Sosyal Medya

Ölümsüzlük Ardında İnsanoğlu Ve İnsanın Kendinde Boğulması*

Herkesin kendi dünyası dışında kalan dünyalara yabancı kalma ve öteki hakkında yanılıyor olma hakkı vardır. Martin Lings, Öze Dönüş (s.44)



         Modern dünyanın “ÅŸanslı” insanları olarak okul sıralarından tutun, dost muhabbetlerine, televizyon ekranlarından gazete baÅŸlıklarına kadar bizlere hep ne kadar ÅŸanslı olduÄŸumuz söylenmekte, bundan dolayı kendimizi tarihin gelmiÅŸ geçmiÅŸ en ileri, en güzide, en biricik “cemaati” saymamız gerektiÄŸi hissi aşılanmaktadır. Lakin bireysel-toplumsal, mikro-makro tüm topluluklar arasındaki diyalog ve iliÅŸkilere ÅŸöyle bir yakından baktığımızda, esasında insan ruhunu sonsuz bir kara bulutun sardığını, kendine ve çevresine yabancılaÅŸmanın  “had safhaya” vardığını görebilmek ve duyumsamak için kâhin olmaya hiç gerek olmadığı aÅŸikâr. Sanki bir delilik nöbetinden geçersine dipsiz ve sonu olmayan bir sanrı içerisinde yaşıyor gibiyiz. Bu histerik yalnızlık ve müzmin yabancılaÅŸmanın birçok nedeni var, ancak, insanın derinliklerinde kayıtlı olan ve bilinçli veya bilinçsizce yaÅŸamın her anında taşıdığımız “ölüm korkusu”nu bunların belki en temel nedeni olarak söyleyebiliriz.

         Freud thanatos ilkesi kuramını oluÅŸtururken Schopenhauer’dan ödünç aldığı “hayatın amacı ölümdür” sözünü kullanarak ölüm olgusunu çok daha biyolojik ve psikolojik yahut da daha da ileri götürürsek evrimsel bir çerçevede dillendirmiÅŸtir. Åžüphesiz ki dile getirilen bu olgu çok anlamlıdır, her ne kadar olaya daha çok materyalist ve evrimsel bir noktadan bakılmış olsa da. Lakin vurgulamak gerekir ki, Hakikat/Veritas birdir, nerden bakarsak bakalım… Ä°nsanın yaÅŸarken kesin bilgisine vardığı en büyük hakikat de büyük bir olasılıkla ölümdür. Ä°nsanoÄŸlunun iliklerine dek yaÅŸadığı ama kendisine karşı hep kör kalmayı tercih ettiÄŸi bu ölüm korkusunun ve bu korkuyu yenme arzu ve çabasının, insan yaÅŸamı üzerinde gözle görülür birçok sonucu bulunmaktadır. Bilhassa yaÅŸadığımız bu çaÄŸda bu sonuçlar çok net bir ÅŸekilde görülmekte, etkilerini de bir tehdit olarak, acımasız bir ÅŸekilde hem kendi bütünlüÄŸümüz hem de kozmosun bütünlüÄŸü üzerinde hissetmekteyiz. Bunlar arasında en göze çarpanları; tüketim çılgınlığı, hep genç kalma arzusunun sürekli kışkırtılması, teknolojiye duyulan taÄŸutvari ve fetiÅŸsel bir hayranlık, betonlaÅŸma, haliyle tabiattan kopma ve onu yok etme dürtüleri, hezeyanları… 

         Ä°nsanoÄŸlu, ölüm korkusunu yenerekölümsüzlüÄŸü gerçekleÅŸtirmek ister, kendi varoluÅŸsal anlamını kendinde bulmak arzusuyla da yıkılması, bozulması, yok edilmesi zor ÅŸeyler kurup bırakma isteÄŸiyle yanıp tutuÅŸur. Çünkü ancak böylelikle ölümü “alt edebilecektir”. Dahası insan evladı kendi eliyle yaptığı bir ÅŸeyi ne kadar çok görürse, onunla ne kadar çok hasbıhal olursa, o kadar çok “içi açılacak”, çünkü inÅŸa ederek, oluÅŸturarak, yaratarak kendisinde de bir yaratıcı rolü oluÅŸturma çabası gütmektedir. Bununla beraber son tahlilde insanlık ve dünya tarihi göz önüne alındığında, bütün bu çaba ve uÄŸraşılar, insanın Tanrı’ya ve doÄŸaya karşı giriÅŸtiÄŸi amansız ve beyhude bir çaba olarak da okunabilir. Peki, insan neden doÄŸayı yok etmek ister? Åžu nedenle; doÄŸa tüm haliyle dokunulmamış, vahÅŸi, korkutucu, sırlarla dolu bir âlem olarak tahayyül edildiÄŸinden yahut algılandığından, insanda kontrol altına alınması ve ehlileÅŸtirilmesi gerektiÄŸi duygusu uyandırır. O yüzden kendi oluÅŸturduÄŸumuz asfaltlarla, çimento yığınlarıyla doÄŸayı yok etmeyi, onunla aramızda sınırlar çizmeyi veya en iyi haliyle de, betonlar arasında aÄŸaçlandırma, yeÅŸillendirme yaparak, yapay çimenler ekerek kontrol altına almayı deneriz. Lakin ne yaparsak yapalım, mezarların üzerinde açan aÄŸaçlar, çiçekler denetimsiz ve korkutucudur, orada doÄŸa yutucudur, ürkütücüdür, nefes tüketicidir. Çünkü kontrol edilebilirliÄŸin dışındadır ve insanın en temel korkusunun nasıl olup da bir selvi haline girerek göÄŸe deÄŸdiÄŸini gösterir. Ünlü Ä°ngiliz yazar D.H. Lawrence St. Mawr adlı öyküsündeki kadın kahraman, insan beyninin hâkim olduÄŸu medeniyet ile cazibesini kaybetmemiÅŸ, bakir ve saf doÄŸa arasında sürekli içsel bir yolculuk, bir gel-git yaÅŸar ama gönlü her zaman doÄŸadan yana olur ki sonunda yönünü tamamen doÄŸaya çevirip Las Chivas’a yerleÅŸir. Aynen bunun gibi günümüz insanlarının da bir kısmı kendini bu dilemma arasında hissedip bir tercih yapma zorunluluÄŸu hissetmektedir; ya var olacak yahut da yok olacaklardır.

 photo styu.jpg

Edmund Tarbell (1862-1938)

         Konuya biraz daha destekleyici bir perspektiften bakarsak, Sosyal Psikoloji’de Terror Management Theory adında ilginç bir teori mevcuttur. Bu teoriye göre insanoÄŸlu, ölümün baskınlığı sonucunda kendi içinde oluÅŸan korkuyu kontrol etmek ve sonsuza dek yaÅŸamak için birtakım yollar bulmaya çalışır. Bu yollar, edebi bir eserde, bir mimari eserin inÅŸasında yahut fiziki ölüm sonrasında bile uzun süre yaÅŸayacak herhangi bir eserin oluÅŸturulmasında kendini gösterir. Åžöyle gözümüzü çevirip etrafımıza bir baktığımızda, sağım solum sobe yerine maalesef sağımızın solumuzun beton olduÄŸu bir dünyada yaÅŸadığımızı, etrafımızın “ucubelerle” çevirili olduÄŸunu müÅŸahede etmekteyiz. ÖlümsüzlüÄŸü alt etmek adına ölümsüz eserler yaratma arzusunun gerisinde insan kendisini, belli bir oranda, bir arzu nesnesi saydığından tamamıyla narsistik güdülerin egemenliÄŸinden de söz edebiliriz. Çünkü hangi aynaya baksak kendi güzelliÄŸimizi, muhteÅŸemliÄŸimizi ve yüceliÄŸimizi göreceÄŸiz ve de bizlere hayranlığını ifade eden, önümüzde gönülleriyle secdeye kapanan yığınları. Ne mutlu bu kibirden yoksun insana! Ä°nsanın kendisini doÄŸadan ve parçası olduÄŸu kozmos’tan koparma çabaları maalesef hiçbir zaman onun istediÄŸi ÅŸekilde olumlu seyretmeyecektir, her ne kadar kısa vadede bu böyle gözükse de, yıkıcı ve yok edici etkileri uzun vadede ortaya çıkacaktır. Bunu daha net anlamak için buzul çaÄŸdan itibaren dünya tarihine bakmak lazım.

         Allah insanı bu kâinatta, kozmos içerisinde uyumlu ve dengeli bir yaÅŸayışa yönlendirmiÅŸ ve bunun altını çizerek insanlara doÄŸru yolu göstermiÅŸtir. Yığınlarla betonların döküldüÄŸü, doÄŸanın yok edildiÄŸi, hayvanların, insanların hiçe giden arzular adına katledildiÄŸi veyahut bir süs nesnesine indirgendiÄŸi bu çaÄŸda en büyük ölümsüzlük herhalde insanın kendine olan sonu gelmez narsistik aÅŸkı olsa gerek. Ä°nsanoÄŸlu Narkisos suretine bürünse de, bir süre sonra yardım ve çaresizlik çığlıkları bir Echo olarak yalnızca kendi kulağında çınlayacak ve karşılık bulmayacaktır. Kendine bu kadar tapan bir varlık haliyle yalnızca kendi sesini duymaya mahkûm olacaktır.

         “Peki, (Allah’ın)  göklerdeki ve yerdeki mutlak egemenliÄŸini, yarattığı bütün o nesneleri hiç göz önüne almıyorlar mı? Ve  [sormuyorlar mı kendilerine] ya vakt eriÅŸip ecelleri gelmiÅŸse? Artık bundan sonra, baÅŸka hangi habere inanacaklar?”

 (7:185)

Suat Baran

Kaynak: Süreç ANALÄ°Z / 3. sayı

Yararlanılan Kaynaklar:

Kur’an Mesajı: Muhammed Esed Meali-Tefsiri(2009). Çev. Cahit Koytak ve Ahmet Ertürk. Ä°stanbul: Ä°ÅŸaret Yayınları

—Lings, Martin (2012). Öze DönüÅŸ.  Ä°stanbul: Ä°nsan Yayınları.

—Lawrence, D. H. (2005). St Mawr, “The Selected Works of D. H. Lawrence”. London: Wordsworth Editions. 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.