Sosyal Medya

İhsan Fazlıoğlu: Tarihi olmayanın koruyacak vatanı olmaz

Bir saksı ile bir bahçede yetişen çiçek arasındaki fark, en basit deyişle yapay ile doğal arasındaki fark kadardır. Saksının içerdiği maddî olanaklar, fiilî imkânlar; kısaca, daha baştan kendisine konulan sınır ile bahçenin maddî olanakları, fiilî imkânları, görece geniş sınırları, hiç şüphesiz, içerilerinde yetişen nesnenin neliğini belirleyecektir.



Çünkü ister yapay ister doÄŸal bir nesnenin mahiyet halindeki olanakları, mevcudiyetinin, var-olmasının iç-sınırlarıdır. Daha basit bir deyiÅŸle, maddî ve manevî koÅŸulların belirleyiciliÄŸi altında, içeride ne var ise dışarıya da o çıkar. Örnek olarak: Bir elma çekirdeÄŸi, uygun ortamda, saksı ya da bahçede, her ikisinin sahip olduÄŸu koÅŸullar altında, içini dışarı vurabilir. Örnekte, elma çekirdeÄŸinin iç-sınırı mahiyet hâlindeki olanaklarıyla, dış-sınırı ise ortamın maddî koÅŸullarıyla belirlenir. Ä°ç-sınır yani olanaklar ile dış-sınır yani koÅŸulların terkibi çekirdeÄŸin mevcudiyetini, var-olmasını tayin eder. Bir elma çekirdeÄŸinden civciv çıkmayacağı gibi (çünkü iç-sınır buna olanak vermez); çölde de elma aÄŸacı yetiÅŸmez (çünkü dış-sınır bunu olanaklı kılmaz). Türkçede kullanılan "çiçek açmak" deyiÅŸi, denilenleri en güzel biçimde özetler: Kapalı olanın açılması söz konusudur; açılmada dışarıya çıkacak olan, ancak ve ancak içeride kapalı bulunandır; yine de her açılma, uygun bir yeri talep eder. Yine Türkçede kullandığımız "müsait ortam" tamlamasındaki müsait sözcüÄŸünün yardım anlamıyla iliÅŸkisi dikkate alınırsa, kapalının açığa çıkması için yerin, ortamın, baÄŸlamın yardımcı olması, kısaca için dışa tam anlamıyla vurması -ki buna kemal (olgunluk) denir- için ÅŸarttır.

Bu istiareyi, çaÄŸdaÅŸ Türk düÅŸünce hayatının içerisinde bulunduÄŸu hâli modellemek için kullanabilir; bunun için de, öncelikle, istiaredeki temel terimler ile çaÄŸdaÅŸ Türk düÅŸüncesi tamlaması arasında birebir eÅŸleme yapabiliriz. Öncelikle iki noktaya iÅŸaret edilmelidir. Birincisi her benzetme topaldır; benzetmenin kendisi deÄŸil, yönü yani demek istenilen dikkate alınmalıdır; ikincisi ise düÅŸüncenin, Türk, Müslüman gibi herhangi bir sıfatı olmaksızın deÄŸeri mahfuzdur. Çünkü hakikat yönünden sıfatlar arazdır; cevherî olan düÅŸüncenin bizâtihi kendisidir; ancak siyaset yönünden, baÅŸka bir deyiÅŸle konumuz açısından, düÅŸünceyi nitelendirmek olanaklıdır.

Belirlenen çerçevede konuya eÄŸilirsek, her düÅŸüncenin doÄŸal ortamının, içerisinde yeÅŸerdiÄŸi yani canlılık kazandığı kültürün tarihi olduÄŸu görülür. Öyleyse, çekirdek olarak düÅŸüncenin ortamı, baÄŸlamı, yeri, o düÅŸünceyi üreten kültürün tarihidir. DüÅŸüncenin mevcudiyetini, var-olmasını, iç-sınırı, mahiyeti, özü, olanakları ile dış-sınırı, ortamı, kısaca koÅŸullarının terkibi belirlediÄŸine göre, çaÄŸdaÅŸ Türk düÅŸüncesinin bir saksı düÅŸüncesi olduÄŸu rahatlıkla söylenebilir. Çünkü bizatihi saksıda yetiÅŸmesi onu doÄŸallıktan alıkoyar, yapay kılar. Ne aÅŸağı doÄŸru kök salar yani derinleÅŸir; ne de yukarı doÄŸru boy atar yani etkiler. Bu noktada ÅŸu soru sorulabilir: Ortamın saksı gibi yapay olmasını kabul etsek bile, bu saksıda yeÅŸeren çekirdek olarak düÅŸünce doÄŸal, yani köklerini o kültürün tarihinde bulan bir yapı arz edemez mi? Bu sorudan hareket ederek öncelikle ÅŸunlara iÅŸaret edilebilir: Saksının yapaylığı zâtîdir; burada saksının kendisinin yerli ya da yabancı olması ikincildir. Ä°ster yerli, ister yabancı olsun saksının maddî koÅŸulları, içerisinde yeÅŸerecek çekirdeÄŸe bir doÄŸallık saÄŸlamaz; bizatihi saksıda olmak yapaylıktır çünkü. Öte yandan saksı ile çekirdek arasında, çaÄŸdaÅŸ Türk düÅŸüncesi dikkate alındığında, yerli ile yabancı olmak kategorileri açısından bazı eÅŸleÅŸtirmeler yapmak olanaklıdır: i. Hem saksı hem çekirdek yerli; ii. Saksı yerli, çekirdek yabancı; iii. Saksı yabancı, çekirdek yerli; nihayet iv. Hem saksı hem de çekirdek yabancı olabilir. Her bir durumun yaratacağı sonuçlar farklı olmakla birlikte, dört şıkta da yapaylık kalıcıdır. ÇaÄŸdaÅŸ, Türk düÅŸüncesinde her dört durumu görmek olanaklıdır ve tarihî uzaklaÅŸma fazlalaÅŸtıkça dördüncü şıkkın ağırlığı artmaktadır.

Hem saksının, hem de çekirdeÄŸin yerli olması iyi-niyet açısından bir deÄŸer arz etse de yapaylık yanında düÅŸünceyi ya övgüye ya da sövgüye mahkûm eder. Fakat doÄŸal ortamda yabancı bir çekirdek bile, kendi iç-sınırını ancak ve ancak dış-sınıra göre tezahür ettirebileceÄŸinden, tarihî baÄŸlamın gücü karşısında mevcut düÅŸünce hayatını hem derinleÅŸtirebilir hem de zenginleÅŸtirebilir. Öyleyse sorun, ne saksının ne de çekirdeÄŸin yerli ya da yabancı olması deÄŸildir; sorun bizatihi düÅŸüncenin mekânı, yeri sorunudur. Bu nedenle tüm şıklarıyla, günümüzde belirleyici olan çaÄŸdaÅŸ Türk düÅŸüncesi büyük oranda saksı düÅŸüncesidir; dolayısıyla yapaydır; ne bir derinliÄŸe ne bir etkiye sahiptir; yalnızca karıştırmaya, kavgaya, gürültüye, bölmeye, toplumun ürettiÄŸi artı-deÄŸerlere el koymak için hile yapmaya yaramaktadır.

Yapaylığın ÅŸiddetini göstermek için bir örnek verelim: Türkiye'de Kant'ın felsefesinde uzmanlaÅŸan pek çok ad vardır. Sonuç nedir? Türkiye'de Kant uzmanı olmak, Hakkari ile Edirne arasında bir anlam ifade eder ve hiç ÅŸüphesiz bu sınır içerisinde deÄŸerlidir de... Ä°bn Sinâ uzmanı olmak da farklı deÄŸildir; çünkü aynı sonuçları verir. Tek tek çalışmalar, uzmanlıklar büyük bir kürenin içerisinde sürdürülüyorsa, bütüne katkıları varsa o kültür için bir anlam ve deÄŸer ifade ederler; sadra ÅŸifa olurlar; yoksa bazı insanlar için unvan ve çorba parasından öte bir deÄŸerleri yoktur. DüÅŸünme, nazarîden amelîye, hatta eyleme yönelik, siyaset, ahlâk gibi, konularda iÅŸ görüyorsa tarihî baÄŸlama gereksinim daha da artar. Elbette denilenler toplumsal konularda insanî çözüm peÅŸinde koÅŸanlar için bir anlam ifade eder; insanı dışarıda bırakan tüm sistemler tarihten korkarlar; bu nedenle de ya tarihi hafızalardan silerler ya da tahrif ederler.

Bir önceki Anlayış yazımızda da belirttiÄŸimiz üzere tarih, tabiat ile hayatı birleÅŸtiren, insanın doÄŸasıdır. DüÅŸüncenin doÄŸal olması için tarihe gereksinim duyması, iÅŸte bu nedenledir; çünkü doÄŸal, doÄŸaya baÄŸlıdır. ÇaÄŸdaÅŸ Türk düÅŸüncesinin yapaylıktan, saksılıktan kurtulması için bir an önce tarihiyle baÄŸlantı noktalarını yeniden ihyâ etmesi zorunludur. Merhum Nurettin Topçu'nun deyiÅŸiyle:

"... Ä°nsan kendi iç-gözleminden uzaklaÅŸtığı nispette otomat ve taklitçi olmaya mahkûmdur. Ä°çindeki âleme kuvvetle dalmayan, onu tanımayan insan etrafındakileri taklit eder, umumî cereyana kendisini kaptırır, herkes gibi olur. /.../. Millet de öyledir. Milletin iç hayatı, tarihi ve onun her günkü mahsulü olan mukaddesatıdır. Bunlara dalarak kendini tarih ve mukaddesatı içinde aramayan bir millet, baÅŸka milletleri taklide çalışır."

Tarihi olmayanın koruyacak hiçbir ÅŸeyi yoktur; vatanı bile...

Anlayış Dergisi, (Sayı 61), Temmuz 2008

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.