Genel
Edep gitti, depresyon geldi
Ailede sevgi var oldukça depresyona giren kimse olmazdı. Yemeklerimiz lezzetli, uykularımız dinlendiriciydi.
YaÅŸlı kadın odasından usulca çıktı. Salondan torunu ile gelinin sesleri geliyordu:
"OÄŸlum, sofra hazır, çorbanı koydum; haydi gel de soÄŸutmadan ye."
Nine salonun en kuytu yerine geçti, yerde, kendine ait köyden getirdiÄŸi minderin üzerine oturdu. Çocuk, babaannesini görünce "babaanneciÄŸim, gel beraber yiyelim" dedi.
YaÅŸlı kadın mânidâr bir ÅŸekilde iç çektikten sonra "evin erkeÄŸi gelmeden akÅŸam sofrasına oturulmaz. Hele babanız gelsin, beraberce yeriz inÅŸaallah" dedi.
Evin gelini "aman anneciÄŸim, eskidenmiÅŸ onlar. Åžimdi acıkan sofraya oturur, o da gelince yer" dedi. YaÅŸlı kadın "kızım, nasıl ki insanların bir edebi, hayâsı, iffeti varsa, evlerin de iffeti ve edebi vardır" dedi.
Torunu dayanamayarak alaycı bir tavırla söze karıştı "yaa babaanne, neymiÅŸ bu evlerin iffeti... Anlat bakalım, merak ettim" diye sorunca, yaÅŸlı kadın "biz küçükken, annelerimizden önce babalarımızın karşısında edepli oturmayı öÄŸrenirdik. Evde babamız, annemiz varken ayağımızı uzatıp oturmaz, büyüklerimiz konuÅŸurken söz hakkı verilmedikçe söze dâhil olmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiÄŸinde hemen toparlanır, kalkıp onlara oturmaları için yer verirdik. Babamız sofraya oturmadan yemeÄŸe el uzatmazdık. Babamız gelir, Besmele çeker, haydi buyurun derdi. Huzurla hepimiz baÅŸlardık yemeÄŸe... Sonunda da sofra duâsını kardeÅŸlerimiz aramızda sıra ile okurduk. Hiç âilece yenen yemek kadar lezzetli yemek olur mu? Bu sofranın edebidir, yavrum" dedi.
Torunu "bu kadar baskı karşısında depresyona girmez miydiniz babaanneciÄŸim?" diye sorunca, ihtiyar kadın "hayır yavrum, bizim zamanımızda saygı olduÄŸu için sevgi hep bâkî kalırdı. Sevgi var oldukça da depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli, uykular dinlendiriciydi. Ben depresyon kelimesini ilk defa burada duydum, hattâ köyümüzde bir tane akıldan mahrum birisi vardı, Deli Ä°bram derlerdi. Vallahi, o bile o kadar mutluydu ki, anlatamam. AkÅŸama kadar sokakta çocuklarla oynar, acıkınca bir kapıyı tıklatır; Aba acıktım, aba su ver, derdi. Hangi kapıyı çalsa, eli boÅŸ çevrilmezdi. Saçları uzadıkça berber onu tıraÅŸ eder, hamamcı da arada yıkardı. Cuma günleri esnaf elinden tutar, namaza bile götürürdü. Yani hiç kimse onu dışlamazdı. Åžimdi hiçbir ÅŸeye saygı kalmadı. Bak, evlere bile saygı yok bu ÅŸehirde... Herkes akÅŸam olduÄŸu hâlde perdelerini örtmemiÅŸ, bütün evlerin içi görünüyor ama kimse utanmıyor. Biz daha hava kararmaya baÅŸlamadan kalın perdelerimizi çeker, ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hattâ perde kapalıyken üzerimizi deÄŸiÅŸtirmeye edep eder; ışığı söndürür, yere çömelir öyle üzerimizi deÄŸiÅŸtirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceÄŸini düÅŸününce yüzümüz kızarırdı" diye cevapladı.
Bu sözleri iÅŸiten gelin, oturduÄŸu yerden kalktı, mahcup bir edâ ile salonun perdelerini çekti.
"Evin edebi, önce perdesinin çekilip çekilmediÄŸinden belli olur, derdi büyüklerimiz... Evler, kocaman duvarlarla çevrilmiÅŸ avluların içinde olduÄŸu hâlde hiç kimse iç çamaşırlarını uluorta asmazdı, ev ahâlisinden bile edep ederlerdi. Ben daha küçükken giydiÄŸim ÅŸalvarı en ön ipe asmışım, hemen anam gelip; kız, baban bugün avluya çıktı, senin ÅŸalvarın asılı idi, utancımdan yerin dibine girdim. Bir daha öyle ortaya asma, çamaşırların en arkasındaki ipe as! Üstüne uzun bir tülbent ört, sonra mandalla... Altında ne olduÄŸu görünmesin. Ä°ffetimiz, edebimiz giderse, ortada îmanımız kalmaz, dedi. Ben 12 yaşındaydım, annem bunları bana söylerken yerin dibine girdim. Åžimdi öyle mi? Geçende bir nefes alayım diye balkona çıktım, karşı komÅŸu, bütün çamaşırları uluorta asmış, ben utancımdan hemen içeri girdim" diyerek anlatmaya devam etti babaanne.
"Bugün yemekler dışarıda yeniyor, göz hakkı oluyor, kimse umursamıyor. Çarşı pazardan alınanlar ÅŸeffaf poÅŸetler içinde eve geliyor; alan var, alamayan var. Göz hakkı, kıskançlık oluyor bu yenenlerde... Hiç ÅŸifâ olur mu yavrum? Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, yemeÄŸinizin kokusu ile komÅŸunuza eza etmeyiniz, buyuruyor. Bugün kokuyla, gösteriÅŸle çevredekilere hep ezâ veriliyor. Tabiî ki yenilenler içinize sıkıntı veriyor. Sonra da depresyon diyerek doktorlara gidiliyor. Evin bir edebi daha vardır ki, en önemlisi de budur herhalde... Evin içinde yaÅŸananlar, aslâ dışarıda anlatılmaz; yenenler, içilenler, muhabbetler, kavgalar... Bu da evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı. Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü. Zaten Peygamberimiz de özellikle karı-koca arasında olanların etrafa yayılmasının ne büyük bir günah olduÄŸunu hep anlatıyor, deÄŸil mi Leylâcım!.." dedi gelinine...
Gelin mahçup bir ÅŸekilde "evet anneciÄŸim" diyebildi.
Torunu "babaanneciÄŸim, ÅŸimdi facebook diye bir ÅŸey var; insanlar gittikleri lokantalarda yedikleri ÅŸeylerin fotoÄŸrafını çekip binlerce kiÅŸiye gösteriyorlar!" deyince, yaÅŸlı kadın "aa ne ayıp... Ä°nsan hiç yediÄŸini söyler mi?" diye hayret etti.
"Ah anneciÄŸim, her hâllerinin fotoÄŸrafları var. Gezdikleri yerlerin, yedikleri yiyecek-içeceklerin, aldıkları eÅŸyâ ve kıyâfetlerin, hattâ beylerinin aldığı çiçekleri üzerinde yazdıkları notlarla paylaşıyor insanlar..." diyerek söze karıştı gelin.
Nine "yavruuum, sen neler diyorsun? Kıyamet koptu kopacak desene... Evler çırılçıplak kaldı desene..." dedi ve gözyaÅŸları içinde anlatmaya devam etti:
"Biz beylerimizle yanyana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var, evlenemeyenler var. Onların gönül yaralarına tuz basmayalım diye, beylerimizin bir adım gerisinden yürürdük... Åžimdi kavgalar ortada, sevmeler ortada... Tabiî ki, mahremiyet kalmayınca samimiyet de kalmıyor. Evin bereketi, büyüklere saygıdadır. Evin iffeti, örtülen perdedir. Sevginin iffeti, gizliliktedir. Gözün iffeti, göz kapaklarındadır. Bedenin iffeti, tesettürdedir. Utanma yani hayâ, îmandan bir ÅŸubedir. Bakın size, benim annemin anlattığı bir hikâyeyi anlatayım. Hikâye dedimse, adı hikâye... Aslında bir hadîs, hadîs-i kudsî hem de... Yani mânâsını Allâh'ın Peygamber Efendimize haber verdiÄŸi, sözlerini ise Peygamberimizin kendi sözleriyle ifade ettiÄŸi bir hadis...
Bu hadîs-i kudsîye göre "Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâm'ı yarattığı vakit Cebrâil aleyhisselâm Âdem'e üç hediye getirdi: Ä°lim, hayâ ve akıl. Sonra da dedi ki: Ya Âdem!.. Bunlardan dilediÄŸini seç!
Âdem aleyhisselâm bu üçünden aklı tercih etti. Cebrâil aleyhisselâm hayâ ve ilme, makamlarına dönmelerini emretti. Hayâ ve ilim "biz, âlem-i ervâhta (ruhlar âleminde) hep beraber idik. Birbirimizden aslâ ayrılmayız. Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı ÅŸekildedir. Ve akıl nerede olursa, biz ona tâbî oluruz" dediler.
Cebrâil aleyhisselâmın "öyle ise yerlerinize yerleÅŸin!.." diye emretmesiyle akıl dimaÄŸda, ilim kalpte, hayâ da gözde yerleÅŸti."
Ä°ÅŸte bu hadîs-i kudsîde de anlatıldığı gibi, hayânın makamı gözdür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak, hem de göze hitâp eden ÅŸeyleri kontrol altında tutmak önemlidir."
Gelin sessizce dinlediÄŸi kayınvalidesini tasdik etti ve "haklısın anneciÄŸim, biz iffetimizi kaybettikçe buhranlarımız arttı" derken, torun da kaşığı sessizce bırakıp "ben de babam gelince yemeÄŸe baÅŸlayacağım" dedi.
Henüz yorum yapılmamış.