Sosyal Medya

Güncel

"Söyle şeyhim, ne zaman muselman olacaksın?"

Selahaddin E. ÇAKIRGİL / Star



Ramazan'ı daha fazla ve rengârenk yemekler sanmak gibi eÄŸilim bize geçmiÅŸten kalan bir yanlış kültür kalıntısı olsa gerek. Osmanlı'da daha da fazlası varmış, Åžehzadebaşı'nda 'Direklerarası' denilen mahal, eÄŸlence merkezi imiÅŸ, iftar vaktinden sahura kadar...
 
Hâlbuki, Ramazan, bedenen ve rûhen arınmak idmanının yapıldığı bir aydır.
 
Bir 'nebevî hadis'teki, 'Ä°nsanoÄŸlunun doldurduÄŸu en kötü kab, kendi midesidir...' meâlindeki 'rivayet' ne kadar uyarıcıdır.
 
*
 
Sahi, 'Ramazan geldi...' diye, daha çok yemek için deÄŸil, daha az yemek için, her ÅŸeyden daha az satın almak, bir göztokluÄŸu olarak topluma devamlı telkin edilse ve daha fazla satın almak eÄŸilimi, bir 'görgüsüzlük ve açgözlülük' olarak nitelense, netice nasıl olur, dersiniz?
 
*
 
Bizim köylerimizde, yaÅŸlılarımız, bahçelerinden-bostanlarından aldıklarını, komÅŸularıyla, 'baÅŸkalarının da göz hakkı vardır' diye paylaşırlardı... Ä°mkânları olduÄŸu halde, pazardan, fileler dolusu alış-veriÅŸ yapmayı da ayıp sayarlardı. Materyalist dünya görüÅŸüne baÄŸlı olanların anlayamıyacakları 'Digergamlık' (baÅŸkasını da düÅŸünmek) bir temel hayat düsturu gibiydi. Materyalist insan ise, baÅŸkasını düÅŸünmek ne kelime, 'Cehennem yani diÄŸerleri...' anlayışına bina etmiÅŸtir, hayatını...
 
Ä°stanbul'da Pazar kurulan mekânları hele de akÅŸam üstlerine doÄŸru ÅŸöyle 1 saat kadar bir dolaÅŸmanın insana çok ÅŸeyler öÄŸreteceÄŸini sanıyorum... Oralarda, dar gelirli insanları daha çok görürsünüz ve de aç gözlü satıcıların hilelerini...
 
Evvelki gün, 'Mısır Çarşısı'ndan geçeyim dedim, ana-baba günü idi. Özellikle kuruyemiÅŸ satıcılarının çığırtkanlıkları arasında, özellikle de ev hanımları durumunda oldukları sanılan yaÅŸ kesimi, 'Amaan, çok pahalı...' dedikleri halde, hemen sıraya giriyorlardı. Hâlbuki o kadar iÅŸtihalı alış veriÅŸ yapmasalar, bakıp geçseler, o satıcılar ona göre davranacaklar, malları ellerinde kalacak ve fiyatlar tepe-takla olabilecektir.
 
Oradan, Fatih- ÇarÅŸamba Pazarı'na geçtim... Orası da ana-baba günü... Çok dar gelirli olanlar zâten belli... Onlar, tezgâhlarda, seçile-seçile artık en kalitesiz olanların kaldığı anlaşılan sebze ve meyvaları almak zorundalar... Evet, n'apsınlar, evde çocuklara bir ÅŸeyler hazırlayacaklar... veya söylene-söylene alıyorlar...
 
Ama, satıcılar, hiç yenilmeyecek kadar ezik, çöp hükmünde olan sebze ve meyvaları, ayrı bir yere koymuÅŸlar... Sanırsınız ki, onlar ihtiyaç sahiblerine parasız verilecek...
 
Ama, hayır!
 
Onları da sağlamlarının yarı fiyatına satıyorlar... Ve onları da almak zorunda kalan insanlar var... 'Ayıptır, yahu... Bunlar satılır mı?' demeye kalksanız, size en edepli tepkileri, 'Allah'ın acımadığına ben mi acıyayım?..' diyecek kadar, insanlıktan nasipsiz, iki ayaklılarla karşılaşırsınız...
 
'Onlarla sahiden de aynı inancı mı paylaşıyorum?' diye insan kendi içinden geçirebiliyor... Ve yazık ki, evet, onlarla aynı inancı paylaÅŸtığımı mescidlerde aynı safta olduÄŸumu görünce anlıyorum... Onlardan bazılarını, mescidlerde öyle huÅŸû içinde dua eder vaziyette görüyorum ki, kendimde aynı heyecanı bulamıyorum. Herhalde, günlük hayatın meÅŸgaleleri içinde haram-helâl demeden, daha çok kazanmak peÅŸinde olanlar, demek ki, o gözyaÅŸlarıyla, günlük hayattaki davranışlarını affettireceklerini sanıyorlar.
 
Ama, oradan da bir teselli buluyorum... Çünkü, bu insanlar, ya bir de ibadet etmeseler, onları kim frenleyebilir, daha bir azgınlaÅŸmazlar mı diyorum... Evet, bu insanlar bu inançları da olmasa kim bilir ne kadar daha bir zâlim olacaklardır...
 
Esasen, bütün enbiyaullah, (ilâhî peygamberler) de hep, sûreten /ÅŸeklen insan olanları sîreten, ruhen derunî dünyasıyla da insan olmak mertebesine yükseltmekle vazifeli olarak gönderilmiÅŸ deÄŸil midirler?
 
*
 
Ziyâ PaÅŸa, 150 yıl öncelerde, herbirimizin kulaklarına küpe olacak ÅŸekilde ÅŸu beyti söylemiÅŸti:
 
'Tevsi-i maiÅŸet (maiÅŸetini arttırmak)derdiyle geçmekte ömrün; /Söyle ÅŸeyhim, ne zaman muselman olacaksın?'
 
*
 
Sözü, Yahyâ Kemâl'in 'Atik Valde'den Ä°nen Sokakta...' ÅŸiirinde çizdiÄŸi tabloyla noktalayalım..
 
Yahyâ Kemâl, o ÅŸiirinde önce, Üsküdar'daki 'Atik-Valde' semtinin geçmiÅŸteki fakir görüntüsünü tasvir eder, ve bir Ramazan akÅŸamında fukara kızcağızlarını bakkalda bir ÅŸeyler almak için bekleÅŸtiklerini anlatır. Gerisini, Yahyâ Kemâl'den dinleyelim:
 
'(...) Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
 
Bir nurlu neÅŸ'e kapladı kerpiçten evleri.
 
Yâ Rab, nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
 
Tenhâ sokakta kaldım, oruçsuz ve neÅŸ'esiz...
 
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
 
Hadsiz yaÅŸattı rûhuma bir gurbet akÅŸamı.
 
Bir tek düÅŸünce oldu tesellî bu derdime;
 
Az çok ferahladım ve dedim kendi-kendime:
 
"Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
 
Mâdemki böyle duygularım kaldı, çok ÅŸükür."
 
*
 
Evet, oruçsuzluÄŸunu acı çekerek, bütün samimiyetiyle böylesine derinden itiraf eden ve bizim manevî hayatımıza uzaktan da olsa, imreniÅŸini bu kadar güzel yansıtmış az ÅŸair vardır.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.