Sosyal Medya

İsmail Kara ile Cemaatler Üzerine Röportaj

Prof. Dr. İsmail Kara, 'Cemaatlerin derin bir sistem tasavvurları, devlet fikirleri ve tenkitleri yoktur. Bu da Türkiye'ye müdahalenin aracı olarak kullanılabilirlik ihtimallerini artırıyor' diyor.



Dersaneler üzerinden baÅŸlayan ve hemen herkesin ilgi gösterdiÄŸi tartışmanın asıl konusu yine herkesin bildiÄŸi gibi dersaneler deÄŸil. Dersane, çok daha temel tartışmaların sadece görünür yüzü oldu. Bu tartışmaların popüler baÅŸlıkları olduÄŸu gibi derinlemesine ele alınması gereken baÅŸlıkları da var. Herkesin bir ÅŸekilde dâhil olduÄŸu bu tartışmada ne söyleyeceÄŸi en çok merak edilen isimlerden biri Prof. Dr. Ä°smail Kara'ydı. Kara, uzun yıllardır din-devlet iliÅŸkileri üst baÅŸlığında Türkiye'nin imkânlarını, iddialarını ve hedeflerini tartışıyor. Aktüel olduÄŸu kadar kökenleri Osmanlı modernleÅŸmesine kadar da uzanan cemaat-siyaset iliÅŸkilerini, Cumhuriyet sonrası aldığı evre ve bugünkü konumu üzerinden yeniden düÅŸünmemiz gerekiyor. Cemaat ve tarikatların ekonomik ve politik bir güce dönüÅŸmesinin Türkiye açısından endiÅŸe verici bir boyutu olmadığını söyleyen Kara, mesele üzerinden çok önemli baÅŸlıklara dikkat çekiyor.

Son tartışma üzerinden cemaatler ve siyaset meselesini konuÅŸmak istiyoruz ama biraz geriden baÅŸlayalım: Cumhuriyetin ilanından sonra dinin konumlandırılması gerekiyordu. Cumhuriyet idaresi dine ve mütedeyyinlere bir konum biçti, dindarlar da baÅŸka bir konum biçti kendilerine. Sonra ne oldu?

Sonra ne olduya geçmeden bir eklemede bulunmak lazım. Bir defa dinle, geniÅŸ mânada dinî kültürle siyasî merkezin problemli hale geliÅŸinin tarihini Cumhuriyetle baÅŸlatmak yanlış ve eksik olur. Bu süreç Osmanlı modernleÅŸme hareketleriyle baÅŸlamıştır. Cumhuriyet bunu devraldı.

Osmanlı modernleşmesi ile Cumhuriyet arasında bir devamlılık ilişkisi mi kuruyorsunuz?

Devamlılık iliÅŸkisini ciddiye almadan kopuÅŸ iliÅŸkileri doÄŸru ve yerinde anlaşılamaz, ona iÅŸaret etmek istiyorum. HalifeliÄŸin kaldırılması dâhil Cumhuriyet devri inkılaplarının -ki tamamı doÄŸrudan dinle alakalıdır- hemen hepsinin tartışma düzeyinde yarım asır, bir asır geriye giden tarihleri var. KopuÅŸ ÅŸurada: Osmanlı modernleÅŸmesi ve erken Cumhuriyet dönemi dinle modernleÅŸmeyi bir arada götürmek istiyor, felsefî olarak birbirinin karşısında olan iki ÅŸeyi uyumlu hale getirmeye çalışıyor, kurtuluÅŸu burada görüyordu. Hatta böyle bir iddiası var da denebilir. Meseleyi anlatmak için benim yazı baÅŸlığı olarak kullandığım ironik slogan ÅŸu: Hem BatılılaÅŸalım hem MüslümanlaÅŸalım. Lozan sonrasında, özellikle de 3 Mart 1924'te Türkiye'nin terk ettiÄŸi çizgi, koptuÄŸu nokta bu iddiadır.

CEMAATLER 1950'DEN SONRA VARLIK KAZANDI

Tamamen mi terk etti? Bugün de bu ironik slogan yürürlükte deÄŸil mi?

Haklısınız, yürürlükte ama bu çokpartili hayata geçiÅŸ aÅŸamasında ve sonrasında canlanan farklı bir sürecin ürünü. Cumhuriyet ve tekparti idaresi I. Dünya Savaşı sonrası ÅŸartlarda tesis ediliyor. II. Dünya Savaşı'ndan sonra dünya deÄŸiÅŸiyor ve Türkiye de bu yeni ÅŸartlara kendisini uyarlıyor. Kaba ve sert laiklik politikalarından vazgeçilmesi, isterseniz din-siyaset iliÅŸkilerinin deÄŸiÅŸtirilmesi diyelim bu yeni dünya ÅŸartlarında oluÅŸacak. Cemaat ve tarikatların yeniden ortaya çıkışı ve giderek varlıklarını daha fazla hissettirmeleri, tekrar oyuna dâhil olmaları Türkiye'nin kısmi de olsa demokratikleÅŸme tarihiyle alakalı. Risale-i Nur cemaati, Süleyman Efendi cemaati, Ä°skenderpaÅŸa cemaati, Kubbealtı cemaatı, Erenköy cemaati, Hüseyin Hilmi Işık cemaati, Ä°smailaÄŸa cemaati, Menzil cemaati dediÄŸimiz yapılar daha önceye giden bazı kaynakları olmakla beraber bugün anladığımız mânada 1950'den sonra vücut bulmaya baÅŸlıyorlar.

CEMAAT-SÄ°YASET Ä°LÄ°ÅžKÄ°SÄ°NÄ°N ULUSLARARASI BOYUTU DA VAR

Siyasi, hukuki ve kültürel bir kavram olarak kullanılan 'cemaat'in, Türkiye'de Müslüman muhafazakâr grupları iÅŸaret etmeye yarayan bir kavram olduÄŸunu biliyoruz. Sayıları da çok…

Bakın, hukuki bir kavram olarak cemaat sadece gayrımüslimler için kullanılabilir; Rum-Ortodoks cemaati, Ermeni cemaati, Yahudi cemaati falan. Hem milli hem milletlerarası hukukta da cemaat olarak yeri var bunların. Müslümanlar için cemaatin ve tarikatın hukuki hiçbir karşılığı yok, dar mânada siyasi karşılığı da yok. Ama kültürel olarak, fiili olarak böyle bir ÅŸey var tabii.

Soruyu ÅŸöyle soralım o zaman: Cemaatlerin devletle iliÅŸkileri hangi düzeyde. Ä°ktidarın dışında ve üzerinde mi, yanında ve yedeÄŸinde mi?

Bu mesele tekdüze cevaplandırılacak kadar basit bir mesele deÄŸil. En azından benim için öyle. Hem siyasi merkez hem de cemaatler ve tarikatlar zaviyesinden karmaşık tarafları ve bölgeleri var. Bu iki tarafın yanına bazen uluslararası unsurlar da eklenir ve iÅŸ daha da karmaşıklaşır. Kısaca söyleyecek olursak siyasi merkez olarak Ankara 1924'ten beri cemaat ve tarikatların hatta mütedeyyin insanların din anlayışlarını tasvip etmez, varlıklarını siyasi muhalefet odağı olarak görür; irtica der, ÅŸeriat der, teokratik devlet der, bu sloganlar üzerinden onları mahkûm eder. Dolayısıyla bunları bir taraftan tehlike göstererek bastırır, biçimsizleÅŸtirir, zayıflatır, dönüÅŸtürmek ister. DiÄŸer taraftan toplumu ayakta tutacak, devleti meÅŸrulaÅŸtıracak en köklü ve etkili varlık olarak dinin, yerli dindarlığın bunlar üzerinden, bunlar vasıtasıyla devamını ister, bunu teÅŸvik eder. Diyelim ki radikal dinî hareketlere, baÅŸka Ä°slâm ülkelerinden gelen dinî düÅŸüncelere karşı bunları bir ÅŸekilde destekler. Bir de oy meselesi var tabii.

DÄ°NÄ° GRUPLAR DEVLETÇÄ° VE MERKEZÄ°YETÇÄ°DÄ°R

Devletin bu yaklaşımına karşı cemaatlerin tepkisi ne peki?

Cemaat ve tarikatların da siyasî merkeze ve devlete karşı konumları, düÅŸünceleri ve davranış biçimleri çok taraflıdır. Önce zihniyet dünyaları itibariyle devletçi ve merkeziyetçi olduklarını söyleyebiliriz. Türkiye'de bu aynı zamanda askerlere yakın demek. Bu noktada milliyetçi ve muhafazakâr çevrelere hayli yakınlaşırlar. Devlet bizimdir ama baÅŸkalarının, yabancıların elindedir, bizim elimize geçerse mesele hallolacak diye düÅŸünürler. Derin bir sistem tasavvurları, devlet fikirleri ve tenkitleri yoktur. Bu Türkiye'ye karşı müdahalede kullanılma ihtimallerini de artırır fakat aynı zamanda Cumhuriyet idaresinin yerleÅŸtirmek istediÄŸi laik kültüre, din anlayışına ve seviyesine karşıdırlar. Muhalefetleri pasif fakat ısrarlı ve dayanıklıdır. Ä°slâm siyasî düÅŸüncesinin klasik kavramlarıyla söylersek sabır ve temkin sahibidirler. Rejim düÅŸmanlığı yapan veya sert siyasi söylemleri ve tenkitleri benimseyen radikal Ä°slâmcılardan hoÅŸlanmazlar. Dinle siyaset arasındaki gerilimin artmasını deÄŸil hafiflemesini isterler.

Diyanet'le olan münasebetleri de bu bakımdan enteresandır. Aslında Diyanet'in din anlayışını tam benimsemezler fakat Diyanet çatısı altında yer almak isterler. Bu devletin çatısı altında yer almak arzusu demektir. Bakın merhum Mehmet Zahit Kotku, Mahmut Efendi, Fethullah Hoca Diyanet mensubudur, memur olarak imamdır, vaizdir. Kendilerinin, Diyanet'in, devletin görevlerinden ÅŸikâyetçi olduÄŸunu bilmiyoruz, duymadık. Bediuzzaman merhum eserlerinin Diyanet tarafından basılması için teÅŸebbüslerde bulunuyor, mektuplar yazıyor.

Eksiklik var entelektüel derinlik yok

Cemaatlerin Türkiye'de politik bir güce dönüÅŸmesini nasıl yorumlamak gerekir?

Bunun normal hatta doÄŸru karşılanacak bir tarafı var. Uluslararası sermaye ve siyaset çevrelerinin, onların desteÄŸindeki ÅŸirket ve vakıfların, misyonerlerin, masonların cirit attığı bir ortamda yerli Müslüman cemaatlerin güçlenmesi prensip olarak kimseyi rahatsız etmemeli. Problem burada deÄŸil bence, problem bunların da bilerek bilmeyerek Türkiye'ye müdahalenin bir parçası, aracısı olup olmayacaklarındadır. KonuÅŸmanın bir yerinde sistem bilgisinden, entelektüel donanımdan bahsetmiÅŸtim. Buralarda cemaat ve tarikatların büyük zaafları ve eksikleri var. Fakat cemaat dayanışması içinde kendi eksikliklerini görmüyorlar, kendilerine güvenlerinin arkasının boÅŸ olduÄŸunu fark etmiyorlar, tenkide açık deÄŸiller, bunlar da kullanılabilirlik ihtimallerini yükseltiyor. Yine de kendileri siyasi bir güç mü yoksa bir siyasi gücün yedeÄŸinde mi daha güçlü gözüküyorlar sorusunu unutmamak lazım. Çünkü güç dediÄŸiniz ÅŸey çoÄŸu kimsenin zannettiÄŸi gibi silah, para, rakam ve sayılar deÄŸil bunların üstündeki ÅŸeylerdir; bilgi, inanç, felsefe, ideal, aÅŸk ve bir topraÄŸa baÄŸlılık…

Dini gruplar sivil toplum kuruluÅŸu deÄŸil

Cemaatlerin ve tarikatların sivil toplum kuruluÅŸu olmadıklarını ilk defa siz söylediniz deÄŸil mi?

Herhalde… Daha ileriye götürerek Türkiye'de sivil toplum kuruluÅŸu yoktur dedim. Sivil toplum kuruluÅŸu gibi gözükenler ya Ankara'nın yahut baÅŸka siyasi merkezlerin gölgesinde ve tahakkümündedir. Yarı resmi kuruluÅŸlar demek daha doÄŸru bence. Bizdeki üniversitelere, belediyelere, sendikalara, vakıflara, derneklere bakın, sonra da ne kadar sivil olduklarına karar verin.

Cumhuriyet sonrası Türkiye'sinde farklı siyasal iktidarların farklı cemaat yapılarıyla iliÅŸkide olduÄŸunu biliyoruz. Ä°liÅŸki trafiÄŸi muhafazakâr iktidarlarda mı yoksa seküler eÄŸilimi baskın iktidarlarda mı daha yoÄŸundu?

Muhafazakârların seküler olmadığını kim söylemiÅŸ! Tarikat ve cemaat yapılarının tektip olmadığını ve tektip davranmadığını görmek lazım öncelikle. Tarikat ve cemaat dendiÄŸi zaman akla hemen sarık, cüppe, sakal, Åžeyh Sait isyanı, Menemen falan geliyorsa bu çok dar ve kafa daraltıcı bir çerçeve olur, Cumhuriyet ve Hürriyet gazetesine yaraşır bir karikatür bu... Bakınız 60 ihtilâlinden sonra Diyanet baÅŸkan yardımcılığına getirilen kiÅŸi tarikat mensubu emekli bir generaldir. 70'li yıllarda Birinci Ordu komutanı olan Faik Türün'ün NakÅŸi olduÄŸu biliniyordu. Emekli albay Hüseyin Hilmi Işık NakÅŸi idi. Deniz Kuvvetleri komutanlığı yapan bir oramiralin UÅŸÅŸaki halifesi olduÄŸu rivayetleri var. Ecevit'in dışiÅŸleri bakanlarından biri Rifai tarikatı mensubu idi meselâ. Bu örnekler her ÅŸeyi açıklamaz ama bunları hesaba katmadan da olmaz.

Yine de genel bir davranış biçiminden bahsedilemez mi?

Evet bahsedilebilir. Cemaat ve tarikat yapıları DP'den bu yana hep kazanacak olan merkez saÄŸ partiyi desteklemiÅŸlerdir. Bu sadece kendi tercihleri deÄŸildi muhtemelen. Risale-i Nur camiasının, Süleyman Efendi cemaatinin, Hilmi Işık'ın Demirel'e verdikleri kuvvetli ve medihkâr desteÄŸi ÅŸimdi herkes unuttu. O da onları destekledi. Sonra onun yerini Turgut Özal aldı, ÅŸimdi de Tayyip ErdoÄŸan. Arada Çiller'e, Mesut Yılmaz'a da kısmi destek verdiler. Cemaat ve tarikatlar askeri darbelerin çoÄŸuna hiç deÄŸilse zahiren sıcak baktı, önemli bir kısmı alenen destekledi. Özal da 12 Eylülün bir parçasıdır neticede.

Daha açıklayıcı olan bu grupların Erbakan'la münasebetleridir. Bu yapıların çoÄŸu Erbakan'a hiç sıcak bakmamıştır, Erbakan da onlara. Åžaşırtıcı deÄŸil mi? Aslında din üzerinden birbirlerinin yükünü taşımaya niyetlenmediler de diyebiliriz ama iki tarafın da niçin böyle davrandıklarının birden fazla kaynağı ve sebebi var.

28 Åžubat'taki sözleri kimse unutmadı

Bu son tartışma konusuna, dershanelere de doÄŸrudan temas etmek isteriz. Dışarıdan muhafazakâr-Ä°slamcı olarak tanımlanan Ak Parti, dışarıdan muhafazakâr-Ä°slamcı olarak tanımlanan Gülen Cemaati'yle neden karşı karşıya geldi? Bunu nasıl okumak gerekir?

Tekrar karşı karşıya gelip gelmediklerini bilmiyorum ama zaten karşı karşıya idiler. Åžöyle: Cemaatler ve tarikatlar siyasi tercihlerinde çok realist davranırlar ve tekrar olacak ama tek baÅŸlarına da karar vermezler. Baktıkları, hesaba kattıkları yerler hep vardır. Onun için AKP ile cemaat arasındaki kriz öncesi iliÅŸkileri bir yakınlık, fikir beraberliÄŸi ve sevgi iliÅŸkisi olarak görmekten ziyade kendilerinden baÅŸka tarafları da olan bir mutabakat ve alışveriÅŸ olarak görmek daha doÄŸru olur. Demirel'le ve Özal'la da böyle idi. Ä°stisnai olmakla beraber Ecevit'le de. Cemaat ve tarikatların öne çıkardığı ÅŸey kendilerini korumak ve faaliyetlerini olabildiÄŸince rahat ve devletle çatışmadan, mümkünse birlikte sürdürmektir. Bu korumayı aynı zamanda dini, maneviyatı ve memleketin deÄŸerlerini, genç nesilleri korumak olarak da düÅŸünürler.

Fikir beraberliÄŸi deÄŸil alışveriÅŸ olarak tanımlıyorsunuz ama bu cemaatin tavrı, peki Ak Parti açısından durum nasıl sizce?

AKP tarafı da böyledir. BaÅŸta baÅŸbakan olmak üzere partinin üst kademesindeki kiÅŸilerin Fethullah Hoca ile kendi hocaları Erbakan arasındaki mesafeli hatta soÄŸuk iliÅŸkileri ve bunun kaynaklarını bilmediklerini ve 28 Åžubat sırasındaki sözleri unuttuklarını, davranışları hesaba katmadıklarını düÅŸünmek herhalde doÄŸru olmaz. Bülent Arınç biz 1976'dan beri Hocaefendi ile iyi ve saygılı bir münasebet içindeyiz demiÅŸ. DoÄŸrusu ben ne demek istediÄŸini tam anlamadım, eski parti arkadaÅŸları anladı mı ondan da pek emin deÄŸilim.

CEMAATLER DE SÄ°YASET KURUMLARI GÄ°BÄ° PRAGMATÄ°KTÄ°R

Yalnız unutmamak lazım, tarikat ve cemaatlerin kriz anlarında devreye soktukları tecrübe havuzları ve hafızaları siyasi partilerden daha kuvvetli ve daha uzun tarihlidir. Daha zengin ve daha imkânlıdır. Uzun ömürlü, deÄŸiÅŸerek devam etmeye hazırlıklı, dönüÅŸmeye mütehammil olmaları da belki bununla alakalı. Siyaset alanı pratik ve pragmatiktir derler, bu doÄŸru. Cemaatlerin bu taraflarının geliÅŸkin olmadığını kim söylemiÅŸ!

Röportaj YUSUF GENÇ | YENÄ° ÅžAFAK

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.