Güncel
Toplumsal beden siyasetinin eski ve yeni koşulları
Yasin Aktay / Yeni Åžafak
Çok temel bazı meselelerde bile birbiriyle anlaÅŸamayan, birbirine diÅŸ bileyen, birbirine duygularını kin ve nefret üzerinden ifade eden topluluklardan bir beden bütünlüÄŸü çıkarmak. Bir istibdat düzeninde bütün bu kurt halleri belki güçlü bir Leviathan pratiÄŸi ile kontrol altına alınır, zaten bu durumda kimse kimseye diÅŸ bileyecek, kin ve nefret duygularını da ifade etmediÄŸi için gayet uyumlu bir toplum görüntüsü oluÅŸur.
Mesela SoÄŸuk SavaÅŸ yıllarında Yugoslavya’da temin edilen düzenin ne kadar zora ve korkuya dayalı olduÄŸu birliÄŸin çözülmesinden hemen sonra baÅŸlayan iç savaÅŸla günyüzüne çıkmıştı. Ortodoks Sırp, Katolik Hırvat ve Müslüman BoÅŸnakların bir arada yaÅŸarken içten içe besledikleri ancak bastırılmış düÅŸmanlığın patlaması 5 yıl süren ve en az 300 bin insanın ölümüne yol açan bir iç savaÅŸa yol açmıştı. Burada patlayan ÅŸey sosyalist ideoloji kapsamında en çok bastırılan din ve dine dayalı bir milliyetçilik olması oldukça manidar olmuÅŸtur.
Demokratik veya istibdadın azaldığı durumda bastırılan düÅŸmanlıklar ortaya çıkmak için bir fırsat bulsa da bu zorunlu deÄŸil. Akıllı-adil bir yönetimle farklılıkları bir arada ve uyumlu bir toplumsal beden bütünlüÄŸü içinde tutmak hiç de imkânsız deÄŸildir. Tarih boyunca bunu baÅŸarmış nice medeniyetler olmuÅŸtur ki, Osmanlı bunun en iyi örneklerinden biridir.
Ä°nsanların farklılığından bir toplumsal ve siyasal beden bütünlüÄŸü çıkarmak hepsini bir araya getirecek, birlikte bulunmaya razı hatta mutlu kılacak saÄŸlam bir hikâye veya hukukla, üzerinde uzlaşılmış bir sözleÅŸmeyle mümkün. Unsurlardan birini yok sayan, aÅŸağılayan veya kötüleyen bir hikâye belki çoÄŸunluÄŸa hoÅŸ gelebilse de siyasal bünye içinde ciddi bir rahatsızlığın kaynağı olur.
Alman toplumunu Alman ırkının yüceliÄŸi ve erdemleri üzerinden bir millet haline getirmek mümkün olmuÅŸsa da Protestanlık ve Katoliklik arasında her ikisini tanıyan ve eÅŸit derecede onore eden bir yaklaşım geliÅŸtirilmeksizin, Alman toplumunda siyasal bünyeye yönelik bir hoÅŸnutsuzluk sorunu giderilemezdi. Nitekim, Almanya’da milli devlet her iki mezhebi eÅŸit derecede tanımakla kalmamakta, Alman ulusunun gücüne, mutluluÄŸuna katkıda bulunmak üzere her ikisiyle güçlü bir iÅŸbirliÄŸi içinde çalışmaktadır.
Ä°ngiltere’de ise ülkenin Ä°rlanda sorunu, kendi millet tanımında Anglikanizmin merkezi konumundan dolayı hiçbir zaman giderilemeyen bir sorun olarak kalmıştır. Ä°rlandalılar kendilerini Anglikanizme dayalı siyasal bedenin bir organı veya parçası olarak görememekte, ancak kendilerini ayrı ama özgür olmayan bir beden gibi tahayyül etmektedirler.
Türkiye’de de siyasal beden tahayyülü noktasında faktörler ve bileÅŸenler çok, ancak dinin, laikliÄŸin kendine özgü tanımından itibaren ne kadar birleÅŸtirici bir unsur olabildiÄŸi, doÄŸrusu her zaman irdelenmeye deÄŸer bir soru olmuÅŸtur. Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez vs. unsurların bulunduÄŸu Türkiye’den bütün bu unsurların etnik özelliklerini gözardı ederek hepsine birden Türk milleti diyebilmenin belki tek mümkün yolu bunların hepsinin ortak bir özelliÄŸi olarak dine merkezi bir rolün verilmesi ve Türk kavramının etnik bir tanımdan ısrarla uzak tutulması olabilirdi.
Bu konuda dönemsel olarak farklı siyasetler ve farklı anlayışlar bir yandan muhtemel çatışmaları yumuÅŸatmakta iÅŸlevsel bir rol oynarken bir yandan da bu farklılıkların fay kırıklarındaki gerilimi beslemeye devam etmiÅŸtir. Mesela, Türk kavramı bir ırkı ifade etmekten öteye salt bir vatandaÅŸlık kategorisi olarak sunulamadığı zamanlar… Veya aradaki mümkün en birleÅŸtirici unsur olarak din de benimsenen laiklik çerçevesinde iyice sulandırıldığı, bu yüzden toplumun bir milletin muhtaç olduÄŸu harcı tutma ihtimali iyice azaltıldığı zamanlar...
Nitekim, Cumhuriyetin ilk yıllarında benimsenen laiklik politikaları dini sosyal bütünlük için iÅŸlevsel bir araç olarak kullanmaktan bile uzaktı. Neredeyse dine bir bidat ve hurafe gözüyle bakıldığı için pozitivist bir ideolojik atmosferde itibarsızlaÅŸtırılarak neticede yok edileceÄŸi bir mücadele nesnesine indirgeniyordu. Özde dinle barışık olmayan bu bakış açısından dine birleÅŸtirici bir misyon yükleyerek ona itibarını iade etmesi beklenemezdi. Bu bakış açısının halktaki yansıması, kendini toplumsal bedenle hiçbir ÅŸekilde özdeÅŸleÅŸtiremeyen, hatta kendisini yine artık burada olamayan, sürgün bir baÅŸka bedenin muhayyel organı gibi görmekti.
DoÄŸrusu o saatten sonra ülkenin toplumsal bütünlüÄŸü ancak merkezi bir yönetimin zora dayalı yöntemleriyle mümkün olabilirdi ki bu da kabaca bastırma tekniklerinden baÅŸka bir yolu iÅŸaret etmiyordu. Yine de bir zamana kadar bu tekniklerin Türkiye’de bastırdığı özellikler, yaygın eÄŸitim ve ideolojik aygıtların iÅŸlerliÄŸiyle unutturduÄŸu veya baskıladığı özellikler yoluyla iyi-kötü iÅŸleyen bir ulus-toplumu var etti. Bu unutturmaya veya baskılamaya baÅŸarı diyenler de olabiliyor ama buradan gaflet ve eziklik kültüründen baÅŸka bir ÅŸey çıkmıyor.
Demokrasinin ve siyasetin sınırlı iÅŸleyen alanlarında bu özelliklere referans veren bir siyasi söyleme de yer yoktu ve bu bir ölçüde kanıksanıyordu. Oysa Türkiye’de darbeler yoluyla kendini yeniden üreten bu anlayış her seferinde toplumda iyi-kötü yerleÅŸen bir mutabakatın daha fazlasını talep ederken eski yaraları da kaşıyarak çalıştı. Her seferinde yaratmaya çalıştıkları bütünlük adına öne çıkan farklılıkları ezmeye çalıştılar. Farklılıkları ezmeye ve tesviye etmeye çalıştıkça o kesimlerde bir kimlik bilincini daha fazla uyandırmış oldular.
Sonuçta ülkede farklılıklar bir zenginlik ve bir toplumsal sermaye boyutundan ziyade ülke içinde sürekli enerji birikiminin yaÅŸandığı derin ve kırılgan fay hatlarına dönüÅŸtü.
Bugün siyaset büyük ölçüde geri dönmüÅŸ, hatırlanmış ve uyanmış bu fayların idaresi, bir beden siyasetidir aynı zamanda. Hiçbir toplumsal talebi, özelliÄŸi, arzuyu gözardı etmeden, hiçbir sorunu halının altına itmeden yönetebilme sanatıdır.
Henüz yorum yapılmamış.