Mustafa Kutlu / Dön baba dönelim
Mustafa Kutlu / Yeni Åžafak
Anadolu’da yerleÅŸim birimlerinin çok eski tarihlerden itibaren su kenarlarına kurulduÄŸunu biliyoruz. Ya daÄŸ eteklerinde bir derenin iki yakasına kuruludur köy, yahut ovada kıvrıla kıvrıla akan nehrin civarına. Bazen göl kıyısına da, deniz kıyısına da yerleÅŸildiÄŸi olur. TRT televizyon yayınları içinde ErtuÄŸrul KarslıoÄŸlu’nun çektiÄŸi çok ilginç bir belgesel bu konuya ışık tutuyordu: “Suyla Gelen Kültür”. Hepimiz bir otuz kırk yıl öncesinde köyümüzün, kasabamızın, ÅŸehrimizin içinden veya yanından geçen ırmakta yıkandığımızı, balık tuttuÄŸumuzu hatırlıyoruz. Musluklardan akan su da civardaki bir kaynaktan gelirdi. Suyun ÅŸiÅŸeye girip, para ile satılır olması ilk dönemde nasıl garibimize gitmiÅŸti.
Aradan geçen zaman içinde bütün bu su kaynakları, bırakın içinde yüzmeyi, kenarından geçmeyi bile iÅŸkence kılan bir kirliliÄŸe maruz kaldı.
Kanalizasyonlar sürekli aktı durdu, çöpler birikti, sanayi atıkları köpükler çıkararak dereleri doldurdu.
Bir süre ÅŸehirlerin içinden geçen bu dereler çokluk üzerleri açık olduÄŸu için sorun yarattı. Hastalıkların menbaı oldu. Daha sonra üzerleri de kapatılarak derelikten çıkıp, bayağı bir kanalizasyon kanalı olarak daha büyük sulara doÄŸru akmaya baÅŸladı.
Büyük ÅŸehirlerin civarındaki bu dereler aslında ÅŸehre su saÄŸlayan barajları besliyordu. Yine besliyor ama yukarıda anlattığımız ÅŸekilde.
Böylece barajların suyu akıl almaz ölçülerde kirlenmiÅŸ oluyor.
Bu defa ne yapıyoruz? Bu kirliliÄŸi arıtmaya çabalıyoruz.
Çünkü su lazım. Susuz hayat olamaz.
Peki topraksız, havasız, aÄŸaçsız, bitkisiz, böceksiz olur mu?
Elbette ki hayır.
Bizim nesiller, modern zamanların bilimsel verileri doÄŸrultusunda insanın tabiata karşı verdiÄŸi mücadelede kazandığı zaferleri baÅŸ tacı ederek yetiÅŸti. Nedense insan ve tabiat arasında amansız bir savaşın olduÄŸu öÄŸretiliyordu. Ä°lkel insan bu savaşı kazandıkça medenileÅŸiyor, her geçen asırda bir baÅŸka bölgeyi fethediyor, bir sırrı çözüyordu.
Kutuplara ulaÅŸanlar “Kutup Fatihi”, Everest’in tepesine tırmanan “Everest Fatihi” oluyordu. Bu ne menem bir “fetih”ti acaba?
Bölgelerin, kıtaların, tropikal ormanların, petrol yataklarının fethi öncelikle bu yörelerdeki tabii kaynakların yaÄŸmalanması ile neticelendi.
Ä°nsanoÄŸlu bir kısır döngü içine hapsolmuÅŸtu. KurduÄŸu ve varlığı ile öÄŸündüÄŸü medeniyet, esas itibarı ile tabiatı tüketmeye dayanıyordu. Temiz, saf ve tabii olan iÅŸleniyor, baÅŸka bir biçim kazanıyor, bu biçimle insanoÄŸluna gûya bir konfor temin ediyordu. Ne pahasına?
Suyun, aÄŸacın, toprağın, havanın elden çıkması pahasına.
Åžimdi dünya bir yandan bu girilen yolda “sürdürülebilir kalkınma” diye direniÅŸini devam ettiriyor; bir yandan da “ah çevre, vah çevre” diye dövünüp duruyor. Bilim adamlarının tahminine göre iki bin bilmem kaç yılında dünyada kullanılabilir temiz su kalmayacakmış.
Tabii bilim buna da bir çare bulur. Kirli sudan, deniz suyundan vb. temiz su üretebilir (Üretiyor da zaten). Nasıl ki, zemheri ayında bize hormonlu domates yediriyorsa, tıpkı onun gibi.
Açıkçası yaÅŸadığımız doÄŸal çevre zaman içinde, bir sun’î çevre olmak yolunda hızla mesafe kat etmektedir. Domatesten gerçek domates tadı ve kokusu gelmemekte, içilen suda bir lezzet kalmamaktadır.
Tadından ve kokusundan vazgeçtik, bizi artık bu nimetlerin büsbütün ortadan kalkma tehlikesi bekliyor.
Bu gidiÅŸin elbette ki çeÅŸitli anlayışlar taşıyan muhalifleri var. Radikalinden ılımlısına kadar düÅŸünürleri, sanatçıları, politikacıları var. Muhalefet henüz cılız, genel gidiÅŸatı ters yöne çevirecek güçten yoksun. Ama belli olmaz, bakarsınız bütün bu saltanat, bu billur köÅŸk bir fiske darbesi ile tuz-buz olabilir.
Veya tam tersine insanoÄŸlu inadına sürdürür. Ya nükleer felaketin veya doÄŸal âfetlerin avucunda helak olur gider.
Bizler hâlâ kaynak sularının şırıltısını, serinliÄŸini, berrak görüntüsünü görüyor, duyuyor ve yaşıyoruz. Suyla gelen kültürün kırıntıları hâlâ bizi besliyor. Ama ya çocuklarımız, ya torunlarımız...
Onlar korkarım suyu sadece ÅŸiÅŸede, çiçeÄŸi serada görecekler.
Umarım yosun yiyerek büyümeye mahkûm olmazlar.
Henüz yorum yapılmamış.