Gökhan Özcan: Serpme bir yazı
“Bazı yağmurları, bazı şarkıları, bazı insanları uyuyarak geçirmek çok yazık” diye yazmış dostum Mevlana İdris (şifalar olsun), ‘Şizofreni Risalesi’nde. Kendisi de uyuyarak kaçırılacak insanlardan değildir. Hadi uyanalım da balığa gitsin!
Bazen ben ufuklara bakıyorum, güneş gelip içime batıyor. Buna da günbatımı deniyor mu?
Detone olacağım korkusuyla hiçbir şarkıya ucundan dahi olsa giremedim, bunun nasıl bir şey olduğunu biliyor musunuz?
Uzaklardan içime dokunan bir şarkı duyuldu. Elimdeki bütün meseleleri oracığa bırakıp şarkıya doğru koşmaya başladım. Bundan belki de yüzlerce saat önce...
“Diğerleri nerede?” diye sordu aşıklardan biri. “Dünyada kaldılar!” dedi diğeri. Ayakları yerden kesileli çok dakikalar olmuştu.
Çok tuhafız, cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğimiz mevzuları merak edip duruyoruz. Sağ elin sol cebin içini merak etmekten kendini alamaması gibi bir şey bu!
Hep uzak bir yerde olmayı hayal ettim ama hiçbir zaman evimin önünden oraya giden hiçbir vasıta geçmedi.
Bazen ayaklarınızın altında yol bitiyor, içinizde birikip duran bir yürüme arzusu ile orada öylece kalakalıyorsunuz.
İki adımda bir filmin içine girebiliyorum ama bazen çıkmak için saatlerce boş sokaklarda avare avare dolaşmam gerekiyor.
“Üzerine bir hüzün çökmüştü Amy’nin. O bildik, güzel bir film bittiğinde her zaman hissettiği hüznü çok iyi tanıyordu. Sinema salonunun ışıkları yanıyor, aslında üstünde hiçbir hak iddia edemeyeceği o coşkuyu, önemli olduğu hissini, aşkı elinden alıyordu. O sadece bir seyirciydi, birçok seyirciden sadece biri” diye yazmış Kurt Vonnegut, ‘Ölümlüler Uyurken’ kitabında.
Siz siz olun, sinemada uyuklamayın. Uyandığınız şeyin bir film olduğunun farkına varamayabilirsiniz.
Bazen anladığım bir şey, anlayamadığım milyon tane şeyi tetikleyerek zihnimin felaketi olabiliyor!
“Şimdi anladım” dedi gözlüksüz olan. “Neyi?” diye sordu bıyıklı olmayan. “Her şeyi yanlış anladığımı!” diye cevapladı onu hâlâ gözlüksüz olan.
İki yanık susam tanesi her ayın ilk pazar günü bir çay bahçesinde buluşup eski simitli günleri yâd ediyor, gözümle gördüm!
Sanal çakıyla sanal ağaçların gövdelerine sevgilimizin isminin baş harflerini yazabileceğimiz bir yazılım çıkmadı mı daha piyasaya? İnsanlık bazen gerçekten çok ağır hareket ediyor!
“Otuz iki dişin otuz ikisi de bir olmuyor” diye dert yandı döner başlıklı diş fırçası. “Bunu bana mı söylüyorsun!” diye terslendi tek dişi kalmış şimşir tarak.
Prens efendi tivit atmaktan başını alıp yanına gidemediği için, öpüp uyandırması gereken dünyalar güzeli prenses dalından düşmüş bir elma gibi günden güne çürüyüp pörsüyordu yattığı yerde.
“Bazen durduk yerde aklıma geliyorsun” dedi sağda oturan. “Demek o yüzden kendimde olmuyorum bazen” dedi soldaki.
“Katili biliyorum!” diye bağırdı daha romanın ilk sayfasında aklıevvelin biri. “Ama daha cinayet işlenmedi ki!” diye geçirdi içinden okur. İkisi de kendince haklıydı, matbaada sayfalar karışmıştı sadece.
Her ne kadar içimizde her daim dalgalı denizlere açılacak cesaret olsa da, bir yerlerde bizi bekleyen munis bir liman olduğunu bilmeye hep ihtiyacımız olacak.
İki kere iki dört ediyor, anladık! Peki, diğer sayıları bu kadar ihmal etmeye hakkımız var mı?
“Bazı yağmurları, bazı şarkıları, bazı insanları uyuyarak geçirmek çok yazık” diye yazmış dostum Mevlana İdris (şifalar olsun), ‘Şizofreni Risalesi’nde. Kendisi de uyuyarak kaçırılacak insanlardan değildir. Hadi uyanalım da balığa gitsin!
Kaynak: Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.