birinde) garip hale dönecektir. Ne mutlu gariplere!" "Garipler kimlerdir?" diye soruldu. Rasûlullah (s.a.s.): Kabilelerinden (Ä°slâmiyet için) uzaklaÅŸanlardır." (Ä°bn Mâce, Fiten 15, hadis no: 3988)

“EÄŸer hicret ÅŸerefi olmasaydı, ben muhakkak ensârdan bir fert olmak isterdim.” (Ahmed bin Hanbel, II/315; Müslim, Zekât 139)

“Allah'ım! Ashâbımın hicretini kararlı kıl; onları topukları üzerinde tekrar geriye döndürme.” (Müslim, Vasıyye 5)

"Yâ Rasûlallah, insanların hangisi daha fazîletlidir?" diye soruldu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), "Canıyla, malıyla Allah yolunda cihad eden mü'mindir." Buyurdu. Sahâbîler: "Sonra kimdir?" dediler. Rasûlullah (s.a.s.): "Vâdîlerden bir vâdî içinde (yalnızlığa çekilen) bir mü'mindir ki, o, Allah'tan korkar da insanları kendi ÅŸerrinden rahat bırakır" buyurdu. (Buhârî, Cihad ve's-Siyer 5; Müslim, Ä°mâre 34, hadis no: 122-123)

Abdullah bin Amr (r.a.) anlatıyor: "Bir adam, Rasûlullah (s.a.s.)'a: 'Yâ Rasûlallah, hangi hicret daha fazîletlidir?' diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.) da: "Allah'ın yasakladığı (haram kıldığı) ÅŸeyleri terk etmendir" buyurdu. Ve devamla: "Hicret, iki kısımdır: Åžehirlilerin hicreti ve çölde yaÅŸayanların hicreti. Çölde yaÅŸayanın hicreti, vazifeye çaÄŸrıldığında gelmesi, emrolunduÄŸu ÅŸeyi yapmasıdır. Åžehirlilerinki ise, çölde yaÅŸayanınkinden daha ağırdır. Ecir ve sevâbı da daha çoktur." (Nesâî, Bey'at, hadis no: 4148, Zekât hds. 2516; Ebû Dâvud, Vitr, 1449; Dârimî, Salât, hds. 1431)

Ya'lâ (r.a.) ÅŸöyle demiÅŸtir: "Mekke'nin fethi günü babamı, Rasûlullah (s.a.s.)'ın huzuruna getirerek: 'Yâ Rasûlallah, babamın hicret etmesi husunda bey'atını kabul buyur' dedim. Rasûlulah da: "Hicret kesildi, cihad etmesi hususunda bey'atını kabul ediyorum" buyurdu." (Nesâî, Bey'at, 15, hadis no: 4151)

MucâÅŸî Ä°bn Mesûd (r.a.) ÅŸöyle dedi: "Mekke'nin fethinden sonra ben, kardeÅŸim (Mucâlid) ile Rasûlullah (s.a.s)'a geldim ve: 'Ya Rasûlallah, kendisiyle hicret etmek üzere bey'at etmen için sana kardeÅŸimi getirdim' dedim. Rasûlullah (s.a.s.): "Hicret etmiÅŸ olanlar, ondaki fazîletle gitmiÅŸlerdir" buyurdu. 'Åžimdi sen onunla ne üzere bey'at edeceksin?' diye sordum. "Ben onunla, Ä°slâm, iman ve cihad üzere bey'at edeceÄŸim" buyurdu. (Buhârî, MeÄŸâzî, 311-312; Müslim, Ä°mâre, 83-84)

"Fetihten (Mekke'nin fethinden) sonra (Medine'ye) hicret yoktur. Ancak cihad ve niyet vardır. Allah yolunda savaÅŸa çaÄŸrıldığınız zaman koÅŸunuz." (Buhârî, Cihad ve's-Siyer 2; Müslim, Ä°mâre 85-86; Ebû Dâvud, Cihad 2, hadis no: 2480; Tirmizî, Siyer 32, 33 hds no: 1638; Nesâî, Bey'at 15, hds no: 4153, Cihad 9, hds 2773; Dârimî, Siyer 49, hds 2515, Siyer 69)

Hadis-i ÅŸerifte bitmiÅŸ olduÄŸu beyan edilen "hicret", Mekke'den Medine'ye yapılan hicrettir. Hicret, hangi mekân ve hangi zamanda olursa olsun, ÅŸartları oluÅŸtuÄŸunda gündeme gelen bir ibâdet ve ÅŸartlar çerçevesinde iÅŸlenen bir eylemdir. Hadis, Mekke'den hicreti kaldırmış ise de müslümanlara baskı yapılan her küfür diyarından Ä°slâm yurduna hicret, farz olarak sürmektedir.

“Kötü ÅŸeyleri terk et (fe'hcür).” (74/Müddessir, 5)

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.