YaÅŸam
Bir Kürt olarak hükümet - cemaat kavgasından niçin korkmalıyım?
Kürtlerin ölümünü sevenler kervanına Cemaat de katıldı.
Filistinli ÅŸair Mahmud DerviÅŸ’in “Ölümü seviyorlar benim” adıyla Türkçeye Lütfullah Bender tarafından tercüme edilmiÅŸ bir ÅŸiir kitabı var. Ä°sraillilerin Filistinlileri öldürmeyi, Arap rejimlerinin Filistinli ölümlerinden iktidar devÅŸirmeyi veya iktidarlarını pekiÅŸtirmeyi, dünyadaki sol, devrimci ve diÄŸer özgürlükçü çevrelerin de retorik geliÅŸtirmeyi sevdiÄŸini anlatıyor bu isim. SamimiyetsizliÄŸi, çözümden ziyade sorunu istismar etmeyi ÅŸiirin o insanın kalbinin gözeneklerine nüfuz eden diliyle gözler önüne seriyor kitap. Bir kısım liberalin Ak Parti iktidarının ete kemiÄŸe bürünmeye baÅŸlayan Kürt çözümüne hiddetle ve de ÅŸiddetle karşı çıkışlarını görünce bu kitap aklıma geldi. Bu kitabın açtığı kapıdan girersek ÅŸöyle bir analiz yapabiliriz bir kısım liberal aydın için: Doksan senelik bir Kürt sorunu vardı. Bu sorunun varlığı bir zümreye iktidar armaÄŸan etmiÅŸti. Bu sorun bahane edilerek ülkede bütün özgürlükler askıya alınıyor, çözümler belirsiz zamanlara erteleniyordu. “Türkiye’nin ÅŸartları” gibi muazzam bir gerekçe vardı. Ekonomik, sosyal, siyasal çarpıklıklara itiraz edenlerin karşısına bu gerekçe çıkarıldığı zaman gönüllü bir teslimiyetin bir hale gibi çehrelere yayıldığı görülürdü. Kürt sorunundan iktidar devÅŸirilmiÅŸti ve bu iktidarın devamı yine bu sorunun devamına baÄŸlıydı. Bu arada iktidar derken arada bir yerli güçlerin de seçim yoluyla elde edebildikleri sivil siyasal iktidarı kast etmiyorum. Bu tür siyasal iktidarların deÄŸiÅŸmesine raÄŸmen asla deÄŸiÅŸmeyen seçkinlerin derin iktidarını kast ediyorum.
Bedelsiz kahramanlık
Bir kısım (yine o baÅŸ belası kalkan) liberal aydın ise, bu süreçte özgürlükçü rolünü üstlenmiÅŸlerdi. DiÄŸer tüm sosyal sorunlarla birlikte Kürt sorunu baÄŸlamında da özgürlükleri savunmak onlara verilmiÅŸ varoluÅŸsal bir görev gibiydi. Gerçek özgürlükçüler her türlü bedeli öderken onlar hiçbir bedel ödemiyorlardı. Fakat her zaman da özgürlük kahramanı olmayı baÅŸarıyorlardı. Gazete köÅŸelerini, TV ekranlarını belagati yüksek söylemleriyle dolduruyorlardı. Malum zümre iktidarı için ne kadar Kürt sorununa muhtaç idiyse onlar da özgürlük kahramanı olmaklıklarını sürdürmek için o kadar muhtaçtılar bu soruna. Ve bunu sorunun gerçekten çözülme sürecine girmesiyle birlikte anladık. Aslında bu bir kısım liberal aydın böyle bir geliÅŸmeyi, yani sorunun gerçekten çözüleceÄŸini, en azından çözüm yoluna gireceÄŸini tahmin etmiyorlardı. Onlar ateÅŸi iyice yükselen Kürt sorununun ateÅŸinin düÅŸürülmesine yönelik bir manevra olduÄŸunu sandılar (çünkü sorunun çatışma boyutunun düÅŸük yoÄŸunluklu bir savaÅŸ düzeyinde devam etmesi bu sorundan nemalanan kesimlerin iÅŸine yarıyordu; sorun çözülmeyecekti, ama her ÅŸeyi alt üst edecek bir yıkıma evrilecek kadar da hiddetlenmemeliydi) ve yine retorik düzeyinde desteklerini esirgemediler baÅŸlangıçta. Ä°ktidarı desteklemek için yine o güçlü kalemlerini kullandılar. Ama bir ÅŸeyler ters gidiyordu. Ä°ktidar sorunu çözüyordu, Kürt siyasal hareketinden öte, silahlı muhalefetle de müzakere yapıyordu ve sonuç alıyordu. Özellikle bu adımlar neticesinde geleneksel iktidar odağının denklem dışı kalışını da görünce kendilerinin iÅŸsiz kaldığını gören özgürlük kahramanı Kürt savunucuları kalemlerini zehir gibi kullanmaya baÅŸladılar. Ä°nanmayacaksınız Kürt silahlı muhalefetine kadar tırmandılar çatışmanın devamı için.
Çünkü Kürtlerin ölümünü seviyorlardı. Kürtler ölmeliydi ki birileri iktidar, birileri de özgürlük kahramanı ola bilsindi. Ve 17 Aralık sürecinde akıllara durgunluk veren ve hepimizi hayretlere sevk eden ittifaklar iÅŸte bu algının bu anlayışın sonucudur.
Cemaat ile bir kısım liberal
17 Aralık süreciyle birlikte savaşın ön cephesinde mevzilenen hükümet ile cemaat arasındaki ilginç benzerliÄŸe dikkat çekerek bu çatışmanın taraflarından birinin (cemaat) Kürt sorunu baÄŸlamında o meÅŸhur bir kısım liberal aydınla aynı paralele düÅŸmesini anlamaya çalışalım.
Ak Parti, Milli görüÅŸ gibi disiplinli, kapalı bir hareketin karizmatik lideri Erbakan’a raÄŸmen dönüÅŸmesiyle ortaya çıkmış ve Türkiye’de iktidara gelmiÅŸ bir harekettir. Türkiye’nin en kadim sorunlarına, baÅŸta Kürt sorununa neÅŸter vurmuÅŸ ve doksan senelik cumhuriyet tarihinde tanık olunmayan geliÅŸmelere imza atmıştır. Bu gün Kürt sorunu hiç olmadığı kadar çözüme yakındır. Bir seneye yakındır ÅŸiddet durmuÅŸ, daÄŸlardan cenazeler gelmiyor ve Türkiye rahat bir nefes almıştır. Ak Parti bu sükunet ortamında Türkiye’yi uzak hedeflere doÄŸru motive eden adımlar atmak üzereydi ki 17 Aralık süreci baÅŸladı ve bu süreçte karşı taraf olarak cemaatin belirginleÅŸmesi dikkat çekiyordu.
Aslında Cemaat de Ak Parti’nin Milli görüÅŸ hareketinde meydana getirdiÄŸi dönüÅŸüme benzer bir sürecin ürünüydü. Katı kuralları olan ve Bediüzzaman gibi karizmatik, aşılması güç bir alimin baÅŸlattığı hareketi dönüÅŸtürerek gündeme gelmiÅŸti. Ben ÅŸahsen Dünyada açılan okullarına bakıp-gerçi Kur’an hakikatleri yerine Türkçe ÅŸarkılar öÄŸretiliyormuÅŸ gibi bir görünüm veriyorlardı ama olsundu- cemaati Bediüzzaman’ın “gün gelecek ben de gelip Tiflis’te medresemi kuracağım” sözünün bir açılımı olarak görme eÄŸilimindeydim.
Son süreçte çatışmanın ön cephesinde yer alan cemaat, Kürt sorunu baÄŸlamında bir kısım liberal aydının refleksini andıran bir tutum sergiledi. Oslo çıkışı, MÄ°T harekatı gibi olaylar tamamen Kürt çözümüne karşıtlığın, en azından farklı yaklaşımın birer göstergesidir. Bana göre Kürtlerin ölümünü sevenler kervanına (bir kısım mı desem?) Cemaat de katılmıştı. Bu süreç ve öncesindeki bazı geliÅŸmeler baÄŸlamında cemaatin çizdiÄŸi profil, Kürt sorunundan nemalanma ÅŸeklinde yansıyordu özellikle Kürt kamuoyuna. Bazı Kürtler, cemaat kanallarından yayınlanan ve Kürtleri konuÅŸmaktan ziyade bir takım hırıltılar çıkaran kriminal tipler olarak çizen dizilerden ve Kürt açılımına karşı duruÅŸundan hareketle ÅŸu deÄŸerlendirmeyi yapıyorlar. Cemaat, bölgeye girerken ve bölgede faaliyet gösterirken ÅŸiddetten bıkmış, bunalmış kesimlere “çocuklarınızı dershanelerimize göndermezseniz daÄŸa çıkarlar” argümanıyla yaklaşıyordu. Fakat hükümetin son Kürt açılımı bu argümanı anlamsızlaÅŸtırdı. Cemaatin tepkisi bu yüzdendir. Bazı Kürtlerin bu deÄŸerlendirmesi cemaatin Kürt sorununun çözümü baÄŸlamında bir kısım düzmece özgürlük kahramanı liberal aydınla aynı safta görüntü verdiÄŸini gösteriyor. Bunda herhalde en büyük sorumluluk son tutumuyla cemaate aittir.
Osman’ın kanlı gömleÄŸi
Benzer süreçlerden geçip benzer etkinlikler gösterip ve bu sayede Anadolu insanının bugüne kadar hiç olmadığı kadar ümitlenmesine sebep olan iki hareketin her ikisinin de geleneÄŸinde olmayan bir söylemle çatışması ancak özellikle Cemaatin içine sızmış ‘bir kısım”larla da izah edilebilir.
Cemaat bu süreçte Hükümete karşı “yolsuzluk ve rüÅŸvet” kartını kullanıyor. Sürecin etkisi, ülke ekonomisinde meydana getirdiÄŸi tahribat, ülke insanının gelecek tasavvurunu bedbinliÄŸe doÄŸru kaydırması göz önünde bulundurulduÄŸunda bu gerekçenin çok ötesinde, belki de tahminleri aÅŸan bir etki gösterdiÄŸini söyleyebiliriz. (Bir kısım) Cemaat yetkilileri bunu bekliyor muydu bilmiyorum!
Ama halife olur olmaz, ümmetin sorunlarına el atmasına fırsat verilmeden Hz. Ali’nin karşısına çıkarılan “Osman’ın kanlı gömleÄŸi” sembolüne benzer bir iÅŸlev gördüÄŸü aÅŸikardır. Hz. Ali, kendisine karşı kullanılan bu ve benzeri sembollere karşılık “kelimetun haqqun yuradu biha’l batıl” (doÄŸru bir söz ama bununla batıl amaçlanıyor) demiÅŸti. Osman’ın kanlı gömleÄŸini bayraklaÅŸtıranların maksadı, Osman’ın katillerinin bulunması deÄŸil, benim iktidarımın zayıflatılması ve yerine seçkinlerin iktidarının kurulmasıdır demek istiyordu. Nitekim zaman Ali’yi haklı çıkardı ve Osman’ın kanlı gömleÄŸi sayesinde iktidarı ele geçirenler Osman’ın katillerini bir daha hatırlamamak üzere unutuverdiler.
Bundan dolayı bir Müslüman olarak ve bir Kürt olarak endiÅŸeliyim. Sürecin, Ä°slam tarihindeki iktidar savaÅŸları süreçleriyle benzerliÄŸi ve özellikle bu süreçte kullanılan benzetmeler beni endiÅŸelendiriyor. Bu benzetmelerin oluÅŸturduÄŸu atmosferin endiÅŸemi derinleÅŸtiren çaÄŸrışımları yüzünden hafakanlar basıyor. Firavun, Karun, Yezid... Belam... düÅŸünün bir kere bu isimlerin her biri bir Müslüman, hele hele bir Kürt olarak beni en az asit kuyuları kadar acıtan hangi kabus kuyularına atar?! Hükümet-Cemaat kavgasında tarafların ikisi de “dindar” olunca doÄŸal olarak genelde tevhit tarihinden özelde de Ä°slam tarihinden örnekler üzerinden gidiliyor. Hepsinin de bende hatırası var. Halkımı köleleÅŸtiren Firavun’u da bilirim Hüseynimi doÄŸrayan Yezidi de. En son Sayın BaÅŸbakan “haÅŸhaÅŸiler” benzetmesini yaptı, Kürdistan’ı kasıp kavuran Faili meçhuller canlandı gözlerimde. Cemaat cenahından buna cevap da ‘Yezid’ benzetmesi ÅŸeklinde geldi. Taraflar bu benzetmelere uyuyor mu, onu tespit etmek zor. Ama aslında bu söylem kullanılırken uyup uymaması çok da önemsenmiyor gibi geliyor bana, önemsenen ÅŸey söylem düzeyinde bir mevzi kazanmak. Bu güne dek yapılan benzetmeler yeterince ağır olsa da bakalım en ağır benzetmeyi kim yapacak diye bekliyor insan. Böyle durumlarda tecrübeli mahalle aÄŸabeyleri bu iÅŸ karakolda biter derlerdi. Fakat bu defa karakolun lambaları yanmıyor. Bu yüzden bazıları rahat olmamızı telkin ediyor. Ben o kadar rahat deÄŸilim. EÄŸer Müslümansanız, hele hele Kürt’seniz endiÅŸe etmek için yeterince sebebiniz var demektir. Ya karakolun lambaları yanmaya baÅŸlarsa! diye düÅŸünmeden edemiyor insan! Karakola düÅŸünce bir Müslüman, hele bir Kürt Firavun’un, Karun’un, Nemrut’un, Yezid’in gelip geçici birer sembol olduÄŸunu, ezeli-ebedi mazlumun, maÄŸdurun kendisi olduÄŸunu bilir.
Demem o ki bir Müslüman, bir Kürt olarak bu tür süreçlerin nelere mal olduÄŸunu bilecek tecrübeye sahibim. EndiÅŸem ve derin kaygılarım bu yüzdendir. Bu ümmet “mızrakların uçlarına” takılan Mushaf sayfalarından, dillere pelesenk edilen “hüküm Allah’ındır” benzeri retoriklerden, bayraklaÅŸtırılan “Osman’ın kanlı gömleÄŸi”nden dolayı çok ÅŸey kaybetmiÅŸtir ve ÅŸimdi derin yaralarımız tam tedavi olacakken aynı motiflerin yeniden gündeme gelmesi uykularımı kaçırıyor.
Anlıyorum ki “ölümü seviyorlar benim”. Beni yeniden hasret kuyularına atmak istiyorlar.
Ali’nin eli, Yezid’in ayağı
Hazır benzetmeler üzerinden gidiyorken yine Hz. Ali döneminden bir benzetme ile sonlandıralım yazımızı: Sonunda Hz. Osman’ın hayatına mal olan meÅŸhur isyan ve fitne günleridir. Hz. Ali yeni halifedir. Mescitte biat alınıyor. Önemli sahabelerden biri biat etmek istemez. Bazıları zorla biat ettirmek isterler. Hz. Ali, yönetimine karşı silahlı kalkışmada bulunmamak, aleyhte propaganda yapmamak ÅŸartıyla onu serbest bırakır. Nitekim o zat da ömrünün sonuna kadar siyasetten uzak durur. Bir ara bir hadis duyar (belki de önceden bildiÄŸi hadisi yeniden hatırlar) “zamanın imamına biat etmeden ölen kimse bir tür cahiliye ölümü üzere ölür” diye. Yaşı epey ilerlemiÅŸtir. Artık Yezid dönemidir. Bir telaÅŸ alır bu zatı. “Zamanın imamı”na biat edecektir çaresiz. Basra’da Yezid’in valisine gider ve Yezid adına kendisinden biat almasını ister. Vali ayağını uzatır ve öp! der. Bu zat cahiliye ölümü üzere ölmektense Yezid’in valisinin ayağını öper. Hikayeyi bilen olayın tanıklarından biri tarihe ÅŸu muhteÅŸem notu düÅŸerken ümmetin tarihini de özetlediÄŸinin farkında deÄŸildi muhtemelen: “Ali’nin elini öpmeyen Yezid’in ayağını öper...”
Henüz yorum yapılmamış.