Güncel
Süleyman Seyfi Öğün / Kokuşan savaş
Süleyman Seyfi Öğün / Yeni Şafak
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş mevziî olmaktan çıkıyor ve küresel bir nitelik kazanıyor. Bunun manâsı, büyüme ve yaygınlaşma potansiyeli taşımaya başlamasıdır. Korkulan, bu savaşın bir büyük hesaplaşmaya, bir 3. Dünyâ Savaşı’na yol açıp açmayacağıdır. Savaşın nükleer tehlikeyi tetiklemesi ihtimâli, yâni topyekûn insanlığın mahvı ile neticelenecek bir ihtimâl olarak Damokles’in kılıcı gibi üzerimizde asılıdır.
Savaş târihsel mânâda, kadim olanlarından modern olanlarına kadar her boyutuyla kirlidir. En haklı savaş bile, nihâî tahlilde, mecbûriyetler tahtı üzerinden, en fazla mâzeretlendirilebilir; meşrûlaştırılamaz. Çünkü nihâyetinde, birbirini hiç tanımayan, belki de tanısa, çeşitli yakınlıklar tesis edip dost olabilecek insanların birbirini öldürmesidir mevzûbahis edilen. Meselâ, cephede birbirini süngüleyen iki askeri düşünelim. Her ikisinin de resim zevkine sâhip olduklarını tasavvur edelim. Hayâtın olağan akışı içinde karşılaşsalar, muhtemelen bu ortak zevki paylaşacakları, her nev’i alışverişte bulunacakları kuvvetle muhtemel değil midir? Savaş, hayâtın olağan akışına aykırı, akıl dışı bir iştir.
Onu kutsayanlar, yüceltenler ise olsa olsa ruh hastaları olabilir.
Edebiyâtlar, doğrusu kendi paylarına bunun mücâdelesini vermiştir. Aklıma hemen II. Genel Savaş sonrası yazılan E. M. Remarque’ın romanları geliyor. Çok etkilenerek okumuştum İnsanları Seveceksin, Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Ölümsüz Günler gibi eserlerini… Antoine Saint Exupéry ise, İspanya İç Savaşı’na dâir gözlem ve tecrübelerini aktardığı Kanayan İspanya isimli kitabında bu çelişkiyi ne kadar da güzel anlatır…
Gelgelim hayâtı edebiyatlar kurup yönetmiyor. Edebiyâtın bütün yapabildiği bizi yaşadıklarımız üzerinde uyarmak ve düşündürmek. Elbette insanlığın ortak gayretinin savaşsız bir dünyâyı tesis etmek ve onu kurumsal bir devamlılığa taşımak olduğunu söyleyebiliriz. Ama târihsel tecrübeler bunun aksini söylüyor. Savaş o kadar târihe içkin bir olgu hâline gelmiştir ki, hiç değilse onu bile bir dizi kâideye oturtmak gayreti bile mânâlı bir işe dönüşmüştür. Bu bapta, sık sık İslâmiyet’in, semâvî dinler arasında bir savaş hukûkunu mesele edinmiş yegâne din olduğunu vurgularım. Merhûm Alija İzzetbegobeviç’in, Bosna Savaşı’nın en kanlı günlerinde askerlerine, “Unutmayın! Çarpıştığınız düşmanınıza bir borcunuz var: Âdil olmak” deyişini, onun Müslümanlığının en büyük nişânesi sayar ve derin bir hürmetle anarım. Batı, bu hassasiyeti ancak asırlar sonra, Westfalya sonrası kazanmaya niyet etmiştir. Sâdece niyet etmiştir diyorum, çünkü gidişâtın bunun tam tersi istikâmette cereyan ettiğini söyleyebiliriz. Onca gayret ve sözüm ona anlaşmaya rağmen, savaş teknolojisinin, nükleer, kimyâsal ve biyolojik silâh envanterlerindeki yenilikler üzerinden, öldürücülük ve yıkıcılık katsayısını her geçen gün biraz daha arttıran gelişimi tam da bunu ortaya koyuyor.
Machiavelli, asırlar evvel, gayrı nizâmî paralı orduların sakıncalarından bahsediyor ve devrinin en nizâmî ordularına sâhip Osmanlı ordularına methiyeler düzüyordu. Batı’nın nizâmî ordu düzenine geçişi çok sonraları oldu. Fransa, Prusya, Habsburglar ve Rusya’nın modern nizâmi ordular kurması geç 18. asır ve bilhassa 19. asırdır. Nizâmî ordu, aynı zamanda savaşları da nizâmî yapma işini de gayrete getirmiştir. Savaşan orduların, ortak olarak uyacak kâidelerin oluşturulması medenî bir değer kazanmıştır. Savaştan evvel diplomatik yolların sonuna kadar zorlanması, savaş sırasında sivil hedeflerin vurulmaması, hastanelerin, sağlık servisi veren teşkilâtların, gazetecilerin hedef alınmaması, kimyâsal silâhların yasaklanması, nükleer silâhların karşılıklı olarak denetime tâbî kılınması vs kâidelerin kabûl edilmesi müspet adımlar olarak değerlendirilebilir.
II. Genel Savaş sonrasında üç gelişme, yukarıda bahsedilen müspet gelişimleri âdeta budamıştır. Bunlardan ilki, bir zamanlar Machiavelli’nin kınadığı özel ve paralı orduların yeniden ortaya çıkışı; ikincisi, derin bir gizlilik içinde yürütülen biyolojik ve siber silâhların geliştirilmesi ve nihâyet nükleer silâhların taktik unsurlarının envanterlere dâhil edilmesidir. Rusya ile Ukrayna’nın odağında yaşanan küresel savaşın içinden bu üç tehlike eşlenerek çıkıyor. Bunu çok tehlikeli bulduğumu ifâde etmek zorundayım...
Savaş her zaman kirlidir… Lâkin bu defâ kokuşarak karşımıza geliyor… En medenî libasımızı kuşanarak en derin ilkelliğimizi yaşıyoruz.
Henüz yorum yapılmamış.