Sosyal Medya

Prof. Dr. Semavi Eyice: Atina'daki Osmanlı mirası camiiler

1930’lu yıllarda Atina’daki Türk eserlerine dair kısa bir makale kaleme alan Yunan arkeolog Khyngopoulos, şehir içinde evlerin arasında küçük bir caminin mihraplı duvar kalıntısını bulmuş ve rölövesini yayınlamıştır.



GeçtiÄŸimiz yılın Ramazan ayında gazetelerde bir havadis yayınlanmıştı. Buna göre Yunanistan’ın baÅŸkenti Atina’da bir cami inÅŸası düÅŸünülmüÅŸ ve buradaki az sayıdaki Müslüman açıkta namaz kılmaya giriÅŸtiklerinde hem cami yapımı protesto edilmiÅŸ, hem de bu Müslümanların açıkta ibadet etmeleri önlenmeye çalışılmıştı.

Buna benzer bir olay geçen senelerde de yaÅŸandı. Bir Kurban Bayramı’nda açık havada namaz kılan Müslümanların bazı fanatik Yunanlar tarafından taÅŸlandıklarını yine gazetelerden öÄŸrenmiÅŸtik. Bu haberleri gördükten sonra aklım bir hususa takıldı: Az sayıdaki Müslüman namaz kılmak için bu Hıristiyan ÅŸehrinde niçin açık bir yer seçmiÅŸti?

Yunanistan, Sultan II. Mahmud zamanında Mora ihtilalinden sonra (19. yüzyıl baÅŸları) bağımsızlığına kavuÅŸmasının ardından Atina’yı da almış, böylece buradaki Osmanlı hakimiyeti sona ermiÅŸti. Oysa Ä°stanbul’un fethinden 3 yıl sonra, 1456’da Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilen Atina, kısa bir süre sonra bir Osmanlı ÅŸehri karakterini almaya baÅŸlamıştı.

Bir düzlükte kurulu olan ÅŸehirde yüksek bir kayalık tepe bulunuyordu. Ä°lk ÇaÄŸ’da ÅŸehrin kutsal merkezi, yani Akropolis’i bu sarp tepenin zirvesinde kurulmuÅŸtu. Ä°lk ÇaÄŸ sanatının baÅŸta gelen eserlerinden olan Parthenon Mabedi, iÅŸte bu tepenin zirvesini süslüyordu.

Hıristiyanlık Orta ÇaÄŸ’da Akdeniz havzasının büyük bir kısmında yayılırken, Atina da bir Hıristiyan beldesi olmuÅŸ, bu arada Parthenon Mabedi, içindeki Temenos denilen kapalı mekanı ve doÄŸu tarafına bir mihrap ilavesi ile kiliseye çevrilmiÅŸti.

Atina’nın Osmanlı idaresine geçmesi ile Akropolis’i saran yüksek duvar bir sur durumuna getirildi ve bu iç kalenin ortasında bulunan mabetten çevrilme kilise de bu kalenin camisi oldu. Bu camiyi yanına eklenen yüksek minare ile gösteren bir gravür zamanımıza kadar gelmiÅŸtir.

Evliya Çelebi’nin bu camiyi 17. yüzyılın ortalarına doÄŸru ziyaret ettiÄŸini biliyoruz. Etrafını çeviren sütun dizileri ile çifte meyilli çatısı arasında bulunan üçgen biçimindeki alınlıklar ve heykel karakterinde dışarı taÅŸkın tasvirlerle bezeli olduÄŸundan, Evliya Çelebi bir cami için alışılmamış bir süsleme olan bu heykelleri kendince tarif etmeye gayret etmiÅŸtir.

17. yüzyıl sonlarına doÄŸru Osmanlı topraklarına saldıran Venedik donanması Ege Denizi’nin Atina’ya komÅŸu kıyılarını kuÅŸatmaya gelmiÅŸ ve buradan atışlara baÅŸlamıştı. Francesco Morosini idaresindeki 1687 tarihli bu taarruzda Türklerin elinde köle olarak bulunan bir Hıristiyan kaçmış ve Venediklilere Osmanlıların bütün barutlarının iç kalede, Parthenon Camii’nde depolandığını ihbar etmiÅŸti. Morosini idaresindeki topçu subaylarından Ä°sveç asıllı Kont Koenigsmark’un çok uzaklardan dahi görünen minareyi niÅŸan alarak attığı bir top mermisinin isabeti sonunda söz konusu cephaneliÄŸin patlaması ile bu Ä°lk ÇaÄŸ mabedinden dönüÅŸen cami de kısmen yıkılmış ve parçaları etrafa saçılmıştır.

Osmanlı Devleti’nde Büyük Britanya elçisi olarak bulunan Lord Elgin, Ä°lk ÇaÄŸ eserlerinin meraklı bir toplayıcısıydı. Parthenon’un çevreye yayılan parçalarından büyük bir kısmını toplatarak bunları Ä°ngiltere’ye, British Museum’a göndertti. Böylece eski eserlerin tahrip edilerek baÅŸka ülkelere götürülmesine, onun adına nispetle “Elginizm” denir.

Osmanlı Devleti’nin Atina’yı geri almasından sonra Parthenon Camii ihya edilemedi ancak yıkılmış orta mekanın yerine kubbeli küçük bir cami inÅŸa edildi. Bu cami Yunanistan bağımsızlığa kavuÅŸtuÄŸu güne kadar yaÅŸadı. Sonra burayı da yıkıp kaldırdılar. Gerek Parthenon Camii’nin mermi isabeti ile yıkılışı, gerek sonradan içinde yapılan küçük caminin renkli bir gravürü Batıda basılan bazı kitap ve albümlerde yayınlanmıştır. Ayrıca Atina’daki Arkeoloji Müzesi’nde de Parthenon ve içindeki kubbeli küçük caminin maketi teÅŸhir edilmektedir.

Ekrem Hakkı Ayverdi Yunanistan’daki Türk eserlerine dair yazdığı eserinde Atina’daki aÅŸağı ÅŸehirde 4 cami ve 7 mescit bulunduÄŸunu bildirmektedir. 19. yüzyılın ikinci yarısında bir Alman üniversitesinde takdim edilen ve o yıllardaki usül gereÄŸince Latince olarak yazılmış bir doktora tezinin eki olan ÅŸehir planında da birtakım cami ve mescitler iÅŸaretlenmiÅŸtir. Bugün bu cami ve mescitlerden hiçbiri ortada yoktur.

Fethiye Camii iyi durumda

1930’lu yıllarda Atina’daki Türk eserlerine dair kısa bir makale kaleme alan Yunan arkeolog Khyngopoulos, ÅŸehir içinde evlerin arasında küçük bir caminin mihraplı duvar kalıntısını bulmuÅŸ ve rölövesini yayınlamıştır. Ancak tahminimize göre bunlar dışında, Atina’nın 18. yüzyıl baÅŸlarında ikinci defa Osmanlı idaresine geçiÅŸinden sonra inÅŸa edilmiÅŸ iki cami günümüze kadar gelmiÅŸtir. Bunlardan biri, Fethiye Camii olarak adlandırılıp Ä°lk ÇaÄŸ’a ait Agora’nın yakınında bulunmaktadır. Evvelce askerî bir binanın içinde kaldığından pek bilinmeyen bu cami, bu harap bina ortadan kaldırıldıktan sonra meydana çıkmıştır. Tabiatıyla minaresi yıkılmış olmakla beraber binası görünüÅŸte saÄŸlam olan caminin bir orta kubbesi ve bunu destekleyen 4 yarım kubbesi bulunur.

Oldukça iyi bir durumda olmasının sebebini de açıklayalım: Mısır’da krallık idaresi hüküm sürerken Kral Faruk’a kur yapan o yılların Yunan Hükümeti bu camiyi Mısır’a hediye etmek düÅŸüncesindeydi; ancak bu proje gerçekleÅŸmediÄŸinden Fethiye Camii de kapalı halde öylece kaldı.

GörüÅŸümüze göre bu cami Atina ikinci defa fethedildikten sonra inÅŸa edilmiÅŸtir. Fethiye Camii denilmesi de bu ikinci fetih olayından dolayıdır. Cami, 4 yarım kubbe ile desteklenen orta kubbesi ile eÄŸer Atina’nın 15. yüzyıldaki (1456) fethinin ardından yapılmış olsaydı, Osmanlı devri Türk mimarisi bakımından son derece önemli bir eser olurdu. Fakat görüÅŸümüze göre bu yapı daha geç bir döneme aittir.

Atina’da 1953 yılında yaptığımız incelemeler sırasında rastladığımız ve henüz saÄŸlam bir durumda korunan ikinci cami ise Yunanların Monastraki Meydanı denilen eski çarşı meydanının bir köÅŸesinde yükselen, Voyvoda Mustafa AÄŸa tarafından vakfedilmiÅŸ olan kubbeli ibadet yeridir.

Bugün bu caminin altında dükkanlar vardır. Ä°badet yerine merdivenle çıkıldığına göre caminin yüksekte olduÄŸu, yani eski tabirle fevkani bir yapı olduÄŸu anlaşılıyor. Hatta buraya Altı Fıskiye Camii de denildiÄŸine göre esasında altında bir ÅŸadırvan bulunduÄŸu da tahmin edilmektedir.

Caminin minaresi yıktırılmış; kare planlı bir yapı olarak üstü tek kubbe ile kapatılmıştır. Önünde de dar bir son cemaat yeri vardır. Kapısının üstünde 8 kartuÅŸ manzum kitabesindeki tarihin miladi karşılığı 1763 olarak tespit edilmiÅŸtir. Böylece bu caminin de Atina’nın ikinci kez fethinden çok sonra yapılmış olduÄŸu anlaşılıyor.

Hatıralarımıza değer verilmiyor

Kitabenin sonunda “Hak Tealâ bu cihanda etsin ânı ÅŸâdkâm / Cami’-i nur-u safây-ı Mustafadır bu makam” tarihindeki ebced hesabında bazı ÅŸüpheli problemler olmakla beraber caminin, ÅŸehrin ikinci defa fethinden çok sonra yapılmış olduÄŸu ve Atina’nın kesin olarak Osmanlı ülkesinden ayrılmasından az önce inÅŸa edildiÄŸi anlaşılmaktadır.

Kapının üstünde ve kitabenin etrafındaki kabartma bezemeler de Türk sanatında Barok üslubunun yerleÅŸtiÄŸi dönemin bir eseri olduÄŸunu belli eder.

Ben gördüÄŸümde bu cami kadın el iÅŸleri müzesi olarak kullanılıyordu. Bu da onun bakımlı kalıp korunmasını saÄŸlamıştı. Sonraları Atina’yı tekrar ziyaret ettiÄŸimde caminin boÅŸaltılmış olduÄŸunu gördüm. Bugün ne durumdadır, bilmiyorum.

Böylece Atina’da yakın tarihe kadar duran ve pekala Ä°slam ibadeti için tahsis edilebilecek durumda tarihî iki cami vardı diyebiliriz. Bunların birini ihya edip kullanmak varken yeni bir cami yapımına niçin gerek görüldüÄŸü de pek anlaşılır deÄŸil.

Bu vesile ile Atina’da Osmanlı devri hatırası olarak hiçbir Osmanlı dönemi medresesinde rastlanmayacak biçimde taÅŸa iÅŸlenmiÅŸ bir bezemeyle zenginleÅŸtirilmiÅŸ bir giriÅŸe sahip medresenin varlığına da iÅŸaret edelim.

Akropolis’i çeviren ve onu aşılması imkansız bir iç kale durumuna getiren sur duvarının Osmanlı döneminde kalenin bir dizdarı tarafından restore edildiÄŸini bildiren uzun bir mermer kitabenin, bir tarihî belge olduÄŸu hesaba katılmaksızın yere döÅŸenerek günden güne aşınıp yazının okunmasının zorlaÅŸması, Türk devri hatıralarına ne derece deÄŸer verildiÄŸinin açık bir iÅŸaretidir.

Osmanlı devrinde aÅŸağı ÅŸehri çevirmek üzere yapılmış olan bir diÄŸer sur duvarı ise zaten bir bahçe çiti ölçüsünde olduÄŸundan ÅŸehrin geliÅŸmesiyle bütünüyle yok olup gitmiÅŸt bulunmaktadır.

Prof. Dr. Semavi Eyice / Kaynak: Derin Tarih, Eylül-2013

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.