Sosyal Medya

Güncel

Gökhan Özcan / Haymatlos

Gökhan Özcan / Yeni Şafak



Kısa cümlelerle konuÅŸuyor oluÅŸumuz insanlığımızın uzun, zamana dayanıklı, yerini seven, kendi tınısında eÄŸleÅŸen sözlere güç, belki de yürek yetiremediÄŸimizden.

“Bir ÅŸey mi söyleyecektin?” diye sordu sesi gür çıkan. “Ben bütün hayatımı o eÅŸikte geçirdim!” diye geçirdi içinden hiç bir ÅŸey söylemeyen.

Ä°çimizde birikip duran o kadar çok ÅŸey var ki, hangi kelimelere sığdıralım, hangi sözlere güvenelim, anlatmaya nereden baÅŸlayalım, bir çırpıda içimizden çıkaramayacağımıza göre nasıl bir sıraya sokalım kendi kendine mırıldanıp duran o kelimeleri, kime söyleyelim, kimi bulalım da kendimizden, içimizden, içimizi derinliÄŸine kaplayan ÅŸeylerden bahsedelim ona, kime açalım açılmamış kilitlerimizi, hiç söylenmemiÅŸ onca ÅŸeyi hangi kılığa sokup da söyleyelim... SuskunluÄŸu bir tercih gibi görmek, göstermek, havalı, fiyakalı, gizemli bir broÅŸ gibi göÄŸsümüzün üstüne takıp dolaÅŸmak iÅŸimize geliyor belki de. Ne yapabiliriz sanki bundan baÅŸka! Kimin bir baÅŸkasını içinden görmeye cesareti, böyle bir merakı ve arzusu var? Kendi yörüngesinde, birbirine çarpmadan dönüp duran soÄŸuk gezegenler gibiyiz. Uzay boÅŸluÄŸunda tek başına... Ne çok gizem, ne çok sır, ne çok sevgi; bırakalım sese, söze, ifadeye kavuÅŸmayı, nefes dahi alıp veremeden boÄŸulup gidiyor bu havasızlıkta. Bu yersiz yurtsuzlukta... Ne çok insan kaybolup gidiyor bir haymatlos gibi... Kimse onları bilmeden, bulmadan, zaten hiç aramadan...

Åžule Gürbüz'ün 'Öyle miymiÅŸ?' isimli kitabından bulunduÄŸumuz yerin tenhalığına dair birkaç yakıcı satır: «Aslında ne tenha bir yer burası. Bir söz, bir hakikat bütün dünyayı, milyarları dolaşıyor da ne bir sahip, ne bir göÄŸüs kafesi buluyor sığınıp saklanacak. Ne tenha bir yer burası, bir acı goygoycudan, bir dert kendi derdini unutmak isteyenden, bir düÅŸünce kendi düÅŸüncesini saÄŸlamlaÅŸtırmak isteyenden, bir hakiki söz onu sade ezberine almak ve heybesine kendinin olarak katmak isteyenden baÅŸkasına rast gelmiyor.»

Ä°çinizin toprağında güzel, deliÅŸmen, rengarenk bir çiçek açıyor diyelim. Yeraltı ırmaklarınızdan çekiyor suyunu. Sevgilerinizin aydınlığından alıyor ışığını. Onu çıkarıp koyacak bir yer var mı dünyanızda, bir seramik saksı, bir çiçek tarhı, bahçenizde bir karış toprak, herkesin görebileceÄŸi yerde bir vazo? Ä°çinizde açan bir çiçeÄŸin aynı neÅŸve, aynı canlılık, aynı heyecanla soluk alıp verebileceÄŸi bir yer var mı içinizin dışında? Bizim en güzel çiçeklerimiz içimizde açıyor ve orada saklı kalıyor daima.

“Bu biraz sevdaya benzeyen, biraz da sevdasızlığa/ böyle geliÅŸigüzel, böyle kırık dökük/ sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana” diyor Edip Cansever, ‘Sonrası Kalır’ın ikinci kitabında.

Belki bugün içinizden geçtim, farkında olmadım. Belki dün içimin bir köye başında karşılaÅŸtık ama görmediniz hiç beni. Gecenin el ayak çekilen vakti, içimin bütün kırlangıçlarını uçmaya çıkardım belki, uyuyordunuz siz. Tam söyleyecek kıvama getirdim içimdeki bir ÅŸeyi, meÅŸguldünüz. Bir tek cümle için belki günlerce hazırlık yaptınız, söylemek için bir boÅŸ yer bulamadınız ÅŸu gürültülü karmaÅŸanın içinde. Belki içimi tırmalayan bir sorunun cevabı vardı sizde, hiç soramadım. Belki ben de bir ÅŸey, bir ÅŸeyler, kırık dökük birkaç kelime söyleyecektim, hiç susmadınız. Ömür boyu belki durursunuz diye bir durakta bekledim belki, oradan hiç geçmediniz. Belki gözlerimden içine bakacaktınız, dayanamadım, yana çekildim. Belki suçluydum, cezamı vermediniz. Belki süt kadar temiz ve masumdum, dinlemediniz. Hiç kimse ölmedi belki ama, yine de ben nice sessiz cinayet iÅŸledim, nice sessiz cinayet iÅŸlediniz!

“Duvarlar” dedi beyaz saçlı adam, “insanların hiç söylenmemiÅŸ sırlarının kanayan izleriyle dolu!”

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.