Sosyal Medya

Süleyman Seyfi Öğün / Târihsel seyirler

Süleyman Seyfi Öğün / Yeni Şafak



Târihin tekerrür edip etmediÄŸi sık sık tartışılır. Bu hususta benim düÅŸüncem, Amerikalı yazar Mark Twain’dan mülhemdir. Twain, târihin tekerrür etmediÄŸini, lâkin kâfiyelendiÄŸini ifâde ediyordu. Kısa hayatlarımızda olup bitenleri târihsel karşılıkları üzerinden deÄŸil, günlük seviyeden algılarız. Ä°stikrâr dediÄŸimiz, günlük olarak yaÅŸadığımız, öngörülebilir, hesaplanabilir düzenliliklerdir. Bize bir emniyet duygusu bahÅŸeder. Daha sonra bir istikrârsızlıkla karşılaÅŸtığımızda ise ÅŸaşırır, istikrârın hasretini çeker, bir ÅŸekilde o istikrârlı günlere dönmenin yollarını ararız. Hâlbuki, târihsel olarak bakıldığında, istikrarsızlık, istikrarlı saydığımız süreçlerin içinden geliÅŸerek gelir. Târih, Ying Yang misâli, diyalektik olarak seyreder. Ak günlerin içinde, çok defâ farkına varmadığımız küçük bir kara vardır. Zamân içinde büyür ve varlığı ele geçirir. Evet, tekerrür ettiÄŸini sandığımız târih, ak ve kara günler arasındaki salınmalardır. Farklılık, olsa olsa düzlemlerde ve tonlardadır. Bunlara târihin tekerrür etmesi olarak deÄŸil, döngüleri, çevrimleri olarak bakmak daha doÄŸrudur. Târih aynı dâirenin içinde cereyan etmiyor. Ama, birikimini baÅŸka bir düzleme taşıyor, baÅŸka bir düzlemde döngüselleÅŸiyor. Günlük, hesaplayıcı öngörülerden farklı olarak târihsel öngörü biraz da bunların farkına varmaktır.

Bir baÅŸka tuhaflık ise, geçiÅŸlerde yaÅŸanan ara dönemlerin aldatıcılığında yatıyor. Bir misâl verelim: BirleÅŸik Krallığın dünyânın hegemonik merkezi olduÄŸu dünyâ, 1870’lerde ağır bir krize girdi. Sermâye ve emek verimliliÄŸinde ağır kayıplar yaÅŸanmaya baÅŸladı. 1850’lerde yüksek bir verimlilik oranlarını yakalamış olan ve ekonomisi “Yenilmez Armada” gibi görünen BirleÅŸik Krallık sarsılmaya baÅŸlıyordu. Tuhaf olan, bu sürecin, aÅŸağı yukarı yarım asırlık bir zamân zarfında kendisini hissettirmemesiydi. Tam aksine, bu devir târihsel kayıtlara “Güzel Zamanlar” (Belle Epoque) olarak geçti. 1914, yâni I.Genel SavaÅŸ’a kadar devâm eden bu zamân zarfında, büyük buluÅŸlar, bilim ve teknolojide sarsıcı geliÅŸmeler saÄŸlandı; edebiyatta, sanatta uç denemeler yaÅŸandı.. Hikâyeyi, aÅŸağıda canı çıkan büyük kitleler açısından okumak aydınlatıcı olabilirdi. Ama, gözümüzü biraz yukarıya çevirince tablo deÄŸiÅŸiyordu. Üst ve orta sınıflar derin bir karnavalesk sarmalına girmiÅŸti. Aydınlanma filozoflarının vaz etmiÅŸ oldukları hedeflere varılmış görünüyordu. En mühimi de, bu devrin savaÅŸsız bir devir olmasıydı. Ebedî Barış idealine varıldığı hissi yaygınlaÅŸmıştı. Evet, alt sınıfların hâli hâl deÄŸildi; ama zamân içinde onların da orta sınıf standartlarına ulaÅŸması neden mümkün olmasındı? 1889-1923 arasındaki II.Enternasyonal’in fikri de zâten buydu. (DoÄŸrusu, bizdeki Abdülhâmid-i Sâni devri de, bu Güzel Zamanlar’dan nasibini almıştır. SavaÅŸsız bir kaç on sene, biraz da bunun hediyesidir). Günün sonunda yaÅŸananlar ise herkesin mâlûmudur. 1914-1918 ve 29 Krizi’nin akabinde yaÅŸanan iki korkunç savaÅŸ gelmiÅŸ, medeniyet neredeyse varını yoÄŸunu kaybetmek noktasına gelmiÅŸtir.

II.Genel SavaÅŸ sonrasında baÅŸlayan ABD hegemonyası, döngüyü baÅŸka bir düzlemde yeniden üretti. (Buradaki düzlem farkını nükleer tehlikenin belirlediÄŸini unutmamak gerekir). 1950’lerdeki ABD için, tıpkı 1850’lerde Britanya için söyleyebileceÄŸimiz ÅŸeyleri tekrar etmek mümkündür. Yüksek bir verimlilik oranı üzerinden ABD ekonomisi, gerek üretimde gerek tüketimde devâsa bir güç olarak tecessüm ediyordu. 1970’lerde, yâni Britanya için düÅŸüÅŸün baÅŸladığı târihten tam bir asır sonra, ABD ekonomisi de kötü iÅŸâretler vermeye baÅŸladı. ABD sanki Britanya’ya kâfiye düÅŸürüyordu.

Krizin muhtelif sebepleri vardı. Yeniden bölüÅŸümün saÄŸladığı orta sınıflaÅŸma, merkezîleÅŸme, bürokratikleÅŸme, rutinleÅŸme baÅŸta gelen sebeplerdi. Mâliyetler, vergiler artıyor, bunun karşılığında iÅŸgücü verimliliÄŸi düÅŸüyordu. Hayâtı garanti altına alınan, tüketim alışkanlıkları boyut deÄŸiÅŸtiren iÅŸçi sınıfının artık can hakkına çalışmayacağı ortadaydı. Bunu, tüketimi ayakta tutmak için geliÅŸtirilen ağır bir borç ekonomisi, onu da desteklemek adına çılgın bir finansal geniÅŸleme tâkip etti. Ä°lk on sene, yâni 1980’lere kadar, enflasyon tehlikesini bertaraf ederek durumu idâre ettiler. Aralıklarla finansal fazlayı çekebildiler. Ama 1980’lerden sonra süreç kontrol dışına çıktı. Üst üste krizler gelmeye baÅŸladı. 1990’larda Sovyetler’i “yenen” ABD iÅŸte bu krizler içinde sarsılan ABD idi. Ama herkes, Sovyetler’in çöküÅŸünü ABD’nin zaferi zannetti. 1990-2008 arası, karşılıksız basılan paralar üzerinden yaÅŸanan ve neoliberâl yanılsamalarla yüklü yeni bir Belle Epoque devriydi.

Batı’nın son kozu, katma deÄŸer tekelleri oluÅŸturmaktı. Sanayi parçalanarak ucuz iÅŸgücü Asya baÅŸta olmak üzere çevreye dağıtılacak,; dijital ve yapay zekâ temelli katma deÄŸer tekelleri ise muhafaza edilecekti. Lâkin süreç öyle iÅŸlemedi. Çin burada da oyunu bozdu.

Marx, kapitalizmi en dargörüÅŸlü, hattâ akıldışı yapıların akılcı örgütlenmesi olarak deÄŸerlendirirken haksız deÄŸildi. Kapitalizmin baÅŸarıları, aslında onun zaaflarını oluÅŸturuyor. Åžimdilerde ABD merkezli Batı, kaybettiÄŸi avantajlarını yeniden kazanabilmek için saldırganlığını arttırmış vaziyette. SaldırganlaÅŸan Rusya gibi görünüyor. Aslında Ukrayna’da yaÅŸananlar, ABD saldırganlığının çarpık bir yansıması. Kendi saldırganlıklarını kamufle etmek, ona bahane türetmek için Rusya’yı saldırganlaÅŸtırdılar. Her savaÅŸ kaybettirir. Savaşın kazananı yoktur. Kazanan, savaşın görece dışında kalmasını bilen, ona katılsa bile, bunu tarafların en bitik olduÄŸu noktada yapan bir güç olur.. Bu da târihin sürprizi olsa gerekir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.