Sosyal Medya

Güncel

Süleyman Seyfi Öğün / Coğrafyalar üzerine âfâkî bir yazı….

Süleyman Seyfi Öğün / Yeni Şafak



“CoÄŸrafya kaderdir” lâfı , hanidir dillere pelesenk oldu. Pek çok stratejist bu lâfı , olur olmadık yerlerde kullanıyor. Bahsedilen coÄŸrafyanın ne olduÄŸu husûsuna gelindiÄŸinde ise her kafadan baÅŸka bir ses çıkıyor. Kimileri OrtadoÄŸu’dan, kimileri YakındoÄŸu’dan , kimileri de Avrupa veyâ Asya’dan bahsediyor. Ezcümle, gâliba aslında coÄŸrafyamızdan pek de emin deÄŸiliz. Lâfa îtibâr edecek olursak , yâni eÄŸer coÄŸrafya kaderse, herkesin keyfe mâyeÅŸâ târif ettiÄŸi ,emin olunmayan bir coÄŸrafya ,ister istemez emin olunmayan bir kader doÄŸuracak demektir.

Bir coÄŸrafyadan emin olmak, en baÅŸta onun maddî çevresinden , meselâ iklimi veyâ bitki örtüsünden emin olmayı icap ettirir. Trakya ve Marmara havâlisi bu îtibârla Balkanlar’dan uzun boylu bir farklılık göstermez. Balkanlar, Trakya ve Marmara’da devâm eder. Ege ise, tabiî dokusu cihetinden komÅŸumuz Yunanistan’ın tıpkısının aynısıdır. Akdeniz havâlisi olarak bildiÄŸimiz kuÅŸak ise , Kıbrıs, Sûriye, Lübnan , Malta, Mısır , ,Libya, temil güneyleriyle Fransa, Ä°spanya , Ä°talya , kuzeyleriyle de Tunus ve Cezâyir’in deniz ile baÄŸlantılı kuÅŸağından hiç de farklı deÄŸildir. Karadeniz ise , bu havâlide yer alan bir kısım Balkan coÄŸrafyaları ve bilhassa Kafkasya ile örtüÅŸür. Ä°ç Anadolu’nun bozkırları ve kesif daÄŸları ise, Asya’yı çaÄŸrıştırır.

ModernleÅŸme süreçleri, fizikî coÄŸrafya bilgisi ile siyâsal veyâ coÄŸrafya bilgisinin derin kopukluÄŸunu armaÄŸan etti bizlere. Modern siyâsal - kültürel oluÅŸumlar fizikî coÄŸrafyanın ortaklıklarından, yakınlıklarından beslenen târihsel mukadderat baÄŸlarını , iliÅŸki ve etkileÅŸimleri aşındırdı. Kadim siyâsal ve kültürel oluÅŸumlar , elbette mutlak olarak deÄŸil, lâkin modern olanlar ile kıyaslandığında fizikî coÄŸrafyanın sunduklarıyla daha fazla uyuÅŸumluydu. Modern siyâsal haritalar , farklı jeokültürel bagajlara sâhip olan modern ideolojilere göre ÅŸekillendi. Bu ÅŸekillenme ise târihsel mukadderat baÄŸlarını hiçe saydı, ektiÄŸi husûmet tohumlarıyla bunları paramparça etti. Hâsılı coÄŸrafya kader olmaktan çıktı. CoÄŸrafyalara sun’i, baÅŸka baÅŸka mukadderatlar giydirildi.

Konumuza dönelim… Türklerin coÄŸrafyası bir veçhesi olan Batısıyla Avrupa’yı; diÄŸer veçhesi olan DoÄŸusuyla Asya’yı çaÄŸrıştırır. Osmanlı mülkü düÅŸünüldüÄŸünde ise Rumeli ve Anadolu alt coÄŸrafyaları olarak , Türkler hem Avrupa hem de Asya arasındadir. Moda tâbirle bu, herkesin ezbere bildiÄŸi bir konumlanmadır. Mesele bu konumlanmanın zihinlerde nasıl bir temsil karşılığı olduÄŸuyla alâkalıdır. Kimileri Türkiye’yi Batı ile DoÄŸu arasında bir köprü olarak deÄŸerlendirir. Çift yoruma açıktır bu bakış. Türkiye ne DoÄŸudur ne de Batıdır hükmü de çıkarılabilir ; Türkiye hem DoÄŸudur hem de Batıdır hükmü de. Köprü metaforu deÅŸildiÄŸinde, içinde bir tuhaflık, hattâ tâlihsizliÄŸin yattığı hemen anlaşılabilir. Köprü araçsal bir varlıktır. Üzerinden gelinir geçilir. Köprü, ne gelene ne de gidene âittir. Olsa olsa üzerinden geçilir. Bu benzetmenin biraz da bu geliÅŸ geçiÅŸlerden nemâlanmayı bekleyen basit bir fırsatçılığın mahsulü olduÄŸunu düÅŸünürüm.

Türkiye’yi mutlak olarak Batı ile iliÅŸkilendirmek isteyen ve DoÄŸulu taraflarını budamak isteyenler vardır. Rumelici Yahya Kemal sendromunun çeÅŸitlemeleri derim ben buna. Meselâ , Azra Erhat, Cevat Åžakir gibi Hektorcu Türk Hümanizmacıları, bunun bir ucudur. Buna mukâbil ve tepki olarak Türk DoÄŸucuları da zuhûr etmiÅŸtir. Anadolucu Mükrimin Halil, Remzi OÄŸuz, Nureddin Topçu , Büyük DoÄŸucu Necip Fazıl gibi tesirli kalemler temsil eder bu akımı. Hemen hepsi çeÅŸitli boyutlarıyla, doÄŸrudan veyâ dolaylı olarak Rumeli’den rahatsızdırlar. Hızını alamayan kimileri aşırı yorumlarla Asya steplerine , kimileri de dinî hassasiyetler geliÅŸtirerek Hicaz çöllerine savruldu. Hâsılı, zihinler parçalandı ve merkezkaça geçti. Zaman ve zemin, muhit ve yaÅŸanmış tecrübelerin birikimi buharlaÅŸtı.

ÇeÅŸitli türevleriyle DoÄŸuculuk ve Batıcılık arasında sıkışıp kaldık. Yakın târihimize Sultan Alpaslan’dan baÅŸlayarak yaÅŸanan BatılılaÅŸma süreçlerinin müktesebatını dışlayan ve fetihleri o coÄŸrafyaların DoÄŸululaÅŸtırılması olarak gören ve Türkiye’nin kaderini DoÄŸu’da tutmak isteyenler ile; DoÄŸulu olarak gördüÄŸü herÅŸeyden tiksinip onlardan kurtulmak, Türkiye’nin mukadderatını Batılı deÄŸerlere baÄŸlamak isteyenlerin kavgası hakim oldu. Modern zihniyet târihimiz, tekmil çeÅŸitlemeleriyle Rumeli’den kopuk bir DoÄŸuculuk ile Anadolu’dan kopuk bir Batıcılığın kavgalarıyla geçti. Hem kendimize hem de birbirimize yabancılaÅŸtık..

Åžu aralar , seneler evvel okuduÄŸum Panait Ä°strati’nin Akdeniz kitabını yeniden elime aldım. Arada Amin Maaloff’un romanlarına bakıyorum. Bâzı pasajların altını çizmiÅŸim. Bir de ufuk kelimesine kafayı takmış durumdayım. Bu kelimeye çok büyük haksızlık yaptığımızı düÅŸünüyorum. Ä°nsan zihnini hayâle sürüklediÄŸi , belki de hakikâtten kopardığına inanıldığı için çoÄŸulu olan âfâkî düÅŸünmek hoÅŸgörülmemiÅŸtir. Hâlbuki ufuk, gökkubbe ile yerkürenin bitiÅŸtiÄŸi yerdir. Arz ile semânın kaynaÅŸtığı yer… Aslında bugün her zaman olduÄŸundan daha fazla âfâkî , ufuklu düÅŸünmeye , coÄŸrafya bilincimizi ufuklu kılmaya ihtiyacımız var. Zihni bir ufuk çizgisinden kubbeli bir hareketle semâya taşımak, oradan da diÄŸer taraftaki ufuk çizgine kavuÅŸturmak. Semâda kaybolmak ve arzda küçük hesaplarla tepiÅŸmek yerine ;semâ üzre kurulan hayâlleri yeniden arz ile buluÅŸturmak…Jason Goodwin’in kitabı…Ne güzel bir baÅŸlık: Ufukların Efendisi Osmanlılar….

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.