YaÅŸam
Peygamber Tasavvurumuz - Mustafa Ä°slamoÄŸlu
“Öncü insan modeli” tasavvuru bozulan kişiler, büyükleri, önderleri, liderleri, hocaları, şeyhleri, üstadları, ağabeyleri için de imaj çalışması yapmakta bir beis görmemektedirler. Onları oldukları gibi görmek yerine, zihinlerinde oluşturdukları imajı onlara giydirmeye kalkmaktadırlar.
Peygamber tasavvurumuzun bozuk olması, peygamberi –hâÅŸâ- bozmaz. Fakat peygamber tasavvurumuzun bozuk olması bizi bozar. Zira insan tasavvurumuz, peygamber tasavvurumuza baÄŸlıdır. Peygamber tasavvurumuz bozulduÄŸunda, doÄŸrudan insan tasavvurumuz da bozulur. Bu sonuç bizi “öncülerinin ahlâkını bozan” kimseler durumuna düÅŸürür.
Nice büyükler, önderler, liderler, hoca efendiler, ÅŸeyh efendiler, üstadlar, aÄŸabeyler bu tuzaÄŸa kurban gitmiÅŸtir. Özünde bunların çoÄŸu iyi niyetli, yetenekli, gayretli, himmetli ve hizmetli insanlardır. Fakat onları önüne katan insanların “insan tasavvuru” bozuktur. Ä°nsan tasavvurlarını oluÅŸturan ÅŸey ise peygamber tasavvurlarıdır. O bozulunca insan tasavvurları da bozulmuÅŸtur.
Öncülerinin ahlâkını bozan artçıların peygamber tasavvuru Kur’an ile taban tabana zıt bir peygamber tasavvurudur. Kur’an Hz. Peygamber konusunda muhataplarını “makule” çağırırken, bozuk tasavvur “mahsusa” çağırmaktadır. Kur’an Hz. Peygamberi “insan” olarak tanıtırken, bozuk tasavvur onu “insanüstü” olarak tanıtmaktadır. Kur’an Hz. Peygamber’i “yaÅŸayan bir model” olarak sunarken, bozuk tasavvur onu “eriÅŸilemez bir mit” ve “akıl almaz bir efsane” olarak kurgulamaktadır. Bu yaklaşımın en uç noktası “Nûr-ı Muhammedi” adlı, Efendimizi yaÅŸayan bir model olmaktan çıkarıp arÅŸ-ı âlâya ışınlayan tezdir. Bu tezin Eski Mısır Hermetizm’inden birebir kopyalanmış olduÄŸunu söylemeye hacet yoktur.
“Öncü insan modeli” tasavvuru bozulan kiÅŸiler, büyükleri, önderleri, liderleri, hocaları, ÅŸeyhleri, üstadları, aÄŸabeyleri için de imaj çalışması yapmakta bir beis görmemektedirler. Onları oldukları gibi görmek yerine, zihinlerinde oluÅŸturdukları imajı onlara giydirmeye kalkmaktadırlar. Fakat öncülerinin zihinlerindeki imajıyla gerçeÄŸinin birbiriyle çakışması mümkün görünmemektedir. Bu takdirde öncü insanlara iki yol kalmaktadır:
1) Ya ÅŸöyle deme yürekliliÄŸinde bulunacaklar: “Ben sizin kurguladığınız o muhayyel ÅŸahıs deÄŸilim.” Bunu demek çok zordur. Öncü ÅŸahsiyetlerden bunu diyebilecek kaç kiÅŸi çıkar? Bunun sonuçlarına kaçta kaçı hazırdır?
2)Ya da sevenlerinin kendisi için biçtiÄŸi elbiseyi giymeye razı olacaktır. Bu ise onları kendileri olmaktan çıkararak rol yapmaya sevk edecektir. Zira imajıyla hakikati arasında mesafe vardır. Buna kameti kıymetine uymamak denir. Bu kez öncü ÅŸahsiyet bu farkı rol yaparak kapatmayı deneyecektir. Åžahsiyetini koruma kaygısının yerini kendisine giydirilen imajı koruma kaygısı alacaktır. Artçıların, öncülerinin ahlâkını bozma süreci bu acı sonla tamamlanacaktır.
Bu bozulma ve bozma sürecinin ilk sebebi peygamber tasavvurundaki bozulmadır. Esasen çoÄŸu zaman öncüler, kendilerine ayrıcalıklı bir yer edinmek için, takipçilerinin “öncü-model insan” tasavvurunu bilinçli veya bilinçsiz olarak bozmakta, böylece kendi eriÅŸilmez konumlarını garanti altına almaktadırlar. Kur’an-ı Hakîm’in ifadesiyle: “dallû ve adallû”, saptılar saptırdılar... Yamuldular yamulttular!
Ortak itiraz: “Peygamberler niçin insan da melek deÄŸil?”
Peygamberlik kurumuna ve peygamberlere iman, iman esaslarındandır. Bu esası inkâr küfürdür. Allah iradesini vahiy yoluyla bildirmiÅŸ, bu ilahi bildiriyi ise peygamberler aracılığıyla insanlara iletmiÅŸtir. Ä°lahi kelam insanlığın son çevriminde Kur’an suretinde tecelli etmiÅŸ, Kur’an’ı insanlara iletmekle de Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem görevlendirilmiÅŸtir.
Hz. Peygamber’i öÄŸreneceÄŸimiz en sahih kaynak olan Kur’an, onun hakkında gâyet açık, anlaşılır bilgiler verir. Duha Sûresi’nin ÅŸu âyetleri gibi:
“O seni bir yetim olarak bulup sığınak olmadı mı? Yine O seni yolunu kaybetmiÅŸ bulup doÄŸru yola yöneltmiÅŸti. Seni muhtaç bir halde bulup, muhannete muhtaç olmaktan ve mala tamahtan müstaÄŸni kılmıştı.” (Duha 93/6-8).
Bu gibi âyetlerin ortak vasfı, Hz. Peygamber’in insanlığıdır. Kur’an, böyle onlarca âyetinde Hz. Peygamber’in insanlığına atıfta bulunur. Hatta ona iki yerde, “Ben de sizin gibi ölümlü bir insanım” demesi emredilir.
Fakat Mekke müÅŸriklerinin Hz. Peygamber’e karşı ileri sürdükleri itirazların başında onun ölümlü bir insan oluÅŸu gelir. Tıpkı ÅŸu itirazda olduÄŸu gibi: “Ne yani, ÅŸimdi Allah ölümlü bir insanı mı elçi olarak gönderdi?” (Ä°sra 17/94). “Bizim huzurumuza çıkacak yüzü olmayan kimseler: “Bize melek gönderilseydi veya Rabbimizi görseydik ya!” dediler.” (Furkan 25/21).
Mekkeli müÅŸrikler kendilerine bir insanın peygamber olmasını garip karşılıyorlar ve melek bir peygamber olmasını istiyorlardı. Onlar bu konuda yalnız deÄŸildiler. Aynı ÅŸeyi çok daha önceleri Nuh kavmi de yapmıştı: “Allah eÄŸer (bize bir mesaj vermek) isteseydi, herhalde melekleri gönderirdi.” (Mü’minun 23/24).
Aynı itirazı Lût kavminden sonra helak edilen Semud ve Ad kavimleri de yöneltmiÅŸlerdi: “EÄŸer Rabb’imiz (bize bir mesaj vermek) isteseydi, her halükârda melekleri indirirdi.” (Fussılet 41/14).
Helak edilen kavimlerden Eyke ahalisi de insan peygamberi beÄŸenmeyip melek peygamber isteyenlerdendi: “(Åžuayb’a dediler ki): Sen de bizim gibi ölümlü bir insansın.” (Åžu’ara 26/154).
Özetle, peygamber gönderilen tüm kavimler, Mekke müÅŸriklerinin verdiÄŸi tepkiyi vererek, ölümlü bir insanın peygamber gönderilmesine itiraz ettiler. Hepsi de “Ölümlü bir insan mı bize yol gösterecek?” diyordu (TeÄŸabun 64/6). Hiçbiri de peygamberlik kurumunu kökten imkânsız saymıyordu. Sadece melek peygamber istiyorlardı.
Bunun muhtemel iki gerekçesi ÅŸuydu:
1) Kendileri bozulduÄŸu için insan soyundan da umut kesmiÅŸlerdi. Dolayısıyla insandan peygamber de olamazdı. Hani “herkesi kendi gibi bilmek” diye bir tabir vardır ya? Onlar da artık herkesi kendileri gibi biliyorlar, insanoÄŸlundan hayır gelmeyeceÄŸini düÅŸünüyorlardı.
2) “Hayat tarzımızı ilahi iradeye uydurmak istemiyoruz” demek yerine, daha uyanıkça bir yöntem bularak, “Bize bir melek gönderilmeli deÄŸil miydi?” ve “Bize bir insan mı yol gösterecek?” demeyi tercih ediyorlardı. Ama eÄŸer dedikleri gibi peygamber melek olsaydı, bu kez ÅŸu haklı itirazda bulunabileceklerdi: “Ey Tanrım! Bize bir model olarak bir meleÄŸi gönderdin! Ama biz melek deÄŸiliz ve bir meleÄŸi model alamayız. Bu yüzden de hayat tarzımızı deÄŸiÅŸtiremeyiz.” Fakat bu mazereti ileri süremediler. Gerçekte içlerinde sakladıkları sıkıntı buydu.
Onların bu Åžeytani kurnazlıklarını Kur’an açığa çıkardı ve içlerinde gizlediklerini faÅŸ etti:
“De ki: “EÄŸer yeryüzünde salına salına gezen melekler olsaydı, o zaman onlara elçi olarak ÅŸüphesiz gökten bir melek indirirdik.” (Ä°sra 17/95).
Peygamberin beÅŸer oluÅŸu, sadece onları ve getirdiklerini inkâr edenlerin sorunu olarak kalmadı. Peygamberlere ve onların getirdiÄŸi ilahi mesajlara iman edenler arasında da bu meseleyi bir problem olarak görenler hep oldu. Fakat bu ikinciler, bilinçaltında taşıdıkları bu sorunu aÅŸmak için daha örtülü bir yol buldular. Bu yol, iman ettikleri peygamberi “beÅŸer-üstüleÅŸtirme”, yani “aşırı yüceltme” yoluydu. Birincilerin inkâr ederek elde edemediÄŸi sonucu, ikinciler iman ettikleri halde elde etmeyi baÅŸarmış görünüyorlardı. EÄŸer alınmak istenen sonuç “nebevî mesajı hayattan dışlamak” idiyse, peygamberi “beÅŸer-üstüleÅŸtirerek” bunu baÅŸarmışlardı.
Bunun en tipik örneÄŸi, Hz. Ä°sa’ya inananların onun hatırasına yaptıklarıdır.
“Madem melek deÄŸil, o halde biz melekleÅŸtirelim”
Hz. Ä°sa’nın hatırasına mü’minlerinin yaptığı, bu baÅŸlıkta ifade edilenden daha fenasıdır. Onlar Ä°sa’yı ‘insanüstü’leÅŸtirmekle yetinmemiÅŸler, en sonunda onu ‘Allah’ın oÄŸlu’ ilan ederek tanrılaÅŸtırmışlardır.
Hz. Ä°sa’nın tanrılaÅŸtırılma sürecinde iki sözcük anahtar role sahiptir: “baba-oÄŸul”. Bu iki sözcüÄŸün ÅŸahsında, mecazın hakikate hamledilmesinin, tarihin bu en büyük sapmasında önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Ä°ncillerdeki “baba-oÄŸul” sözcüklerinin kelimenin tam anlamıyla “sembolik” ifadeler olduÄŸunu ÅŸu pasaj çok iyi isbat eder:
“Ä°sa onlara cevap verdi: size dedim ve iman etmiyorsunuz. Babamın ismiyle yaptığım iÅŸler; benim için onlar ÅŸehadet ediyor. Fakat siz iman etmiyorsunuz; çünkü koyunlarımdan deÄŸilsiniz. Koyunlarım sesimi iÅŸitirler, ben de onları tanırım ve ardımca gelirler. Ben onlara ebedi hayat veririm; onlar da ebediyyen helak olmazlar ve kimse onları elimden kapmaz. Onları bana veren Babam hepsinden büyüktür. Babanın elinden kapmaÄŸa kimsenin gücü yetmez. Ben ve Baba biriz.” (Yuhanna, 10.25-30)
Ä°ncil kritikçilerinin de itiraf ettiÄŸi gibi, Hz. Ä°sa’dan duyulan sözler, üzerinden uzun zaman geçtikten sonra, o da kısmen kayda geçmiÅŸtir. Daha sonra yazılan tüm Ä°ncillere kaynaklık eden antolojilerden alındığını sandığımız bu ifadelerin tam da bu kelimelerle Hz. Ä°sa’ya ait olması ihtimali çok çok zayıftır. Bu ihtimali kabul etsek bile bir gerçeÄŸi reddedemeyiz; o da, Kilise Ä°ncillerinin rivayetinin metodolojik açıdan hadis rivayetlerinde olduÄŸu gibi “manen” (lâfzen deÄŸil) rivayet edilmiÅŸ olmalarıdır. Hadislerden ayrı olarak, Kilise Ä°ncilleri “binbirgece masalları” tekniÄŸiyle, yani “efsane nakil yöntemi” diyeceÄŸimiz metodolojisi olmayan, rivayet zinciri bulunmayan bir yöntemle nakledilmiÅŸlerdir. “Mana ile rivayet”, anlamın formuna dikkat edilmeksizin içeriÄŸinin taşınması demektir. Bu durumda formun deÄŸiÅŸmediÄŸini kimse söyleyemez. Bu durumda ÅŸu tesbit kaçınılmaz olmaktadır: Hıristiyan ilahiyatının en büyük problemlerinden biri “anlama problemidir” ve “mecazın hakikate dönüÅŸtürülmesi” kelimenin tam anlamıyla teolojik bir krize yol açmıştır.
Ne taraftan bakarsak bakalım, Hz. Ä°sa’nın “tanrılığı” iddiasını doÄŸrudan destekleyecek bir söylemi, ne Eski Ahid’de, ne de Kilise’nin onayından geçmiÅŸ resmi Ä°ncillerde bulabiliriz. Bunu yapmak için, tasavvuru pagan kültürüyle ÅŸekillenmiÅŸ, Ä°sa’nın mesajına ‘ait olmak’ yerine onun mesajına ‘sahip olmayı’ kafasına koymuÅŸ bir Pavlus lazımdı. O Pavlus ki, derdi kitaba uymak deÄŸil, kitabına uydurmaktı. Samimi Ä°sevilerin varlıklarına güce tapınan putperest Roma’nın arenalarında son verilirken, öbür tarafta “Allah’ın kulu ve elçisi “insan Ä°sa”yı öldürüp, onun yerine kurgu eseri bir “Tanrı Ä°sa” oluÅŸturulacaktı. Pavlus Tarsuslu bir Yahudi Hukukçusuydu. Bu sıfatıyla geçmiÅŸinde birçok Ä°sevi mü’mini iÅŸkenceden geçirmiÅŸti.
Hidayete (!) erdikten sonra, Ä°sa’nın getirdiÄŸi ilahi mesaja ettiÄŸi manevi iÅŸkence, onun mü’minlerine ettiÄŸi maddi iÅŸkenceden daha kalıcı ve ağır etkiler bıraktı. Elbet kendince samimi idi. Olmasaydı, canını davası uÄŸruna vermezdi. Fakat tuttuÄŸu yol “ıslah” adı altında “ifsad” yoluydu. Bu yolda canını vermiÅŸ olması, Hz. Ä°sa’ya olan sevgisinde samimi olmasının bir göstergesiydi. Fakat bu durum, sevginin “zehirli sevgi” olduÄŸu gerçeÄŸini ortadan kaldırmıyordu. Bu sevgi uÄŸruna her yol mübah anlayışını kullanmıştı. Mesela Korintoslulara yazdığı mektupta ÅŸöyle diyordu:
“Ve Yahudileri kazanayım diye Yahudilere Yahudi gibi davrandım; kendim ÅŸeriat altında olmadığım halde ÅŸeriat altında olanları kazanayım diye…” (I. KrM.9:20-22)
Pavlus, Âdem’in günahını insanlığın tümünün günahı ilan ederek bütün insanlığa eza etti. Belki de gençliÄŸinde Ä°sevilere yaptığı zulmün vicdan azabını bastırmak için vicdanına büyük bir rüÅŸvet verme ihtiyacı hissetmiÅŸti. Pavlus, hatırasına iÅŸkence ettiÄŸi Ä°sa’ya keffaretini, onu tanrılaÅŸtırarak ödeyeceÄŸini düÅŸünmüÅŸ olmalıydı. Ama onun ödediÄŸi keffaret, Allah’ın kulu ve rasulü Ä°sa’nın manen çarmıha gerilmesi anlamına geldi.
Ä°lk defa Pavlus’un kurguladığı ve giderek insanlıktan koparılan “Tanrı Ä°sa” imajının “insanoÄŸlu Ä°sa” ile hiçbir bağı yoktu. Onun için de Ä°sa’nın tebliÄŸ ettiÄŸi dinin içi boÅŸaltılmış, yerine hayatta karşılığı bulunmayan bir ‘sevgi edebiyatı’ doldurulmuÅŸtu. Tabir caizse, ‘sevgi edebiyatı’, katledilen “insanoÄŸlu Ä°sa”ya verilen manevi bir rüÅŸvet olmuÅŸtu.
ÇaÄŸlar üstü Ä°slam’ın bir ÅŸubesi olan Ä°seviliÄŸin Hıristiyanlığa evrilme serüveni böyle gerçekleÅŸti. Fakat HıristiyanlaÅŸma sadece Hıristiyanlara özgü bir ÅŸey deÄŸildi. Bu bir “HıristiyanlaÅŸma temayülü” idi. Esasen Mü’minlerin kıldığı her vakit namazda okuduÄŸu Fatiha’nın son âyetinde Allah’a sığındığı iki tehlikeli sapma açısından birincisi “YahudileÅŸme” ikincisi ise “HıristiyanlaÅŸma” idi. Zira Hz. Peygamber mü’minlerin namazın her rek’âtında okudukları Fatiha’nın son âyetindeki ma’dûbi aleyhim’i “YahudileÅŸenler”, eddâllîn’i ise “HıristiyanlaÅŸanlar” ÅŸeklinde tefsir etmiÅŸti. YahudileÅŸme, peygamberlerin mesajına açıkça karşı çıkma, onların hayatlarına ve mesajlarına kasdetme biçiminde ‘açık düÅŸmanlık’ ÅŸeklinde tezahür ederken, HıristiyanlaÅŸma, bunun tam tersine peygamberi sevme ve yüceltme ÅŸeklinde tezahür etmekteydi.
HıristiyanlaÅŸma temayülü
Peygamberlik kurumu, insanlık tarihi boyunca iki tür tehditle karşı karşıya gelmiÅŸtir:
1) Görmezden gelme, onu tahkir etme, tehdit ve tacizle yıldırma ve en nihayet hayatına kasdetme ÅŸeklinde gerçekleÅŸen peygamberin fiziki varlığına yönelik tehditlerdir.
2) GetirdiÄŸi mesajın özünü bozma, eksiltme ve artırma yoluyla onu tahrif etme ÅŸeklinde gerçekleÅŸen, peygamberin fiziki varlığından çok onun tebliÄŸ ettiÄŸi vahye yönelik tehditlerdir.
Kendisinden önceki peygamberin takipçileri arasından çıkan bu vahim sapma örneÄŸi Hz. Peygamber’i de çok tedirgin etmiÅŸ olsa gerek ki, ÅŸu kesin ve keskin talimatı, kendisini sevenlere bir peygamber vasiyeti olarak bırakmıştır:
“Hıristiyanların Meryem oÄŸlu Ä°sa’yı aşırı yücelttikleri gibi siz de beni aşırı yüceltmeyin. Ben, sadece ve sadece bir kulum. O halde ‘Allah’ın kulu ve elçisi deyin.” (Buhari, Enbiya 3484).
Bu nebevi talimatın verilmesine neden olan olayı Ahmed b. Hanbel’in Enes b. Malik’ten naklettiÄŸi ÅŸu rivayette bulmaktayız:
“Bir adam Peygamber’e dedi ki: “Ey Muhammed! Ey Efendimiz, ey efendimizin oÄŸlu! Ey en hayırlımız, ey en hayırlımızın oÄŸlu!” Rasulullah hemen müdahale etti: “Ey insanlar! Sözlerinize dikkat edin ki Åžeytan sizi hükmü altına almasın! Ben Abdullah’ın oÄŸlu Muhammed’im! Allah’ın kulu ve elçisiyim! Vallahi beni, Allah’ın beni yerleÅŸtirdiÄŸi konumumdan daha fazla yüceltmeye kalkmanız hoÅŸuma gitmez.” (Ä°bn Hanbel, III, 153).
Rasulullah, peygamber yarıştıran Medine Yahudilerinin aksine, mü’minlerin bu konudaki her teÅŸebbüsünün önünü kesiyordu. Birçok örnekten sadece birkaçını verebiliriz:
Biri Müslüman diÄŸeri Yahudi iki adam tartıştılar. Müslüman “Allah’ın insanlık içerisinden seçip üstün kıldığı Muhammed’dir” dedi. Yahudi de “Hayır, Allah insanlık içerisinden Musa’yı seçip üstün kılmıştır” dedi. Tartışma ÅŸiddetlendi, Müslüman Yahudi’ye bir tokat aÅŸketti. Yahudi, Hz. Peygamber’e gelerek olayı anlattı ve Müslümanı ÅŸikâyet etti. Nebi buyurdu ki: “Beni Musa’dan üstün tutmayın. Ä°nsanlar Kıyamet Günü bayılacaklar, ben de onlarla birlikte bayılacağım. Ayıldığımda Musa’yı arÅŸa sıkı sıkıya tutunmuÅŸ bir vaziyette göreceÄŸim. Bilmiyorum; o da bayılıp benden önce mi ayılacak, yoksa Allah onu bundan istisna mı tutacak?” (Buhari ve Müslim).
Rasulullah, burada Hz. Musa’ya karşı gösterdiÄŸi alçakgönüllülüÄŸü Hz. Ä°brahim’e karşı da gösterecek, Kur’an’da (2/260) aktarılan yaratılış konusundaki merakından dolayı mü’minlerin gönlünde bir tereddüt oluÅŸmasın diye “Ben ÅŸüphe etmeÄŸe Ä°brahim’den daha müstehakkım” diyecektir (Buhari, Enbiya, 46). Görev yerini terkeden Hz. Yunus’a karşı gönüllerde oluÅŸabilecek olumsuzluÄŸu önlemek için “Kimseye, ‘Ben Yunus b. Metta’dan daha hayırlıyım’ demek yaraÅŸmaz!” uyarısında bulunacaktır (Buhari, Enbiya, 38).
Yukarıdaki tavır, Efendimiz aleyhissalatu vesselamın örnek ahlâkından bir kesit sunuyor. Kur’an onu bu muhteÅŸem tavrından dolayı “güzel örnek” olarak takdim ediyor. Kur’an tarafından Hz. Peygamber’in örnek gösterilmesi demek, bir baÅŸka zaman ve mekânda örnek gösterilen hususun yeniden üretilebilir olması, o zaman ve mekâna taşınabilir olması demektir. Kur’an onu baÅŸka zaman ve mekânlara taşınsın diye örnek gösterirken, buna karşı geliÅŸen öyle bir tavır var ki, o tavra göre onu örnek almak ve taşımak imkânsız hale gelmektedir. Bu noktada Kur’an’ın inÅŸa ettiÄŸi peygamber tasavvuruyla çatışan karşıt bir peygamber tasavvuru ortalarda gezinmektedir.
Åžimdi bu çatışmayı göstermek için birkaç örnek verelim.
Peygamber tasavvurumuzu Kur’an’a arzedelim
Âlemlerin Rabbi ona ÅŸu açık talimatı iki ayrı yerde verir:
“De ki: ben de sizin gibi bir beÅŸerim.” (Kehf 18/110 ve 41:6).
Âlemlerin Rabbi ona “bizim gibi bir beÅŸer” olduÄŸunu söylemesini emrederken, bir yandan tam tersi bir gayret geliÅŸir: Allah Rasulü’nün her ÅŸeyiyle bizim gibi bir beÅŸer olmadığını isbatlamak. Bunu yapan seleflerimiz elbette Kur’an’la karşılıklı ip çekiÅŸelim diye yapmazlar bunu. Fakat ortaya çıkan sonuç, bir bakıma bu neticeyi verir gibidir.
Rasulullah güreÅŸte bir numaraydı (Åžifa, 1/69). O koÅŸuda bir numaraydı (age). Gözleri herkesten ayrı olarak gece de gündüz gibi görürdü (Hasais, 1/61). Bir yere oturduÄŸu zaman omuzları herkesin omuzlarından yukarıda olurdu (age, 1/68). Gölgesi yoktu, gölgesi yere düÅŸmezdi (Åžifa, 1/68). Bin ismi vardı (el-Hasais, 1/77). Üzerine sinek konmazdı (age, 1/67). Allah Rasulü cinsel güç olarak dört bin erkek gücüne sahipti (Åžifa 1/90).
Bütün bunlar sayılmış da Efendimiz’in sesinden hiç bahis açılmamış. Mesela “sesi herkesten güzeldi” gibi… Bu konuda birilerini rivayet imalinde bulunmaktan alıkoyan ÅŸey, efendimizin sesini ardında namaz kılan binlerce insanın duymuÅŸ olması olsa gerek.
Teri misk gibi kokardı (Åžifa 63). Belli ki aynı Rasulullah’ın “Bana dünyanızdan üç ÅŸey sevdirildi” buyurduÄŸu ve bunlardan birinin de “güzel koku” (Ebu Davud) olduÄŸu göz ardı edilmiÅŸ. Yine Tahrim Sûresi’nin iniÅŸ sebebi olarak nakledilen içtiÄŸi bal ÅŸerbetinden dolayı nefesinin “meÄŸafir” koktuÄŸu rivayeti akla gelmemiÅŸ.
El-Hasais sahibi Allah Rasulü’ne has mucizevî nitelikleri toplama iddiasındaki eserinde “Ä°drarının ve Büyük Abdestinin Mucize OlduÄŸuna Dair Bab” ÅŸeklinde bir baÅŸlık açabilmiÅŸ ve orada hiçbir sıhhati olmadığı herkesçe bilinen bir sürü rivayet nakledebilmiÅŸtir (el-Hasais 1/70). Yine aynı müellif Hz. Peygamber’in hacamat ile aldırdığı kanı içmenin caiz olduÄŸu söyler (age, 1/68). Bevlini yanlışlıkla içen bir kadına ebediyen karın aÄŸrısı görmeyeceÄŸini söylediÄŸi rivayet edilir (Åžifa, 1/65). Bu tür rivayetlerin sahih olmadığını söylemeye bile hacet yoktur.
Bütün bir yaklaşıma cevap sadedinde ÅŸu sorular sorulmalıdır:
1. Allah Teâlâ elçisi Muhammed aleyhisselamı bize örnek göstermektedir. Ben bu anlatılanlardan hangisini, nasıl örnek alabilirim? Bana bunların ne yararı dokunur?
2. Allah’ın “âlemlere rahmet”, “muhteÅŸem ahlâka sahip”, “güzel bir örnek” olarak tanıttığı zaten yüce olan Rasulullah’ın yüceltilmeye ihtiyacı var mıdır? Bunlar olmasa nesi eksilir? Onun bizim övgümüze ihtiyacı yok, fakat bizim onu anlamaya ihtiyacımız var. Zira onu Allah övmüÅŸtür.
3. Bu tür bir yaklaşım, hangi açığı ne ile kapatmaktadır? Kimin kesesinden kime ne vermektedir? Dahası, yerine getirmediÄŸimiz hangi sorumluluÄŸun üzerini sıvamaktadır.
Ä°ÅŸte bu nedenle peygamber tasavvurumuzu Kur’an’a arz etmek zorundayız. Çünkü:
1. Hz. Peygamber’i en iyi öÄŸrenebileceÄŸimiz kaynak, onu peygamber olarak atayan ilahi kaynaktır. Kur’an o kaynaktan gelmiÅŸtir.
2. Hz. Peygamber’i tanıtan en objektif, en orijinal ve en sahih kaynak Kur’an’dır. Objektiftir, çünkü beÅŸerin hissî ve indî yaklaşımları ondan uzaktır. Orijinaldir, çünkü Hz. Peygamber’le Kur’an arasına bir mesafe girmemiÅŸtir. Zaman, mekân ve imkân olarak ondan daha ötesi düÅŸünülemez. Sahihtir, çünkü Kur’an, bir bilgi kaynağı olarak her mü’min için “içerisinde kuÅŸku barındırmayan” tek kaynaktır.
3. Nasıl ki bize Kur’an’ı Hz. Peygamber öÄŸretmiÅŸse, Hz. Peygamber’i de Kur’an öÄŸretmektedir. Kur’an’ı Peygamber’in aracılığına baÅŸvurmadan anlamaya çalışmak nasıl Kur’an’ı yanlış anlamaya yol açıyorsa, Hz. Peygamber’i Kur’an’ın aracılığına baÅŸvurmadan anlamaya çalışmak, peygamberi yanlış anlamaya yol açacaktır. Bu ikisi et ve tırnak, tohum ve toprak kadar birbirinden ayrılamaz.
Ä°ÅŸte bu nedenlerle Kur’an’ın tanıttığı Peygamber, peygamberlik kurumu ve Hz. Peygamber’le ilgili tüm tasavvur ve yaklaşımların kendisine vurulması gereken mihenk taşıdır. Yaklaşımların bir yanlış anlamadan kaynaklanıp kaynaklanmadığı, bir anlama problemi taşıyıp taşımadığı, ancak o yaklaşımın Kur’an’ın tanıttığı peygambere kıyaslanması sonucu anlaşılabilir.
Hz. Peygamber, vahyin vesilesidir. Vesilesi yanlış anlaşılmışsa, vahyin doÄŸru anlaşılmasının en büyük garantisine halel gelmiÅŸ demektir.
Kur’an’a göre o, hayatın aktif, kurucu ve inÅŸa edici bir öznesidir. Misyonu ölümsüz olandır. Kur’an, onu çaÄŸa taşımak için çırpınır. Onun tarihe hapsolmasını önlemek için onunla ilgili tarihsel olayları mü’minin yüreÄŸine, imanına, ibadetine taşır. Kur’an mü’minin hayatında onu güncel kılmak için ne gerekiyorsa yapar.
Kur’an’ın ‘bak’ dediÄŸi yerden bakanlar da onu ‘üretmek’ için çaba harcarlar. Kur’an’da onu, onda Kur’an’ı görürler. Onu Kur’an’la, Kur’an’ı onunla tanırlar. Kur’an’a onun aynası, ona Kur’an’ın aynası gibi bakarlar. Onlar, onun risalet mirasını sürdürmemeyi ona ihanet sayarlar.
Rabb’im! Bizi peygamberin mirasından geçinenlerden, onu müsrifçe tüketenlerden eyleme! Onun mirasına sadık olanlardan, onu yaÅŸayarak ve çaÄŸa taşıyarak üretenlerden eyle! Âmin.
Henüz yorum yapılmamış.