Akif Emre: Umudu da çürütür mü ellerimiz?
Çürümeyen, umudu, yaşamayı, yaşamanın anlamını yitirmeyen, dokunduklarından, seslendiklerinden ötürü bereketi beraberinde getiren inanmış yürekler var olduğunu bilmek umudun kendisidir..
Ä°ÅŸittiklerimizden dolayı, bildiklerimizden dolayı acı çekmeye baÅŸlıyoruz. Birebir ÅŸahit olamasak bile... Acı çekmeye icbar ediliyoruz sanki ya anlatılanlar gerçek olduÄŸu için yahut gerçek yerine sahte gerçekler ikame edildiÄŸi için.
Bu denli yozlaÅŸma, çürümeye mahkûm olmak duygusu bizatihi insanın içini kemiren bir ÅŸey. Sadece insan teki olarak her birimiz deÄŸil toplum da içten içe çürüyor. Korozyona uÄŸrayan metal aksam gibi temas ettiÄŸimiz hava çürütüyor. Soluklanırken damarlarımızdaki akışın pelteleÅŸtiÄŸini hisseder gibiyiz.
Bunca karamsarlık kuÅŸatmasına maruz kalmamızın asıl nedeni de birilerinin bunları hiç düÅŸünmüyor olması, tam anlamıyla ÅŸenlikli bir zafer havasını yaşıyor olmaları. Çürürken bile zafer takı kurduÄŸunu düÅŸündüren bir muhayyile hakim.
Her ÅŸeyin bir kuÅŸku sebebi olduÄŸu ortamda saÄŸlıklı düÅŸünmek, davranmak mümkün mü? Ya da her ÅŸeyin olaÄŸanlaÅŸtığı, her tür çürümenin normal karşılandığı bir ortamda normal davranmak ne kadar normal bir ÅŸeydir?
Oysa hayat bulmak, yaÅŸanmaya deÄŸer hayatı sunmak iddiasındaydık gençliÄŸimizin o deliÅŸmen günlerinde. Bedenimiz fiziÄŸimiz yaÅŸlansa da içimizdeki o deliÅŸmen halimizle diri kalmayı baÅŸarmıştık.
'Seni öldürmeye gelen sende dirilsin diyen bir özgüvenin diriltici soluÄŸuyla birbirimizin gönüllerini ferahlatıyor, yeÅŸertiyorduk oysa. CiÄŸerlerimize çektiÄŸimiz hava içten çökertiyor, dışarıya üflediÄŸimiz soluk öldürücü bir zehir gibi solduruyor.
Hayatın, benliÄŸin, varoluÅŸ idrakinin bu denli pörsümeye yüz tuttuÄŸu, deÄŸerlerin tersine çevrildiÄŸi bu hal sadece dışımızda bize dayatılanlardan mı kaynaklanıyor? Yoksa bizatihi kendi özümüzle, onun beslediÄŸi çevreyle, siyasayla, toplumla kurduÄŸumuz iliÅŸkilerin sonucu muydu? Böyle bir hal üzere olmanın kaçınılmaz oluÅŸu diye bir açıklama tarzı mümkün müydü? Yoksa içinde bulunduÄŸumuz haleti ruhiye bize böyle bir dünya mı takdim ediyordu? Yoksa her ÅŸey bir yanılsamadan mı ibaretti?
Her iki durumda da insanın hakikat algısı, hakikate olan inancı elinden gitmeye mahkûm. Ortada ciddi bir anlam kayması daha doÄŸrusu her ÅŸeyi anlamsızlaÅŸtıran bir absürtlük yaÅŸanıyor demektir.
Bir çıkış olmalı, yoksa bir sanrı uÄŸruna ruhları bir sam yeli kasıp kavuracak. Polyanna mutluluÄŸu oynamak ne kadar aptalca geliyorsa nihilist bir içe çöküÅŸün karanlık sularında boÄŸulmaya kendimizi, toplumu mahkûm etmek de o derece anlamsız, hatta saçma olacaktı..
Dokunduklarımızı çürüten, iÅŸittiklerimizden gördüklerimizden dolayı içimizi, dışımızı karartan her ne varsa ya da neyin var olduÄŸunu düÅŸünüyorsak, bize öyle gelen her ne varsa her ÅŸeyi tepetaklak edecek bir silkiniÅŸle ölü toprağını üstümüzden atmakla iÅŸe baÅŸlamalı mesela. Sahte bir hakikat sunan kurguyu sorgulamakla iÅŸe baÅŸlayabiliriz mesela. Her ÅŸeyi yeniden konuÅŸma cesaretini takınarak.
Evet, hiç bu kadar sahtelikler, ikiyüzlülüklerle kuÅŸatılmamıştık. Muhtemelen yanı başımızdakiler, hatta bizler bu sahtelikten birer parça nasibimizi almış olabiliriz. Öte yandan, aklımız, vicdanımız, ölçülerimizle tartıya vurduÄŸumuzda olup bitenlerin bir yanılsamadan ibaret; bir sahtelik oyunundan birer sahne olamayacağını söylüyor. Bizzat sahtelik izafe ettiÄŸi gerçek üzerine kurulu. Sonuçta sahtelik de hakikati perdeleyen, asli olanın yerini gasp eden bir vakıa. Sahtelik örgüsünü parçalamadan hakikat ışığına yol vermek imkansız.
Ä°nsan olmaklığımızdan siyasete, gönül iklimimizden enformatik cehalete uzanan kendi oluÅŸ ÅŸartlarımızdan uzaklaÅŸma ile yüzleÅŸme cesaretine ihtiyaç var. Belki de anlık bir pırıltının içimizde çakmasına, aÅŸka, samimiyete, adanmışlığa ihtiyaç var. Bunların yerine kabuk baÄŸlayan ÅŸey her ne ise iÅŸte odur içten içe bizi, hepimizi çürüten kimya.
Ne ki sahte hakikatlerin kararttığı çevremizde, dört bir yanımızı kuÅŸatan yalancı mutlulukların perdeleyemediÄŸi, hayata anlam katan, kendi özümüzü hatırlatan bir ses, bir tebessüm, dokunduÄŸu yerde bereketi yeÅŸerten bir el mutlaka olacaktır.
Yazının da bir kaderi var.
Karamsar bir yazının sonuna doÄŸru her ÅŸeyin bu kadar çürütücü olamayacağına dair önce kendimi ikna etmek için yeni bir cümle kurmaya baÅŸlarken gelen telefon yazıyı tamamladı.
Yüz yüze hiç görmedim, ama uzaktan, hocalarından, arkadaÅŸlarından hep selamını alıyordum. Kanser hastasıydı ve tedavi görüyordu. Açık öÄŸretimde sosyoloji okumasına raÄŸmen üniversitede Sosyoloji'ye devam ederek mezun olmayı baÅŸardı. Hastalığı ile barışık, mütevekkil ve azimli. YaÅŸama sevincini, imtihanıyla beraber, içinde hep diri tutması çevresindeki hemen herkeste biraz takdir uyandırdığını, biraz da utandırdığını hissetmiÅŸimdir. En son okuma grupları kurduÄŸundan bahsetmiÅŸ, bir toplantılarına davet bile etmiÅŸti, ama uzun süre sessizliÄŸe gömüldü. Aylar sonra tam da bu yazının orta yerinde gelen telefondaki onun sesiydi.
Sanki tatilden dönmüÅŸ gibi dingin pürüzsüz sesle, 'yeni giriÅŸiminiz hayırlı olsun' diyordu. Bu arada iki ameliyat daha geçirmiÅŸti. Biraz ödemden ÅŸikâyetçiydi.
Çürümeyen, umudu, yaÅŸamayı, yaÅŸamanın anlamını yitirmeyen, dokunduklarından, seslendiklerinden ötürü bereketi beraberinde getiren inanmış yürekler var olduÄŸunu bilmek umudun kendisidir..
YeniÅŸafak / ArÅŸiv
Henüz yorum yapılmamış.