Sosyal Medya

Güncel

Fatma Barbarosoğlu / Evlatlar ile ebeveynler arasındaki dengenin korunması ve toplumsal mesuliyet

Fatma BarbarosoÄŸlu / Yeni Åžafak



Yayınladığım yazıların, okuduÄŸum kitapların, seyrettiÄŸim filmlerin baÅŸkaları tarafından nasıl idrak edildiÄŸini her zaman merak ederim. Fakat geçen hafta yayınlamış olduÄŸum “Bahar’ın biyografisi”nin nasıl okunacağını az çok tahmin ediyordum. Tahminim doÄŸru çıktı.

GörüÅŸlerine çok deÄŸer verdiÄŸim bir arkadaşım, yazının anlaşılmayacağını söyledi: “Önemli bir tasvir. Yalnız insanlar yüzleÅŸmek istemedikleri sorunlarla yazı üzerinden karşılaÅŸmaktan pek de hoÅŸnut kalmayacaklardır.”

Arkadaşım kendi kuÅŸağı için doÄŸru bir çıkarımda bulundu. Ancak gençler için durum tamamen farklı. Gençler kendi yaÅŸadıkları ya da arkadaÅŸlarının hikayesi üzerinden tanık oldukları sorunların yazıya dökülmesinden memnuniyet duydu ki benim öngörüm de bu yöndeydi.

Ebeveynler “Kol kırılır yen içinde kalır”, “Ortaya getirme alıcısı çıkar” sözlerinde ifadesini bulan ilkeye sadık kalınmasından yana. Lakin toplumsal sorunlar, üzeri örtülüp görmezden gelinerek çözülemez. YokmuÅŸ gibi davranmak derdin derinleÅŸmesine neden olur, teÅŸhis ve tedavi edilmesini güçleÅŸtirir.

DiÄŸer taraftan, toplumsal sorunlar kadın kuÅŸağı yayınların, “suçluyu bulma performansı” içinde ele alınırsa, iÅŸte o zaman tam da “Kötüyü ortaya getirmeyin muhakkak alıcısı çıkar” ilkesini doÄŸrulayan bir netice ile karşılaşılır.

Bahar’ın biyografisinden hoÅŸlanmayanların görüÅŸleri henüz bendenize ulaÅŸmadı. Ama Bahar ile yazı üzerinden karşılaÅŸan gençlerin duygularına dair iki mektup ulaÅŸtı. Mektuplar doÄŸrudan bendenize gönderilmedi. Okuma grubunda yapılan paylaşımları, okuma grubunun yöneticisi olan, görüÅŸlerine, toplumsal sorumluluÄŸuna güvendiÄŸim Ä°smail Bey gönderdi.

Bu yazıda ilk mektubu dikkatinize sunmak istiyorum. Mektubun sahibi atama bekleyen 26 yaşında Ä°lahiyat mezunu bir genç kız, adı bu yazı için Ruveyda olsun.

Ruveyda mektubuna Bahar’ın cümlelerini alıntılayarak baÅŸlamış.

“Annemin mutluluk anlayışına göre, onu mutlu etmek için yaÅŸayamam deÄŸil mi? Bütün tercihlerimi anneme göre yaparsam ben ne olacağım? Bu hayat bana verilmiÅŸ bir hayat. BaÅŸkalarının hayat hakkını gasp etmiyorum.”

“Bu cümleler son 5 yıldır kafamda sürekli dönüp duran düÅŸünceler. Yazıda kendimden çok ÅŸey buldum. BaÅŸörtüsü konusunda üzerimde yoÄŸun bir denetim var. Zaten psikolojik baskıyla kapandım. Yaz tatillerinde de ara ara açtım. Bir keresinde anneme bu durumu açıkladım, açılmak istediÄŸimi söyledim, ‘Açılırsan benim kızım deÄŸilsin’ dedi. Babama düÅŸüncemi üstü kapalı bir ÅŸekilde söylediÄŸimde bile ‘Gebertirim seni’ dedi. Ki ÅŸimdiki tesettürlü halimi bile tasvip etmiyorlar, bir ferace deÄŸil çünkü.

Eskiden onlardan korkardım, artık üzülmelerinden korkuyorum. Başımı açabilirim ama hem babamın hem de annemin saÄŸlık sorunları var, başımı açmamı kaldırabileceklerini düÅŸünmediÄŸimden zihnimde dolaÅŸan başımı açma düÅŸüncesini evlenene kadar rafa kaldırdım… Özgür olmak için evliliÄŸi bekleyenlerdenim.

Evlilik ve çocuk mevzusuna gelince… Evlilik, istediÄŸim hayatı elde etmenin iki yolundan biri. Biri dedim, diÄŸeri ise atanıp gitmek buralardan.

EvleneceÄŸim insanla ilk anlaÅŸmaya varmam gereken noktalardan biri çocuk yapmamak ya da bir süre… Bir süre diyorum çünkü günün birinde belki ben de anne olmak isterim.

Çocuk benim için hayatı yaÅŸamaya engel bir unsur. Hayatta birçok alan var, merak ettiÄŸim çok ÅŸey var. Dünya kocaman, keÅŸfetmek istiyorum. Çocuklu bir kadının hayatında ne meraka ne keÅŸif heyecanına yer yok.

Anne daima kendinden veriyor, zaman, uyku, emek. Altından kalkılması zor bir sürü sorumluluk. Annelik duygusunu tatmak için bir insanın kendisinden bu denli vazgeçmesini mantıklı bulmuyorum. Hayatta birçok duygu var, evet her birinin yeri bambaÅŸka ama zaten hepsini deneyimleyemiyoruz ki annelik de eksik kalıversin.

Anne evlat iliÅŸkisinde anne rolü çok ağır. Sürekli yüceltilen anne kavramından rahatsız oluyorum. Yanlış anlaşılmasın, çocukları severim, benim olmayan çocukları, sorumluluk gerektirmeyenleri…

Yazıda deÄŸinildiÄŸi gibi deÄŸiÅŸip geliÅŸen dünyada bizler de sürekli deÄŸiÅŸiyoruz, zaman neleri getirir bilemem ama ÅŸimdilik böyle düÅŸünüyorum.”

Ruveyda’nın satırları böyle. Åžimdi o satırların izinden gidelim...

Ruveyda’nın başını açmak istemesini, bu isteÄŸini yerine getirebilmek için evlenmeyi beklemesini baÅŸka bir yazıda

uzun uzun ele alalım inşallah.

Bu yazıda kadınlar için fıtri olan anne olma arzusunun nasıl deÄŸiÅŸip dönüÅŸtüÄŸü üzerine fikrimizi yoralım öncelikli olarak.

Dünyada milyonlarca kadın doÄŸal yoldan anne olamadığı için tıbbi teknolojiler ile anne olmaya gayret ederken, sayılarını henüz bilmediÄŸimiz pek çok kadın da çocuk sahibi olma imkanına raÄŸmen anne olmak istemiyor.

Ruveyda’nın annesinin Ruveyda’nın evlenince çocuk sahibi olmak istememesini anlaması mümkün mü? Ya da anlaması gerekiyor mu? Ruveyda’nın öncelikler sıralaması, annesi için muhtemelen çok korkutucu.

Ruveyda’nın annesi en az üç ya da dört çocuk dünyaya getirmiÅŸtir. (Belki daha fazla.) Ruveyda’nın büyük ebeveynlerinin muhtemelen iki elin parmaklarına yakın çocuÄŸu olmuÅŸtur. Bu çocuklardan bir ya da ikisinin henüz bebek iken ölmüÅŸ olması ihtimal dahilinde...

Geleneksel toplumda çocukların büyütülmesi doÄŸal bir sürecin parçasıdır. Neredeyse ayaklarının üzerinde durmaya baÅŸlar baÅŸlamaz küçük çocukların bile aile içinde görevleri vardır.

Nazife ÅžiÅŸman ile yaptığımız Kadınların Dilinden Dündökümü: 1900’lerden 2000’lere Gaziantep adlı çalışmada 1940’larda dünyaya gelmiÅŸ köy kökenli hanımların “Çocuklarınızı nasıl büyüttünüz?” sorusuna verdikleri cevap “Ben büyütmedim, Allah büyüttü.” oldu. Oysa aynı kuÅŸaktan öÄŸretmen hanımlar için çocuklarını büyütmek oldukça meÅŸakkatli idi, çocuklarını nasıl büyüttüklerini bütün teferruatı ile hatırlıyorlardı: Sabah erkenden anne ya da bakıcı evine bırakılan, mesai bittikten sonra anneden/bakıcıdan alınıp eve getirilen çocuklar. Oysa aynı kuÅŸaktan, aynı meslekten erkekler çocuklarının nasıl büyüdüÄŸüne dair tek bir kare hatırlamıyor(du). Çünkü öÄŸretmen anneler ev-iÅŸ-çocuk üçgeninde koÅŸtururken, öÄŸretmen babalar mesai bittiÄŸinde ÖÄŸretmen Evi’nde sosyalleÅŸmeye devam ediyor(du).

Niye köy kökenli kadınlar çocuklarını büyütmeyi bir meÅŸakkat olarak hatırlamıyor?

Çocukların biyolojik ihtiyaçlarının karşılanmasının “iyi anne olmak” için yeterli olduÄŸu toplumsal düzende, “anne olmak” günümüzdeki kadar zor deÄŸildi. Hatta ÅŸehir hayatında bile otuz yıl önce çocuk yetiÅŸtirmek günümüze oranla çok daha kolaydı. Dolayısıyla Ruveyda’nın düÅŸüncelerini “şımarıklık, tembellik” gibi sıfatlar eÅŸliÄŸinde yargılamaya kalkmak meseleyi teÅŸhis etmemizi, toplumsal çözüm üretmemizi engeller. Toplumsal süreklilik için orta kuÅŸağın ontolojik dengeyi muhafaza ederek, gençliÄŸin nasıl bir dünyayla muhatap olduÄŸunu kavraması, gençlerin bu deÄŸiÅŸen dünyayı nasıl algıladığını, hayattan beklentilerini bilmesi gerekiyor.

Peki nasıl bilecekler? Toplumsal meseleler bireyin ve psikolojinin hanesine kaydedildiÄŸi sürece bu pek mümkün görünmüyor.

Sosyal medya üzerinden her eve ulaÅŸan “fenomen anne”lerin genç annelere sunduÄŸu reçeteler, çocukların doÄŸal geliÅŸimini engelleyerek “ilgi terörü” inÅŸa ediyor. Pek çok genç anne “ilgi terörü”nün dayatmalarından yılmış ve yorulmuÅŸ vaziyette.

Ruveyda, dünyayı keÅŸfetmek istiyor. Çünkü onun elinin altında, dünyanın farklı tat ve görüntüleri, oralara gidip fotoÄŸraf paylaÅŸan arkadaÅŸlarının “duygu”ları var. Oysa Ruveyda’nın büyük ebeveynlerinin kuÅŸağında, komÅŸu köye gelin giden kadının hayatı bile ailesi için uzak ve gurbetti.

Ruveyda, yaÅŸadığı çevrenin baskısından kurtulmak için atanmayı ya da evlenmeyi bekliyor. Oysa baskıdan kurtulmak için yapacağı evliliÄŸin ya da aileden uzaklaÅŸmasını saÄŸlayacak meslek hayatının,

ona beklediÄŸi hasarsız düzeni vermesi pek kolay görünmüyor.

Ruveyda’nın atandığını düÅŸünelim. Tesettürü bir yük, ağır bir kabuk olarak gören meslek dersi hocası ya da vaize olarak ontolojik dengesini kurması, koruması mümkün mü? Ailesi “El alem ne der korkusuyla” kızlarının başını açmasını engellemeye kalkıyor ve esasında bu tutumları ile hem kendi kızlarına hem de cemiyete en büyük kötülüÄŸü yapıyorlar.

Ebeveynler ile evlatları arasında dengeyi muhafaza edecek “toplumsal görgü” ve nezaketin, öze/imana zarar vermeden tamir görmesi, yıpranan kısımların yeniden inÅŸa edilmesi gerekiyor.

Niye nezaket dedim? Nezaket ahlakın en alt basamağıdır. En alt basamak muhkem ÅŸekilde inÅŸa edilmeden üzerine ilave basamaklar yapmak mümkün deÄŸildir.

Vaktinde tasvir edilmemiÅŸ sorunlar büyüdüÄŸünde panik havası içinde ÅŸimdi ne yapmalıyız sorusu dillerden düÅŸmez.

Şimdi ne yapmalıyız?

“DeÄŸerlerimiz deÄŸerlidir” edasında her türlü erdemi cümle içinde kullanarak “ahlaklı toplum”; ne kadar çok imam-hatip mezunu ne kadar çok ilahiyat mezunu verirsek o kadar dindar gençlik yetiÅŸir yanılgısından bir an önce vazgeçmekle baÅŸlayabiliriz.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.