Güncel
Aykırılık yap, meşhur olasın
Faruk BeÅŸer / Yeni Åžafak
Sorumsuzca söylenen sözleri üzerine önceki yazımızda dinde eleÅŸtiri olmaz mı diye sorduk, anlama ve yorumlama ile muhalefet ve hakaret etmeyi de birbirinden ayırdık.
Tefsirlerdeki bunca farklı fikirlere kimse kötü dememiÅŸtir. Çünkü farklı düÅŸünebilme bir nimettir ve muhalifliÄŸe/ temellerde ayrılığa dönüÅŸmedikçe güzeldir. “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” sözü hadis olmasa da Ä°slam ümmetinin kültüründe oluÅŸan, farklı düÅŸünceler ortaya koyma anlamında doÄŸru bir kabuldür. Kötü olan dinin asıllarında, kitabın kendisinde ihtilaf etmedir:
“Allah bu kitabı hakikat olarak indirmiÅŸtir. Bu kitapta ihtilaf edenler derin bir ayrılık içindedirler (2/176).” Derin ayrılık, imana dokunan ayrılıktır.
Hayat bir oluÅŸ ve bozuluÅŸ, salah ve fesat sürecinden ibarettir. Müminin ve özellikle de alimin görevi ifsat deÄŸil ıslah olmalıdır. Bunu aslında herkes bilir ama çoÄŸumuz böyle olmuyoruz ya da olamıyoruz. Böyle olamayınca da Müslümanların birlik olmasına yani vahdete muhalif sözler söyleniyor ve zaten ne yapacağını ÅŸaşırmış Müslümanlar birbirlerine düÅŸürülüyor. Böyle köklere taalluk eden aykırı sözler neden söylenebiliyor?
Bunun için bir düzine sebep sayılabilir ama en önemlilerinin ÅŸunlar olduÄŸunu sanıyorum:
Ä°nsan denen varlık, içinde ÅŸeytanın temsilcisi olarak güçlü bir ego/nefs taşır ve o da ona sürekli en büyük olduÄŸunu fısıldar, onu ilahlaÅŸmaya doÄŸru sürükler. Bu duyguyu aÅŸabilmek çok zordur. “Nefsini kendi ilahı haline getirenleri görmüyor musun, Allah onları bilgilerine raÄŸmen sapık kılar, gözlerini, kulaklarını, kalplerini yani bütün algı/bilgi yollarını kapatır. Böyle olunca artık ona kim hidayet verebilir, bir düÅŸünsenize” (45/23). Bu ÅŸeytani duygu her insanda bir nebze vardır, kimse bende yoktur demesin ama bundan ancak aklını ve imanını hevasına/nefsine galip kılanlar ve “Allah’ım, seni tesbih ederiz, senin öÄŸrettiklerinden baÅŸka benim ne ilmim olabilir ki! (2/32). “Rabbim, aman kalbimi kaydırma!” (3/8) diye elini Allah’a uzatabilenler kurtulabilir.
Ä°kinci sebep, yine buna baÄŸlı olarak ÅŸöhret düÅŸkünlüÄŸüdür. Medya bugün bu duyguyu ÅŸeytanca körükleyip tahrik ediyor. Dikkat edilirse mikrofon daha çok aykırı çıkışlar yapanlara uzatılır. Eskiler bu duyguyu, ‘hâlif, tu’raf’ aykırı ol ki tanınasın diye ifade ederlerdi. ‘Bevval-i zemzem’ tabiri de bunu anlatır. Adam Zemzem kuyusuna idrarını yapmış, neden yaptın diye çıkışmışlar, yaptım ki artık benim adım unutulmasın demiÅŸ. Ä°nsan bu, hep anılmak ister merkezde hep kendini görür.
Üçüncüsü cehalettir. Ä°nsan bazen bilmediÄŸi halde bildiÄŸini sanabilir. Bunun çaresi de aynıdır, ayrıca bilenlerle sürekli müzakere ve istiÅŸare etmektir.
Elbette baÅŸka sebepler de vardır. Yanlışta ısrar edip güzel bir iÅŸ yaptığını sananlar da olur. Bunun çaresi de bildiklerinin doÄŸru olup olmadığını bilenlerle test edebilme tevazuudur.
Bu hataları çokça yapanların ortak özellikleri ÅŸunlardır:
Zekâları ortalamanın üzerindedir ve karşıt saydıklarına göre zamana dair malumatları fazladır. Saldıranları fikri düzeyde rakip görmedikleri için kendilerini çok severler ve bu sebeple de yüceltirler. O halde buradaki suç sadece onların deÄŸildir. Yeni fikirlere hep karşı çıkıp ama bir alternatif getiremeyenler ve bunun için konforunu bozup okumayı beceremeyenler de onlar gibi suçludurlar. Hak bâtıl mücadelesi ancak hakkın ortaya konulmasıyla kazanılabilir. “Bâtıl, hak geldiÄŸinde yok olup gider” (17/82). O muhalif fikirleri besleyenler, bir bakıma da o fikirlerin sahiplerine saldırıp kendileri yeni bir ÅŸey üretemeyenlerdir.
ÇoÄŸunluÄŸunda zikir/ibadet eksikliÄŸi vardır. Zikirsizlik Allah’ı unutup hesaba katmama halidir. “KiÅŸi Allah’ı unutursa Allah da ona kendini unutturur” (59/19), aczini göremez. Zikrin başı, dosdoÄŸru kılınan beÅŸ vakit namazdır (20/14). “Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız, hevasına uyan ve iÅŸi aşırılık olana itaat etme” (18/28).
Ve en büyük eksiklikleri her ilim için gerekli olan usul bilgisinden yoksun olmalarıdır. Hatta anlamadıkları için usule bile karşı çıkanları, onu gereksiz görenleri ve her ÅŸeyi dayandırdığını iddia ettikleri Kur’ân-ı Kerim’in dilini bile bilmeyenleri vardır. Bu noktada ‘hadis usulü yalan söyleyebilmenin usulüdür’ diyenle, ‘Ben usul-musul bilmem, bizim sâdatımız bir sözü hadis diye kitaplarına almışsa o hadis bize göre sahihtir’ diyen arasında usulsüzlük ve o muhteÅŸem usul külliyatını ve onu oluÅŸturan ulemayı anlamama ve onlara saygısızlık etme açısından hiçbir fark yoktur. Bu her iki uç diÄŸerinin varlık sebebidir. Biri olmasa diÄŸeri de olmaz.
Henüz yorum yapılmamış.